Safter TANIK
-1-
FED (Amerikan Merkez Bankası);2007’den bu yana, ilk defa faiz artırımına gitti; 0-0,25 bandındaki gösterge faizini, 25 baz puan artırarak, 0.25-0,50 bandına çıkardı.
FED Başkanı Janet Yellen, yaptığı açıklamada; “25 baz puan artışı dışında, 2016 ve 2017 yıllarında; ekonomideki canlığa paralel olarak, kademeli bir şekilde, % 2’ye kadar varan ölçüde bir faiz artışına gidileceğini, gerekirse parasal genişlemeye başvurulacağını, amaçlarının da enflasyonu önlemek ve merkez bankası bilançosunu küçültmek ile ilgili olduğunu” söyledi.
Aslında perşembenin gelişi, çarşambadan belliydi. İngiltere Merkez Bankası (BOE) Başkanı Mark Carney’in; faiz artışı için 2016 yılı başını işaret etmesi, FED’in faiz artışına geçeceğinin bir mesajıydı.
Zira küresel sermayenin, kalbi; New York ise de, beyni Londra’dır. Diğer bir ifade ile sermayenin toplandığı, dağıtımının yapıldığı yer; bu iki merkezdir. Bunun için borsa işlemleri ile iştigal edenler; Londra’ya bakar, New York’un tavrını anlamaya çalışır. Haliyle hisse senedi ve petrol borsası sert düştü, ABD doları da değerlendi.
ABD ekonomisi büyüme sürecine girdi mi?
ABD ekonomisi; 3,5 trilyon dolarlık bir parasal genişleme sonucu, 2009 Haziranı’ndan bu yana, yılda ortalama olarak; % 2,2 oranında, büyüyebildi. 2015’te ise; bunun, % 3’ü geçeceği anlaşılıyor. İşsizlik oranı ise; % 10’dan % 5’e kadar düştü.
Verilere bakılırsa, ABD ekonomisinde; durgunluktan, canlılığa doğru bir gidiş var. Ancak; şüpheli olan, bunun; ne kadar, sağlıklı olduğu ve daimi olacağıdır. Zira dünya ekonomisi; büyüyemezse, Amerikan ekonomisi de; büyümesini sürdüremez.
Çin ve Hindistan dışında, ekonomisi hızlı büyüyen bir ülke yok gibi.
Hindistan’ın büyümesi; tüketim ağırlıklı, ihracata dayalı bir büyüme gösteren Çin’in ise; son aylardaki ihracat azalışı ile % 7’lik büyüme hedefini, tüketim artışı ile gerçekleştirmeye çalıştığı görülüyor. Bu da, zorunlu bir durum; bisikletin pedalını sürekli çevirmek zorunda; aksi halde, takla atar; yani krize girer.
Çin’in; 2015’te, 17,5 trilyon doları aşan bir ekonomik büyüklük ile ABD’yi sollayarak birinci sıraya yükselmesi bekleniyor. 220 milyar dolarlık cari fazla ile de Almanya’dan sonra, en çok dış fazla veren bir ülke.
Yabancıların; Çin’de, 1,6 trilyon dolarlık sabit yatırımı var. Çin’in, yurtdışı sabit yatırımı ise 600 milyar doları buluyor.
Sanayi üretimini ucuz hammadde ve ara malı ile sübvanse eden KİT’lerin zararları bilinmiyor, bu tür uygulamaya ise son verdiği söyleniyor. Bunun dışında; ciddi bir emlak balonu var, öyle ki Pekin’de; bir konutun değeri, 45 yıllık kira getirisine ulaşmış bir durumda.
Bir ara 3,8 trilyon dolara çıkan döviz rezervi, dolar satışı ile 3,5 trilyon dolara düştü. ABD tahvillerini elden çıkarmaya başlaması ile ABD’yi tehdit etti. Daha ne kadar ABD tahvilini elden çıkaracağı bilinmemekle birlikte bekleniyor. Borsacıların bir yandan Londra ve New York’a bakar iken, Çin’i takip etmelerinin nedeni de bu.
