Hanefi BOSTAN
2547 Sayılı YÖK Kanunu ve bu kanuna dayalı olarak çıkarılanYönetmelik ile ön görülen doçentlik sınavının her aşamasında objektif esaslar bir kenara bırakılarak sübjektif bir anlayışla karar verilmesini sağlayacak zemin hazırlanmıştır. Merkezi yabancı dil sınavı, eser incelemesi ve sözlü sınav aşaması olmak üzere üç kademeden gerçekleştirilen doçentlik sınavında, merkezi yabancı dil sınavı önceliklidir ve bu sınavdan en az 65 almak zorunludur. Doçentliğe müracaat edebilme hakkına sahip olmak merkezi yabancı dil sınavının sonucunda mümkün olabilmektedir. Bu aşamadan sonra eser incelemesi için müracaat edilmekte, eser incelemesi başarılı ise aday sözlü sınava tabi tutulmaktadır.
Özellikle eser incelemesi ve sözlü aşamasında Jüriye geniş takdir hakkı verilerek kamu gücünün sınırsız, ölçüsüz ve keyfi kullanılması sağlanmıştır. Bunun sonucunda da akademisyenlerin haksızlıklara, özellikle hak kayıpları yaşamalarına yol açılmıştır.
Mevcut sistemde doçentliğe müracaattaki engellerden öncelikle merkezi yabancı dil sınavının kaldırılması gerekmektedir. Doçent adayının önündeki en önemli engel ve haksızlık giderek şaibelerle de anılanmerkezi yabancı dil sınavıdır. Son yıllardaki söylentiler böyle bir sınavın objektifliğini tartışmalı hale getirmiş ve pek çok dürüst bilim adamı mağdur edilmiştir.
Yardımcı doçent oluncaya kadar, her bir aday (araştırma görevliliğinde, yardımcı doçentliğe atanırken) en az iki veya üç sefer yabancı dil sınavına girmiş ve başarılı olmuştur. Yabancı dil sınavında başarılı olmuş birisini, “olmadı, bir daha” mantığıyla akademisyenlerin enerjileri boşa tüketilmektedir. 64 alanı başarısız, 65 alanı başarılı sayan bu sınav anlayışı, insanların ruhsal durumunu bozmaktan öteyepratik bir yararı olmamıştır.
Bilinmelidir ki, uluslar arası arenada ilim adamları, yabancı dil bilgileriyle değil, ilmi çalışmalarıyla değerlendirilmektedir.
Doçent olan bir aday, üniversite yönetimiyle sorunu yoksa kanuni beş yıllık süresinin sonunda çok rahat profesör olmaktadır. Unvan sıralamasında profesörlük son aşama olmasına rağmen mevcut sistemde kolay elde edilebilen unvan haline getirilmiştir. Profesörlük unvanı, doçentlik unvanından daha mı önemsizdir? 2547 sayılı kanunun 24. Maddesi, bu şekliyle Anayasanın “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir. Bu sebeple yürürlükten kaldırılmalı ve doçentlik unvanı belirli çalışma ve tecrübeden sonra akademisyenlere verilmelidir. Zira akademisyenlikte bütün dünyada olduğu gibi asıl olan doktoradır. Doktoradan sonra insanların önü gereksiz engellemelerle kapatılmamalıdır.
Her şeye rağmen sınav düşünülüyorsa adayın eser ve çalışmaları objektif ölçüler içerisinde ve jüriye inisiyatif tanınmadan değerlendirilmeli ve böylece gereksiz engellemelere son verilmelidir. Ayrıca gereksiz engellemelere ve keyfi uygulamalara yol açan jüri üyelerine karşı ağır yaptırımlar öngörülmelidir. Jüri görevini profesör unvanına sahip herkese vermek yerine bu işi ciddi, objektif ve hakkaniyet içerisinde yapacak olanlara verilmelidir.
Mevcut sistemde yasal olarak doçent adaylarının haksızlık karşısında şikayet edecekleri bir idari merci de bulunmamaktadır. Haksızlık ve mağduriyet konusunda itiraz edeceği veya şikayet edebileceği bir idari merci olmalıdır ve bu durum açık olarak Kanun ve Yönetmelikte yer almalıdır. Zira Anayasa Mahkemesi kararlarında da ifade edildiği üzere Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik” ilkesidir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir gecikmeye ya da kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritesinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem taşıması da gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup bireyin, kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesini zorunlu kılmaktadır. Yüksek Mahkeme’ye göre bireyin kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilmesi ve davranışlarını belirlemesi ancak belirlilik ilkesinin varlığı halinde mümkündür. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılmaktadır.
Mevcut sistem devam ettirilecekse eser inceleme aşamasında puanlarını tamamlamış adaylara belirli yıl ve deneyim şartıyla birlikte doçentlik unvanı verilmelidir. Puanlarını yasal olarak gerçekleştirenlere jüri inisiyatifine yer verilmeden üniversitelerce atamaları gerçekleştirilmelidir.
Özetle öğretim üyelerini unvan almaları için uğraştırmak yerine bilimsel çalışmaları teşvik edilmeli, bıkkınlık veren uygulamalardan kaçınılmalıdır.