Ali Bademci
Türk Milletinin kültür, inanç ve sosyal hayatında İslâmiyet’in çok önem arz ettiğini yazdığımız zaman; birçok arkadaştan itiraz sesleri yükseliyor ve bilimsel anlamda sürekli olarak Ernest Renan’ın mevta olmuş, XIX. yüzyıla gömülmüş millet tarifi üzerinde duruluyor. Hâlbuki sosyolojik olarak Ziya Gökalp özellikle bu Fransız âliminin görüşlerini perişan etmiş, harikulade bir Türk Milleti ve Milliyeti tarifi yapmış ve bu esaslar üzerine Türkçülük veya Türk Milliyetçiliğini oturtmuştur.Meseleyi başka taraflara çekmenin hiç anlamı olmadığı gibi bir takım düşünür münakaşalarını ortaya sürmek de kıymetli olan hususlardan değildir. Ziya Gökalp’ten bu yana şüphesiz ki Türk Milliyetçiliğinin kat ettiği bir mesafe vardır ve Türk Dünyası’ndaki kültürel ve sosyal görüşleri de mutlaka nazara almamız şarttır. Türk Milliyet’inin tarifinde hepimizin itimat ettiği, fakat sırf siyasi sebeplerle kendine ait görüşleri olan Nihal Atsızbile “İslâmiyet benim Milletimin dinidir” demekle işte bu gerçeği vurgulamıştır. Bu görüşleri bir tarafa atarak kendimize ve muzırlıklara göre açıklamalara gidersek İslâm’ı bugünkü “Siyasi İslamcıların hâin ellerine bırakmış, hatta Arap Milliyetçiliğine teslim etmiş oluruz.
Türk insanı, İslâmiyet’ten, teferruat değil net, kullanılabilir, ifâde kabiliyeti yüksek, siyasi anlam ifade etmeyen “Tertemiz Müslümanlık”ı anlamalıdır. Elbettedüsturumuz Sultan Alparslan’ın “Biz tertemiz Müslümanlarız ve bid’at (sonradan çıkarılan) nedir bilmeyiz.” sözleri olmalıdır. Başka bir rehber veya tarikat yahut da yeni görüşler aramamıza gerek yoktur. Zaten İslâmiyet’in Türker’e nüfuzu ve benimsenmesi bu minval üzerdir. Bu konuda “Bi’ad Ehli”ni rehber edinen aklı başında Türk gösteremezsiniz. Türk sosyal hayatında tasavvuf ve mistizm ayrılıkçı değil birleştirici düşünce yönelişleridir. Bunların müşterek tarafı çatışmacı, ayrılıkçı değil birleştirici ve açıklayıcı düsturlar olmasıdır. Bu sebeple Türk sosyolojisinde mistizmin kaynakları hâlâ çalışılmaktadır ve bu konuda ortaya konan görüşlere göre Türk inanç sistemi ağırlıklı olarak İslâmî kaynaklı değil bağdaşmacı (senkirist) karakterde olduğu ispatlanmıştır. Yeni ve modern çalışmalar böyledir. Bugün Türk düşünce ve inanç sisteminin birer parçası olan tasavvuf ve mistizm katiyen bid’at ve mezhep zemininin oturtulamamaktadır; çünkü böyle bir karaktere sahip değildir. Zorlamalar “Siyasi İslamcılar”, İslâmiyet’in kendilerine ait olduğunu iddia eden Arap Milliyetçilileri ve son zamanlarda etnik bölücüler ile Türk kimliği ile problemi olanlar tarafından yapılmaktadır.
