Safter TANIK
-9-
Para Yabancı Bankaların Kontrolünde
Başta ittihatçıların İtibar-i Milli Bankası olmak üzere, daha çok bölgesel alanda faaliyet gösteren, irili ufaklı, 18 milli banka var. Ancak; toplam mevduatın, % 78’i yabancı bankalarda toplanmış. İngiliz-Fransız ortaklı Osmanlı Bankası ise Türkiye Cumhuriyeti’nin merkez bankası görevini üstlenmiş.
Ticaret ve sanayi ile iştigal eden Türk müteşebbislerine; kredi verebilecek ciddi bir Türk bankası yok, kambiyo işlemleri de yabancı bankaların tekelinde.
Tarım Sektörü Çökmüş
1912-1913 yıllarında yapılan ve 1 milyon aileyi kapsayan nüfus sayımına göre, % 5’lik kesimin; toprağın % 65’ine sahip olduğu, % 87’lik kesimin; toprağın %35’ini kontrol ettiği, % 8’lik kesimin ise hiç toprağı olmadığı görüldü.
Tütün Rejisi; Ege’de, Avşar Vergisi ve toprak gaspı ise Anadolu’nun birçok yerinde gençlerin dağa çıkmasına neden oldu.
1914’te, tahıl üretimi; 7,3 milyon ton, inek-manda sayısı; 4,2 milyon, koyun keçi sayısı da; 34 milyondu.
1923’te ise, tahıl üretimi; 2,5 milyon tona, inek-manda sayısı; 1 milyona, koyun keçi sayısı da; 10 milyona kadar düştü.
830 köy, düşman tarafından tamamen yakılıp yıkılmış.
Savaş ve salgın hastalıklar, genç nüfusu kırıp geçirmiş. 1950 köyde ise sığır vebası var.
Osmanlı’dan miras Avşar Vergisi ve toprak anlaşmazlığı; toprağı sahipsiz bırakmış, toprak; ekilmiyor, kullanılmıyor.
Ekili toprakların; % 35’i “33 bin” civarındaki aileye ait, bunların kontrol ettiği toprağın alanı da sekiz milyon hektar.
Toprak sahibi küçük çiftçi; toprağı sürecek bir çift öküz ile sabana bile sahip değil, ihtiyacını karşılamaktan öte de bir şey düşünmüyor.
Köylü, batıda; tefeci-spekülatör-savaş zengini, doğuda ise; feodal beylerin tutsağı durumunda.
Tütün ekimi; Reji İdaresi kontrolünde.
Eğitim, sağlık, ulaşım hizmetleri yok gibi, okur-yazar ise mumla aranır türde.
Tarım ülkesi olmamıza rağmen, ekmeklik buğday ile şekeri ithal ediyoruz.
Dar Amaçlı Sığ Bir Sanayi Sektörü
Osmanlı’dan devralınan çoğu askeri amaçlı üretim tesisleri ile birlikte % 85’i gayrimüslim ve yabancıya ait, gıda-deri tekstil alanında faaliyet gösteren, irili ufaklı, 282 sanayi kuruluşu var.
Şeker gibi bazı temel tüketim malının üretimi olmadığı gibi, üretilen de ihtiyacı karşılamaktan uzak.
Şeker, kumaş, bez ve gaz yağı gibi temel tüketim malları; varlıklı ailelerin bile, kolayca elde edemeyeceği kadar kıt ve pahalı.
İç ve dış ticaret; İstanbul’da, Rum ve Ermeni; İzmir’de de Levanten azınlığın kontrolünde.
Osmanlı’dan Devralınan Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Cumhuriyet; Osmanlı’dan, “Top Asitanesi ( Zeytinburnu Silah ve Bakırköy Barut Fabrikası), Beykoz Teçhizat-ı Askeriye (Askeri kundura, çizme, palaska üretimi.), Feshane (Çuha, bez, battaniye üretimi.), İzmit Askeri Elbise Fabrikası, Fevaid-i Osmaniye (Denizyolu işletmesi), Hereke İpekli ve Kadife Kumaş Fabrikası, Bakırköy Pamuklu Bez Fabrikası, Yıldız Çini Fabrikası, Eskişehir Lokomotif Bakım Atölyesi, Emniyet Sandığı, Ziraat Bankası” gibi kamu iktisadi teşebbüsleri devraldı. Bunlar; askeri amaçlı fabrikalar, deniz ve demiryolu ulaşım tesisleri ve banka ile tasarruf sandığından oluşuyordu.
