MHP Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin, 17-25 Aralık dosyalarında adları geçen Sümeyye Erdoğan ile Bilal Erdoğan’ın da vekillik için aday olmasının sürpriz olmayacağını kaydederek, “AKP gemisi su aldığı için dokunulmazlık telaşı başladı. Dokunulmazlığa ihtiyaç duyan AKP’lilerin sayısı göz önüne alındığında, bu parti adına 400 milletvekili isteyen Tayyip Erdoğan’ın az bile söylediği teslim edilmelidir” dedi.
MHP Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin, AKP gemisi su aldığı için dokunulmazlık telaşı başladığını belirterek, “MİT gibi önemli bir kurumun başında her türlü sırra vakıf olan Hakan Fidan’ın, elindeki kozları kullanarak Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’na rağmen vekillik peşinde olduğu çok açıktır. Fidan’ın vekillik peşinde koşmasının altında yatan anlam, hesap sorulması endişesi ve paniktir.” dedi.
Şefkat Çetin, gündemi değerlendiren yazılı açıklamasında, despotlaştıkça paranoya içerisine giren ve sürekli yeni düşmanlar icat eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dün kendisine hizmet edenlere bugün en büyük hain damgasını vurmaktan çekinmediğini belirtti.
Çetin’in açıklamaları şu şekilde:
YÜKSEK YARGI SEÇİMLERİNE SİYASETİN GÖLGESİ DÜŞTÜ
Yüksek yargıda yapılan her iki seçimin de yürütmenin arzuları doğrultusunda neticelendiğine dair kamuoyunda oluşan algı, Türkiye’deki demokratik parlamenter sistemin rayından çıktığını göstermesi açısından önemlidir.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’daki başkanlık seçimleri üzerine siyasetin gölgesi düşmüştür ve bu fiili durum devlet içerisindeki denge-denetim mekanizmasını işlevsizleştirmektedir. Demokratik sistemlerin olmazsa olmazı olan erkler ayrılığı ve denetim esasının yerine tek adam rejiminin taşları döşenmektedir.Yüksek yargıdaki seçimlerin Türkiye’deki sistem tartışmaları ile yakından ilgili olduğu ve bu konsepte göre tamamlandığı anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsı üzerinden kurgulanan rejim uğruna yasama, yürütme ve yargının bağımsızlıkları feda edilmektedir.
Hâlbuki bütün hatalardan münezzeh ve dünyanın en doğru insanı dahi olsa en nihayetinde bir fani olan Tayyip Erdoğan’a göre dizayn edilen bir sistemin Türkiye’nin hayrına olmayacağı çok açıktır. Türk milletinin tarihi tecrübelerle oluşturduğu devlet geleneğinde diktatörlere yer yoktur. Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin işaret ettiği üzere, 139 yıl önce meşrutiyet ilan eden ve parlamentosunu oluşturan Türkiye, Kuzey Kore özentisi bir yöneticinin ihtiraslarına teslim olacak çadır devleti değildir.
Tayyip Erdoğan’ın hırslarının Türkiye’nin menfaatlerinin önüne geçmesinin faturasını Türk milleti ödemektedir. Tarafsızlık yemini etmiş bir cumhurbaşkanının parti başkanı gibi hareket etmesi, oy istemesi, muhalefetle kavga etmesinin kabul edilir bir tarafı yoktur. Ancak daha vahimi Tayyip Erdoğan’ın kendi getirdiği bürokratlarıyla ve hatta bakanlar ve başbakanla uğraşan hastalıklı bir ruh halinde olmasıdır. Merkez Bankasıyla girdiği polemiğin Türkiye’ye faturası 10 milyarlarca doları bulduğu halde, Tayyip Erdoğan hiçbir sorumluluk ve hicap duymamaktadır. Çünkü zaten işgal ettiği Cumhurbaşkanlığı sorumluluğu olmayan, üstelik bu konularda yetkisi de bulunmayan bir makamdır. Erdoğan siyaseti ve polemiği bu kadar çok seviyor ise partisinin başına geri dönmeli ve böylelikle yanlış yaptığında da bedelini ödeyebilmelidir.
Devletin en yüksek makamı olan Cumhurbaşkanlığı ile yetinmeyen ve daha fazla yetki peşinde koşan Tayyip Erdoğan güç ve iktidar hastalığına tutulmuştur. Bugün Tayyip Erdoğan’ın kullandığı kadar yetkiye, dünyanın hiç bir demokratik rejiminde rastlamak mümkün değildir. Demokrasi demek denge ve kontrol demektir, keyfilikten ve başına buyrukluktan uzak olmaktır, yargı denetimine açık olmak ve hesap verebilirliktir. Bizim diktatörümüz ise hiçbir kurumun ya da kanunun kendi düşüncesi önünde durmasına tahammül göstermemektedir.
Sadece diktatörlerde bulunan sınırsız yetkiler ve sorumsuzluk içerisinde hareket eden Erdoğan bütün devlet kurumlarını tek adam yönetimine göre dizayn etmeye çalıştıkça yalnızlaşmaktadır.Despotlaştıkça paranoya içerisine giren ve sürekli yeni düşmanlar icat eden Erdoğan, dün kendisine hizmet edenlere bugün en büyük hain damgasını vurmaktan çekinmemektedir. Yola çıktığı kurmaylarının neredeyse tamamıyla ters düşen Erdoğan’ın vekillik için istifa eden Hakan Fidan’la ilgili sarf ettiği “Ona bir kısım vaatlerde bulunulmuş olabilir, bir kısım yerler vaat edilmiş olabilir” cümlesi kritiktir.