Para birimi olan Yuanın değerini düşürdü, düşürmeye devam edeceği de anlaşılıyor.
Düşen petrol fiyatı nedeni ile başta Rusya ve Brezilya olmak üzere geliri petrole bağlı birçok ülkenin ekonomisi küçülüyor.
AB’nin ortalama büyüme hızı; ard arda girişilen parasal genişleme operasyonlarına rağmen, % 1,5 civarında. AB üyesi birçok ülkenin, ekonomik ve mali sorunu ise henüz çözümlenmiş değil.
1997 Asya Krizi’nden bu yana, durgunluğu yaşayan; son dönemde, parasal genişleme modasına uyan Japonya; eninde sonunda, % 1’lik bir büyüme hızına ulaşabildi.
Gelişmekte olan ülkelerin, istikrarlı bir büyümesi yok.
2015’te; dünyanın, % 3’lük bir büyüme hızını zar, zor yakalaması bekleniyor.
Kısaca; 2008 Mortgage Krizi’nden bu yana, ne ABD ekonomisinde, ne de küresel ekonomide; 1983, 1991 ve 2001’de olduğu gibi, bir büyüme sürecine girildiğini gösteren ciddi bir emare yok.
Neden?
Dünya ekonomisi, 1983’te; bilişim teknolojisi devrimi, 1990’da; Rusya ve eski doğu bloku ülkelerin, 2001’de de; Çin’in küresel sisteme entegre olması sonucu büyüme sürecine girdi. Bugün ise; ne sisteme dâhil olan yeni bir pazar, ne de enerji ve üretimde teknolojik bir devrim var.
Ne var?
2008 ABD Mortgage Krizi’nden sonra, ortaya çıkan küresel ekonomik durgunluğa çare olarak; zengin doğal kaynaklara sahip Afrika ve Arap Ülkeleri ile İran’ın, küresel sisteme entegre edilmesi düşünüldü.
Ancak, Arap Baharı; sonuçsuz kaldı, Libya; Batılı ülkelerin yağma ve talanda kapıştığı bir alan oldu, İran; küresel sisteme entegre olmadı, Çin’in; doğrudan yatırımlarla verimli tarım alanları, zengin petrol-doğalgaz-maden havzalarına sahip Afrika ülkelerine dalması ise ABD ve özellikle Fransa’nın çıkarlarına zarar verdi.
Bunun dışında, sistem içindeki devletler ile halkların borçlanması; en üst seviyede, gelişmekte olan ülkelerin tüm kaynakları; özelleştirme sonucu küresel banka ve şirketlerin yönetim ile kontrolüne geçmiş bir durumda.
Gelişmiş ülkeler arasında; verimli tarım alanları-su havzaları-denizyolları-petrol, doğalgaz, kıymetli maden havzaları ve yolları konusunda, bir hâkimiyet ve paylaşım kavgası var.
Bu da; Suriye ve Irak’ta istikrarsızlığı daimi kılan, Türkiye-İran ve dolaylı olarak Kafkaslar-Orta Asya Cumhuriyetleri ile Rusya’yı tehdit eden, bölge ülkelerin sınırlarının yeniden çizilmesine hizmet eden IŞİD ile Fransa’nın Afrika’daki çıkarlarına zarar veren, ABD askerlerinin tüm eski Fransız sömürgelerine yerleşmesine ortam hazırlayan Boko Haram gibi fason örgütleri doğurdu.
Rusya’nın; Kırım ilhakı, Ukranya müdahalesi, Suriye’ye yerleşmesi ve burada askeri olarak aktif bir rol alması; ABD ile Rusya arasındaki vekâlet savaşını, farklı bir boyuta taşıdı. Bu da; ABD ve AB’yi sıkıntıya sokarken, Türkiye’nin önemini tekrar öne çıkardı.
Rusya’nın hedefi; savunma mı, yoksa emperyal mı?