Osmanlı Kamu Borçları
Lozan Antlaşması’nın 47’nci maddesi, Osmanlı kamu borçlarının; kurulacak olan Osmanlı Kamu Borçları Meclisi tarafından belirlenmesini, borcun; % 67’sini Türkiye’nin, % 11’ini Yunanistan’ın, % 8’ini Lübnan ve Suriye’nin, % 14’ünü de Balkan Savaşı’nda Osmanlı’dan toprak kazanan Balkan ülkelerinin ödemesini öngörmüş.
Meclis, yaptığı çalışmalar sonucunda; Osmanlı kamu borçları toplam tutarının, 1 Kasım 1914 tarihi itibariyle; 161.303.833 Altın Lira olduğunu tespit etmiş, bunun; 107.830.608 Altın Liralık ( 1 Altın lira= 7 TL) kısmının “taraflar arasında varılacak vade ve taksitler halinde” Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmesini istemiş.
Makro Veriler
Milli Gelir; 565 milyon dolar (1 dolar= 80 kuruş) bütçe açığı; 5,3 milyon lira (toplam gelir; 105,9 milyon lira, toplam gider; 111,2 milyon lira), bütçe açığının GSYH olan oranı; % 0,9, cari açık; 36 milyon dolar ( dış ticaret hacmi; 50,7 milyon dolar ihracat+ 86,8 milyon dolar ithalat= 137,6 milyon dolar), ihracatın ithalatı karşılama oranı; % 58,5.
”İleride dara düşüp bize yardım için geldiğinizde, burada reddettiğiniz her şeyi, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım…”
Lord Curzon
Kapitülasyonların kaldırılması, imtiyazlı yabancı şirketler için sadece uygulanan gümrük tarifesinin 5 yıl uzatılması; Lord Curzon’u çileden çıkarmış, Türkiye’nin arz ettiği mali ve ekonomik yapıdan da cesaret alarak “İleride dara düşüp bize yardım için geldiğinizde, burada reddettiğiniz her şeyi, cebimden çıkartıp önünüze koyacağım…” demiş.
Mali ve Ekonomik Açıdan Eli Kolu Bağlı Bir Ülke
Paranın yabancı bankalar kontrolünde olduğu, kapitülasyonların kalkmasına rağmen yabancı banka ve şirketlerin imtiyazının devam ettiği, çoğu maden ve alt yapının yabancı şirketlerce işletildiği, gayrimüslim azınlığın sanayi ile iç ve dış ticarete hükmettiği, tarımı çökmüş, bazı temel ihtiyaç mallarını bile üretmekten aciz, Türk müteşebbisin kıt ve sermaye birikiminin olmadığı, dışa bağımlı, bir de Osmanlı kamu borçlarını üstlenmiş bir mali ve ekonomik yapı vardı.
Mustafa Kemal Atatürk; Lozan Barış Konferansı’nda, verilen mali ve ekonomik tavizler nedeniyle epeyce eleştirildi. Ancak, O’na göre; “mevcut şartlar dâhilinde, daha fazla yapılacak bir şey yoktu. Verilen tavizler ise uygun zaman ve imkânlar çerçevesinde, tek-tek geri alınabilirdi”.
Tam Bağımsız Türkiye
Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun ideoloğu kabul edilen Ziya Gökalp ile uygulamada öne çıkan Mahmut Esat Bozkurt’a göre; “ülkenin tam bağımsızlığı; askeri zaferin, iktisadi bağımsızlıkla tamamlanması sonucu mümkündü”.
İktisadi bağımsızlık için de; “ merkez bankasını kurmak, tarımda kendi kendine yeterli bir ülke haline gelmek, yeterli alt yapıyı inşa etmek, millileştirme, Osmanlı borçlarını ödemek, sanayileşmiş ülkeler arasında yer almak” gibi, altı hedef ortaya kondu.
Türkiye’nin 1923-1980 Dönemi Mali ve Ekonomi Politikası
Mali ve ekonomik tablo, 1923-1933 döneminde; devletin, ekonomiye doğrudan müdahalesini engelliyordu. Bu nedenle liberal ekonomi çerçevesinde, çok ortaklı banka ve şirketler ya da Türk müteşebbisi oluşturma yolu ile düşünülen hedeflere ulaşılmaya çalışıldı.