Bugün dünyada yaşayan Türklerin tamamına yakını Müslüman’dır ve bunlar arasında değişik inanç farklılıkları da hiçbir şekilde asabiyet mevzuu olmamıştır. Diğer Müslüman milletlerle Türklerin Müslümanlığının ayrıldığı en önemli fark budur. Araplar ile Türklerin ilk tanışmalarını 750 Abbasiler devrinin başı sayarsak, Müslüman olmak için daha 250 yıl beklemişler ve ancak ondan sonra kitlevî değil büyük guruplar halinde Karahanlılardan başlayarak Müslüman olmuşlardır. Daha bu intisabın de doğru dürüst bir tahlili yapılmamıştır, kimine göre Arapların kılıç zoru ile-ki bu görüş doğru değildir-kimine göre de düşünerek ve şuurlu olarak İslamiyet’i benimsemişlerdir. Son görüşün açılımına göre özellikle batıda çok güzel ilmi çalışmalar vardır. Fakat bizde Arap fütuhatı abartılarak İslâmiyet’e girmenin yanlışlığı üzerinde fikir serdedenler çok büyük yanılgı içindedir ve bunun adı da “Muteber Türkçülük” değildir. Elbette özellikle Emeviler devrinde Arapların çok büyük hataları olmuştur ve bu hatalar sadece Türk Milletine değil Arap olmayan bütün unsurlara karşıdır. Bu yanlışlıkların “Arap Irkçılığı” olarak tezahür ettiğini aklı başında herkes biliyor. Emevi zulmü İslâm’ı yargılamak için yeterli değildir; böyle bir yola başvurmak Emesileri tasvip etmek gibi yanlış bir sonucu ortaya koyar. Elbette bu devirde sadece dil ve kültür üzerindeki tek çeşitlilik ve ağır yasaklar özellikle Ortadoğu’da insanların genetiği ile oynamış ve bugüne kadar uzanan derin bunalımlar ortaya koymuştur. Şiî coğrafyasında meydana gelen ve İslami inançlarla katiyen bağdaşmayan katliamlar, bölgede Müslümanları milliyetsiz duruma iterken İslâm üzerinde de telâfisi mümkün olmayan derin yaralar oluşturmuştur.
Bu olayları şöyle bir tetkik edersiniz Göktürkler’den sonra Uygurlar devrinde özellikle Irak-ı Arap- Suriye- Mısır’a doğru evvelâ paralı asker olarak başlayan Karluk-Kıpçak-Oğuz Türk muhacereti bilâhare ailelerinin de nakli ile kökleşmiş ve buralarda Türk ana ve babalardan doğan hanedanlar ortaya çıkmıştır. Araplar önceleri bunların yerli kadınlarla evlenmelerine ses çıkarmazken, nesil bozulup da asalet ve cengaverlik ortadan kalkıyor diye mevcut evlenme geleneğini yasaklayarak kendi ırklarından evliliği kanunlaştırmış ve bu hususta bütçelerine tahsisat koymuşlardır. Bugün harabeleri olan eski Kahire dediğimiz Türk Kahire’si Fustat böyle kurulmuş bir Karluk-Kıpçak-Oğuz şehridir.
Kesinlikle tarihi tersine döndüremeyiz; düşünce hayatımızda kültürleşmiş ve belli bir yaşama şekline dönmüş felsefeyi de silip atamayız. Eğer Asya’dan büyük göç doğruysa, istilâ şeklinde de ikinci ve en önemeli diğer muhaceret Cengiz Han önderliğinde batıya doğru pek azı Moğol olan büyük hareketidir. Bu büyük harekette başta Türkî unsurlar Tatar-Kerayit-Nayman-Uygur olmak üzere Moğol olarak sadece Merkitler iştirak etmişlerdir. Devasa ordunun mevcudu hakkında tarih âciz kalıyor. Bu büyük hareket dolayısıyla 50 yaşından sonra tarih, bir Cengiz tanıyor ve onun yüzünden Moğol diye bir kabileden haberdar oluyor. İlk büyük orduda Müslüman olduğunu iddia etmenin zorluğu karşısında yukarıda zikredilen dört Türk unsur Şaman-Mani ve Nesturi-Hristiyan ağırlıklı, Cengiz Han dâhil olmak üzere Moğollar tamamen Şaman’dır. Cengiz 1206’da kendini Han ilân etti ve 1227’de de öldü. 1219’da Türkistan topraklarına yani batıya yürüyüşü başlattı; Otrar ile başlayan onun istilâ ve katliamları sadece Türkistan’a mahsustur. Yedi sene sonra öldüğü zaman Altınordu ve Çağatay, daha sonra da İran’da İlhanlılar pek kıymetli ata dini Şamanizm’den vazgeçtiler ve mağlûpların dinine girdiler. Kalan Moğollar da Çin içlerinde zaman içeresinde eriyip bittiler; Çin Müslümanı 300-500 milyonluk Düngenler de Moğolluk olduğu iddia ediliyor. Peki, dünyaya yayılan, Viyana’ya kadar giden Cengiz kulu Türk ve Moğollar nere uçtu gitti!
İşte bu büyük dönüşümü İslâm olmadan izah edemezsiniz; Türker’in Müslüman olarak kan kaybettikleri ve bu işin çok pahalıya mal olduğu doğrudur; lâkin bu katliam sırf ifsad için iddia edildiği gibi Araplar tarafından değil, ata bildiğimiz Cengiz Han tarafından yapılmıştır. Şöyle ezber işlerden vazgeçerek ciddi araştırmalara yönelelim; biliyorum yine itiraz sesleriniz yükselecek ama, sadece “Moğollar’ın Gizli Tarihi”ne bakınız.
Muhabbetle.