Putin; başa, geçer geçmez; Rusya’nın petrol-doğalgaz-kömür-kereste, kıymetli metaller gibi doğal kaynaklarını elinde tutan, küresel sermaye ile kol kola olan Yahudi oligarkların; tüm mal varlığına el koydu. Yeni bir oligark sınıfı oluşturdu; öyle ki bugün; “Duma”, dünyada en zengin kişilerden oluşan meclisi görünümünde
O; Rusya ve arka bahçesinde yer alan Türk cumhuriyetlerindeki zengin doğal kaynaklarda, küresel banka ve şirketlerin gözü olduğunu biliyor. Sosyal ve siyasi bahaneler ile Batı’nın; bu alanda daha fazla pay sahibi olmasını, haliyle ülkesinin bu kaynaklardan mahrum kalmasını istemiyor.
Bir de “Büyük Rusya” hayali var.
Türk cumhuriyetlerindeki petrol ve doğalgazda daha fazla söz sahibi olmak, bölgesinde alternatif bir petrol ve doğalgaz hattına meydan vermemek, Ortadoğu’daki petrol ve doğalgaz havzalarına ulaşmak ya da yeni hatlar oluşturmak gibi bir strateji izliyor. Bu nedenle Suriye hamlesi; Batı’nın, Ukranya nedeniyle uyguladığı ambargoya cevabın ötesinde; Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da söz sahibi olmak gibi bir anlamı var.
Putin, başarılı mı?
Yeltsin’den görevi devraldığı 2000’de, petrol fiyatı; varil başına, 20 dolardı. Döneminde; küresel ekonominin büyüme sürecine girmesi ile birlikte 140 dolara kadar çıktı.
Bunun dışında; hammadde fiyatları, inanılmaz seviyelere yükseldi. Bu da; O’nu, halkın nezdinde vazgeçilmez yaptı.
Yeltsin’in talihsizliği; petrol fiyatı, bir ara 40 dolara kadar çıksa da; uzun süre, 20 dolar civarında seyretmesi, 1999’da; 10 dolara düşmesi idi.
Sözün kısası; ekonomik konjonktürdü, biri; yanlış zamanda, yanlış yerde bulunmuştu, diğeri de; uygun zamanda, uygun yerde yer aldı. Marifeti ise yeni test ediliyor.
Petrol fiyatı, ne olur?
Dünyanın önde gelen fon yöneticilerine göre; “ham petrol fiyatı; 20 dolara kadar, düşebilir”. 20 dolara kadar, düşer mi; düşmez mi, bunu; bilemem, ancak; uzun süre, 35-45 dolar arasında dalgalanacağını düşünüyorum.
Sebebi ne?
Kaya gazı, temiz enerji gibi enerji kaynakları yatırımı ile elektrikli otomobil üretim ve satışının artış beklentisi; olduğu, ileri sürülüyor.
Petrol arz ve talebinde, önemli bir değişiklik yok. Ancak, Suudi Arabistan’ın; petrol üretimini artırdığı, ABD’nin; petrol ihracatına başladığı, İran’ın da; pastadan daha fazla pay almak için önümüzdeki yılda petrol ihracatını artıracağı gelen haberler arasında.
Petrol çıkarma maliyeti, Suudi Arabistan’da; 6-10 dolar, Nijerya’da; 20-40 dolar, Venezuela’da; 30 dolar altı, Alaska’da; 40 dolar altı, ABD’de; 40-60 dolar (bazı bölgelerde, 80 dolar) , Rusya’da; 40-60 dolar, Brezilya’da 70 dolar, Kanada’da ise; 50-100 dolar civarında.
Bu durum dikkate alındığında; olayın, siyasi ve spekülatif ağırlıklı bir nedene dayandığı anlaşılıyor.
Rusya’nın, döviz rezervi ne kadar?
2012’de; 537,1 milyar dolar olan döviz rezervi, 2014 sonunda; 388,5 milyar dolara, 2015 Aralıkta ise 359,6 milyar dolara düştü.