1933-1950 döneminde; 1929 dünya mali krizi, özel teşebbüsün yetersiz kalması ve II. Dünya Savaşı nedeniyle kontrollü-devletçi, 1950-1980 döneminde de; özel teşebbüsün öne çıkarılmaya çalışıldığı, ancak kamunun ağırlıkta olduğu, plan ve programa dayalı, karma ekonomik bir modelin uygulamasına gidildi.
Parayı Kontrol Eden Ülkeye Hükmeder
Yabancı bankaların, bankacılık sektöründeki tekeli kırılmadan; ne bir milli tasarruf ve yatırım politikası uygulanabilir, ne de 1925’te merkez bankası görevi bitecek olan İngiliz-Fransız ortaklı Osmanlı Bankası’ndan vazgeçilebilirdi.
1924’te; ticari ve yatırım alanında faaliyet göstermek üzere, yarı resmi bir banka özelliğinde olan T. İş Bankası kuruldu. Ancak, T. İş Bankası’nın gerçek kuruluş amacı; 1925’te merkez bankası görevi bitecek olan İngiliz-Fransız ortaklı Osmanlı Bankası’ndan, bu görevi devralmasıydı. Yabancı bankaların, bankacılık sektöründeki hâkimiyeti ise bunu mümkün kılmadı.
Ziraat Bankası ve Emniyet Sandığı’nın devralınması, Türk bankalarının sektördeki payında gözle görünür bir artışı sağladı.
1925’te; sanayi ve madencilik alanında yatırım yapmak üzere Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası, 1926’da da altyapı ve konut inşaat sektöründe faaliyet gösterecek olan Türkiye Emlak ve Eytam Bankası (T. Emlak ve Kredi Bankası) kuruldu.
T. İş Bankası; 1927’de, devrin önemli Türk bankalarından biri olan ve Talat Paşa ile Maliyeci Cavit Bey tarafından kurulan İtibar-i Milli Bankası’nı bünyesine katarak sektörün önde gelen bankalarından biri oldu. Bunun; “İzmir Suikastı” sonrasında, gerçekleşmesi ise manidar bulundu.
TC Merkez Bankası’nın Kurulması
11 Haziran 1930’da; TBMM’nde kabul edilen, 1715 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kanunu ile TC Merkez Bankası’nın kurulması kararlaştırıldı.
Kanun, Banka’nın; 15 milyon TL sermaye ile karma bir anonim şirket şeklinde kurulmasını, hisselerinin; A, B, C, D grubu hisselerden oluşmasını, A grubu hisselerin; payı % 15’i geçmemek üzere hazineye, B grubu hisselerin; milli bankalara, C grubu hisselerin; pay oranı % 10’u geçmemek kaydıyla yabancı bankalar ile imtiyazlı şirketlere, D grubu hisselerin ise; Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilere tahsis edilmesini, hisselerin de nama yazılı olmasını öngörmekteydi.
Sermaye Engelinin Ortaya Çıkması
Kuruluş sermayesinin bir kısmının, altın karşılığı döviz olarak konulması gerekiyordu. Buna karşılık dış ödemelerde çekilen zorluk nedeni ile böyle bir rezerve yoktu. Dünya ekonomisindeki olumsuz koşullar ile Osmanlı Devleti’ne ait borçların geri ödemesinde yaşanan anlaşmazlık ise bir dış kredi teminini güçleştiriyordu.
Sermaye Engelinin Aşılması
Engel; American Turkish İnvestment Corporation (ATIC) yatırım fonundan, “1930’da başlamak kaydıyla, 25 yıl süreyle; kibrit-çakmak ve benzeri yanıcı maddelerin, üretimi-satışı-ithal ve ihracı imtiyazı” karşılığında sağlanan; 25 yıl vadeli, 10 milyon ABD altın dolarlık kredi ile aşıldı. Bu kredi; cumhuriyet tarihimizde alınan ilk dış kredi olurken, Banka’da; 3 Ekim 1931’de, faaliyete geçebildi.
Sektör Bazında Uzman Bankaların Kurulması
1926’da; Osmanlı KİT’lerini işletmek, kamu-özel ortaklığı altında sanayi-madencilik-enerji alanında yatırım yapmak amacıyla kurulan Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası; amacına uygun olarak sermayesinin % 49’unu halka açmış. Ancak; Türk müteşebbisinden, gerekli ilgiyi bulamamış.
