Ergun KAFTANCI
İZLEDİĞİMİZ dış politikanın bir kanadı Yahudi düşmanlığı üzerine…
Bu yüzden, on iki yıldan bu yana Orta Doğu‘ya bakışımız da ağırlıklı olarak İsrail karşıtlığı şeklinde gelişti..
Takındığımız bu tavır, “Stratejik ortağımız” diyerek paçalarına sarıldığımız Amerika Birleşik Devletleri‘ni en az İsrail kadar üzüyor ve endişelendiriyor. Çünkü Amerikan Yönetimi için İsrail, bölgemizdeki en önemli müttefik ülke.
Yahudiler’in pervasızca sürdürdüğü Filistin ve Arap düşmanlığı bizi giderek daha katı bir İsrail düşmanı yaptı. Gaza geliyor ve İsrail’i karşımıza alarak milli çıkarlarımız açısından fahiş hataların altına imzamızı atıyoruz…
Ya da derhal sırtımızı dönüyoruz, küsüyoruz…
Oysa Osmanlı döneminde, başka ülkelerde yaşayan Yahudiler’e kucağımızı açmış, canlarını ve varlıklarını korumuştuk…
…………………………
1963 yılından beri kesintisiz yapılan “Güvenlik Konferansı”na bu yıl katılmadık ve meydanı boş bıraktık. Münih’teki konferansa katılanlar Suriye ve Ukrayna’daki silahlı çatışmaların ve kavganın muhasebesinı yaptı…
Dışişleri Bakanımız oraya gitti ama konferansa İsrail temsilcisinin de katılacağını öğrenince son anda salona girmekten vazgeçti, konferansa katılmadı…
İşin acı tarafı da bakan Mevlût Çavuşoğlu‘nun katılmama sebebi olarak İsrail’in varlığını göstermesi. Diplomaside böyle bir gerekçe, yani kaçarak karşı çıkış olmaz. Düzenlenen uluslararası toplantıya çağrıldıysanız katılmak zorundasınız; sıra size geldiğinde de, ülkenizin çıkarına, onur ve şerefine uygun konuşmanızı yaparak görevinizi tamamlarsınız.
Bizim dış politikamız kovalamak yerine kaçmak esaslı olduğu içindir ki çıkarlarımızı milletler topluluğu önünde savunamıyoruz.
Güvenlik konferansı üç günlük bir toplantıydı. Konferansa 60 ülkenin dışişleri bakanlarıyla bazı hükûmet ve devlet başkanları da katıldı. Onlarla diyalog kurma fırsatını heba etmiş olduk!
* * *
SADRAZAM‘ın önem verdiği bir yasa paketi rafa kaldırıldı. Beştepe’den “Kime sordun da bu paketi hazırlattın”diye zılgıt gelince “Şeffaflık Yasası” geri çekildi…
Şayet tasarı görüşülüp yasalaşsaydı, bundan böyle 17 -25 Aralık operasyonu sonucu gizlenen yolsuzluk ve rüşvet olaylarının benzerleri gün ışığına çıkacak ve yargıya taşınacaktı…
Bu yol, tepeden gelen emirle tıkandı…
Toplum, temiz siyaset istemiyor mu?
Bu yasa onu da sağlayacaktı. Suyun başındakiler yani siyasetçiler, partilerin örgütlerinde görev yapanlar, belediye başkanları, üst düzey belediye çalışanları, bürokratlar mal bildiriminde bulunmak zorunda kalacaklardı. Kimse, taşınır taşınmaz malını saklayamayacaktı; zekât verir gibi, varlığının vergisini de verecekti….
Ülkemizde bu yönde yasa yoktu; şayet rafa kaldırılmasaydı bu yasa önemli işler yapacaktı. Galiba dört beş yıl önce yayınlanmış bir kararname var, şeffaflık o kararnameyle sağlanıyor diyorlar ama sağlanan şeffaflık nerede…
O kararname, şeffaflığı sağlasaydı içerisinde onlarca yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, ayakkabı kutuları, kasalar, para sayma makineleri, pahalı saatler, banka genel müdürünün evinde kaynağı belirsiz paralar, herhalde gizli kalmazdı; hiç kimse bunların üzerini, komisyonlarda ya da yargı aşamasında örtemezdi…
Bu yasa tasarısını kim engellediyse onu seyredin; taşınır taşınmaz mal varlığında şaibe var mı yok mu araştırın.
* * *
SEÇİME dört ay var; Türkiye sandığa neredeyse tamamı AKP tarafından zaptedilmiş medya kuruluşuyla gidecek.
Yandaş gazetelerle özel televizyonlar yetmiyor olmalı ki devletin haber ajansı AA ile devletin televizyon kurumuTRT de yandaş yayınlar yapsın diye ele geçirildi. Söyleyeceğim lâf yakışacak herhalde; muazam bir el koymayla karşı karşıyayız.
Geçen ay –Yerine, geçtiğimiz gün diyen eblehler var. Oysa geçen, insanlar değil zaman, o nedenle eblehleri düzeltiyorum– arşivimdeki gazeteleri tararken dikkatimi çekti; Sabah, Akşam, Star, Takvim, Güneş, Akit, Yeni Şafak, Milliyet, Vatan, Milat aynı manşeti atmışlar…
Her gazetede manşet haberin konusu aynı olabilir ama başlıkta kullanılan sözcükler aynı olmaz…
Bu gazeteler demek ki tepeden verilen başlıkları kullanarak habercilik (!) yapıyor. “Fotokopi başbakan” diye anılan insanın hükûmetine ve partisine destek çıkan basının adı, elbet de “Kopyacı” basın olur. Dikkat ettim, aynı basın sürekli pişti oluyor, hep aynı başlıkları kullanıyorlar ve böylece, talimatla gazetecilik (!) yaptıklarını tescil ediyorlar.
Partiler eşit şartlarda seçime gitmiyor değerli okurlar. O nedenle seçmene, bu tür yandaş medyayı dışlamak, onları okumamak ve seyretmemek görevi düşüyor. Devr-i sabık yaşandığında bu iktidardan bütün tararruflarının hesabı, medyası dahil herhalde sorulacaktır…
* * *
BİR hanım yurttaş hem de AKP’li, kongre salonunda Ahmet Davutoğlu‘na öfke yüklü bir tavırla seslendi:
-Sayın başbakan, etrafındakiler sana da yalan söylüyor… Verdiğiniz sözler yerine getirilmiyor…
Bu haykırma, AKP’ye oy vermiş seçmenin sesidir ve o kitle de iktidardan memnun değildir, destek verdiği için pişmandır!
Gelelim yalan konusuna…
Yalanla doldurulan başbakan da mecburen halkına yalan söylemektedir; bu nedenle az da olsa mazurdur…
İnsan yalan dünyasındayken nasıl doğru konuşsun!