İhracatının; yaklaşık % 70’i, petrol ve doğalgaz ürünleri ile ilgili.
İhracatının; % 50’sini ise, AB ülkelerine yapıyor.
98 dolarlık bir petrol fiyatı; Rusya bütçesini dengelerken, İran bütçesini dengeleyen fiyat ise 125 dolar.
Haliyle petrol fiyatının bu seviyede seyretmesi halinde; Rusya’nın kayıplarının devam edeceği, İran’ın da petrol ihracatını artırmak zorunda kalacağı görülüyor. İran’ın; “2016’da petrol ihracatını artıracağını” açıklaması da buna dayanıyor.
Putin; “Rusya’nın, tekrar silahlanma yarışını başlatabileceğini” söylüyor.
Rusya’nın savunma harcaması, 2008’de; 61 milyar dolar iken, 2014’te; 84,5 milyar dolara yükseldi. ABD’nin savunma harcaması ise; 687 milyar dolardan, 610 milyar dolara düştü.
Savunma harcaması; 114,8 milyar dolardan, 216 milyar dolara çıkan Çin ile 39,2 milyar dolardan 81 milyar dolara çıkan Suudi Arabistan da savunma harcamalarını en çok arttıran ülkeler.
2014’te, ABD; 23,7 milyar dolar silah satarken, Rusya; 10 milyar dolar silah sattı.
Rusya’nın; Ukranya Krizi ve Suriye operasyonu sonucu savunma harcamalarının arttığı, bunu da özellikle İran ve Çin’e yaptığı silah satışları ile telafi etmeye çalıştığı görülüyor.
Putin’in; artan ölçüde, agresifleşmesinin nedeni ne?
Türkiye’nin, bir Rus uçağını düşürmesi; Rusya’nın, Suriye’de oluşan otoritesine bir darbe vururken, dünyada var olan dokunulmazlık algısını da sorgulanır hale getirdi. Haliyle bu; Putin’in zirveye çıkan karizmasına da bir gölge düşürdü.
Türkiye, hata mı yaptı?
Bu olayın; ne getirdiği, ne götürdüğüne bakmak gerekir.
Türkiye; bu olay ile bir otorite ortaya koyarken, Rusya’nın prestijine zarar verdi. Buna karşılık; her şeyden önce, Suriye sınırındaki uçuşu riskli bir hale geldi. Haliyle Fırat’ın batısında, oluşturmayı düşündüğü güvenli bölge de tehlikeye girdi.
Bunun dışında; ABD’ni, Rusya ile dengeleyen dış politikası derin yara aldı; Türk cumhuriyetlerinin, Türkiye ile olan ilişkilerini sıkıntıya soktu; güneydoğuda sıkıntıların yaşandığı bir ortamda da, art niyetli Batılı ülkelerin silahlı kuvvetlerinin bölgeye ve Türkiye’ye yerleşmesine yol açtı.
Putin’in, başka bir amacı var mı?
Putin; gerginliği tırmandırarak, petrol ve hammadde fiyatlarının yükselişini hedefliyor.
Yükselişi sağlayabilir mi?
Borsada, altın bir kural vardır. Hissenin çoğunluğunu elinde tutan, hisseye istediği gibi yön verir. Petrol borsasına yön veren ve verecek olan ise; Putin değil, küresel sermaye ve onun bulunduğu ABD’dir. Dünyada anormal gelişmeler olmadıkça da, bu; böyledir ve böyle olacaktır.
Rusya, Türkiye’ye verdiği gazı keser mi?
Teknik arıza bahanesi ile kısa bir süre için kesebilir. Ancak; bunu bile yapacağını sanmıyorum. Zira Türkiye, Almanya’dan sonra en büyük pazarı, uluslararası piyasada da itibarını zedelemek istemez.
FED faizi ile petrol fiyatı arasında bir bağ var mı?
DEVAM EDECEK