İştirakleri; Hereke, Feshane, Bakırköy Mensucat, Tosya Çeltik, Bünyan ve Isparta İplik, Maraş Çeltik, Kütahya Çini fabrikaları ile Malatya-Aksaray değirmen ve elektrik şirketleri, Yalvaç Sanayi ve Ticaret Şirketi’nden öteye gidemezken, çoğu zaman da T. İş Bankası’nın kredilerine ihtiyaç duymuş.
Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası; 1932’de, iştiraklerini; Devlet Sanayi Ofisi’ne, yatırım bankacılığı konusundaki faaliyetini de 1932’de kurulan Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası’na devretti.
1933’te; 1929 Dünya mali krizi, Türk müteşebbisinin yetersizliği, değişen mali ve ekonomik şartlar sonucu; baştan beri düşünülen, plan ve program çerçevesinde, kamu ağırlıklı, devletin ekonomide KİT’ler ile aktif rol aldığı, üretime yönelik, karma ekonomik bir modelin uygulamasına geçildi.
1933’te, sanayi-madencilik-enerji alanında yatırım yapacak olan Sümerbank’ın kurulması; devletin, ekonomi alanında bir yatırımcı ve işletmeci olarak aktif rol alacağını gösteriyordu.
1933’te İller Bankası (kent altyapı), 1935’te Etibank (enerji ve madencilik), 1938’de Denizbank (Deniz taşımacılığı) ve Halkbank (esnaf kooperatifleri), 1953’te Şekerbank (pancar üreticisi), 1954’te Vakıfbank (vakıflar) gibi faaliyeti bir sektör ile sınırlı, konusunda uzman, yatırım bankaları kuruldu.
Amaç; kıt tasarruf ve sermayenin devletin plan ve programı dâhilinde hedeflenen bir alanda yatırıma dönüştürülmesiydi. Sektör bazında faaliyet gösteren kamu bankaları da bunun operasyon merkezi oldu.
Diğer bir amaç ise milli devletin olmazsa olmazı olan örgütsüz toplumdan örgütlü topluma geçişti. TC Ziraat Bankası ile Halkbank’ın diğer bir görevi de buydu.
Sektör bazında faaliyet gösteren kamu bankaları; hedeflenen konuda bizzat veya özel müteşebbis ile ortak bir yatırıma girişti, yatırım teşvikinin ödenmesinde de devlet ile özel teşebbüs arasında aracı bir rol oynadı.
T. İş Bankası, Türk Ticaret Bankası, Yapı ve Kredi Bankası, Akbank vb milli özel bankalar da devletin plan ve programı dâhilinde ya holding bankacılığı adı verilen iştirakler ile yatırıma giriştiler ya da üretime dönük işletmeleri finanse ettiler.
Süleyman Demirel’in Son Noktayı Koyması
Yabancı bankaların; bankacılık sektöründeki payı, 1938’de; % 22’ye, 1970’te de % 10’lara kadar düştü.
Haliyle paranın kontrolü; yabancı bankalardan çıkarken, kamu ve özel milli bankaların kontrolüne geçti. Bu aynı zamanda hükümetin paraya hükmetmesi gibi bir durumdu. Ancak, bunun için; hazinenin TC Merkez Bankası’ndaki payında, bir artış olması gerekiyordu.
14 Ocak 1970’te kabul edilen; 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu, Banka’nın; yasal statüsü, organizasyon yapısı ve yetki ile görevleri hakkında önemli değişiklikler getirdi.
Kanunun getirdiği en önemli değişiklik ise “hazinenin payı; % 51’den az olamaz, yabancı banka ve imtiyazlı kişilerin payı da % 6’dan yukarı çıkamaz” şeklindeki karardı. Bu da; bugüne kadar, hazinenin; Banka sermayesindeki payının, % 55’e kadar çıkması gibi bir sonucu doğurdu.
Karardan bir yıl sonra; Demirel hükümetinin, 12 Mart 1971 muhtırası ile görevden alınması ise düşündürücü bir olaydı. Her ne olursa olsun; Cumhuriyet, 1923’te belirlediği hedeflerden birine ulaşmıştı.
Kıssadan hisse; parayı kontrol edemeyen hükümet, ülkeye hükmedemez; ulusal bankaların hâkim olmadığı bir ülkede ise ne milli tasarruf ve yatırım politikası, ne de milli bir merkez bankası vardır.
DEVAM EDECEK