AKP GEMİSİ SU ALDIĞI İÇİN DOKUNULMAZLIK TELAŞI BAŞLADI
Son günlerin çok konuşulan konularından Hakan Fidan’ın milletvekili adaylığı için istifa etmesi, Erdoğan’ı en güvendiği kurmayının dahi terk etmesi anlamına gelmektedir. Anlaşılan AKP gemisi su almaktadır ve pek çok bürokrat gibi Hakan Fidan da yeni dönemde hesap sorulması endişesiyle dokunulmazlık peşindedir.
Fidan’ın adaylığının ortaya çıkardığı bir başka önemli sonuç ise, Tayyip Erdoğan’ın kendi adamları üzerindeki kontrolünü dahi kaybettiğini deşifre etmesidir. MİT gibi önemli bir kurumun başında her türlü sırra vakıf olanFidan’ın elindeki kozları kullanarak Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’na rağmen vekillik peşinde olduğu çok açıktır.
Türkiye’yi terörle mücadeleden müzakere aşamasına getiren açılım adlı ihanet süreci ve üçüncü ülkelerin bu meseleye müdahil edildiği Oslo görüşmeleri başta olmak üzere, başarısız Suriye ve Irak politikalarının her biri Hakan Fidan’ın yargılanması için yeterlidir. Reyhanlı ve Sultanahmet eylemleri, 6-8 Ekim 2014’te Türkiye’yi yakıp yıkan PKK ayaklanması, kimlere gittiği meçhul silah yüklü tırlar, elçilik baskını ve yüksek güvenlikli toplantıların dinlenmesi gibi sayısız enkazı arkasında bırakan Hakan Fidan’ın vekillik peşinde koşmasının altında yatan anlam, hesap sorulması endişesi ve paniktir.
Tayyip Erdoğan’ın kendisine rağmen istifa eden Fidan’la ilgili “sır küpümdü” açıklaması ise başlı başına sorunlu bir cümledir. MİT Müsteşarının bir siyasi partinin figürü olmak yerine, devlete ve millete sadakat ile hareket etmesi ve bir sır saklayacaksa bu sırrın Türk milletine ait olması gereklidir.Makamlardaki şahıslar gelir geçer ancak esas olan devlet-i ebed müddete sadakattir. Aksi takdirde sır küpü suyolunda kırılacaktır. Bu çerçevede, Tayyip Erdoğan ile Hakan Fidan arasındaki ilişkinin hukuk devleti sınırlarında makamlar arası bir ilişki mi, yoksa bir misyon birlikteliği mi olduğu önemlidir. MİT Müsteşarının sahip olduğu sırlar Davutoğlu ve sonraki başbakanlarla paylaşılmalı, Tayyip Erdoğan’a özel sırlar olmaktan çıkarılmalıdır.
ERDOĞAN’IN 400 VEKİL TALEBİ DOKUNULMAZLIK PEŞİNDEKİLERE YETMEZ
AKP yolsuzluk dosyaları nedeniyle görevden el çektirilen dört eski bakanından henüz kurtulmuşken, bu kez çok sayıda bürokratın haklarındaki soruşturmaları savuşturabilmek için dokunulmazlık istediği bir parti haline gelmiştir. Ancak dokunulmazlık arayışlarının sadece bürokratlarla sınırlı kalmayacağı anlaşılmaktadır. Önümüzdeki günlerde 17-25 Aralık dosyalarında adları geçen Sümeyye ve Bilal’in de vekillik sırasına girmeleri sürpriz olmayacaktır. Dokunulmazlığa ihtiyaç duyan AKP’lilerin sayısı göz önüne alındığında, bu parti adına 400 milletvekili isteyen Tayyip Erdoğan’ın az bile söylediği teslim edilmelidir.
AKP hükümeti pek çoğu tartışılan icraatlarıyla, yolsuzluk ve rüşvet dosyalarıyla haddinden fazla yıpranmıştır. Doğal liderlerini cumhurbaşkanı yapmalarıyla birlikte siyasal misyonlarını tamamlamış ve artık Türkiye için değil tek adama hizmet için varlıklarını devam ettiren bir parti haline gelmişlerdir. Üzerlerindeki şaibeleri atamadıkları ve tek adam vesayetinden kurtularak yenilenmedikleri takdirde bu partinin Türkiye’ye yapabileceği bir katkı kalmamıştır. Tayyip Erdoğan’ı kalkındırma partisi görüntüsünden kurtulamadığı sürece7 Haziran seçimleri AKP açısından kaybedilmiş bir seçim olacaktır.
Algı yönetimiyle eski güçlerini korudukları imajını vermeye çalışsalar da iktidar partisindeki çöküş her alanda kendisini hissettirmektedir. Ekonomideki kontrolünü kaybetmiş, güvenlik politikalarını PKK’nın insafına bırakmış, dış politikada çuvallamış AKP hükümetinin iktidarda kaldığı her gün ülkemizin zararınadır.
Tayyip Erdoğan’ın kendisinin alamadığı seçim sonucunu Davutoğlu’ndan istemesi çaresizliğin ifadesidir. 7 Haziran seçimlerini başkanlık oylamasına dönüştürmeye çalışan Erdoğan, açıkça başbakan Davutoğlu’nun ülkeyi yönetemediğini ifade etmekte ve boşluğu kendisi doldurmaya çalışmaktadır.
Milliyetçi Ülkücü Hareket’in her türlü şaibeden uzak, vatanseverliğinden hiç kimsenin şüphe duymadığı, dürüst ve namuslu lideri kollarını sıvamış ve ülkeyi yönetmeye talip olmuştur. AKP’nin elinde paçavraya dönüştürülmek istenen Türk devletinin izzetini Ülkücüler koruyacaktır.
Türkiye’nin kader seçimi olacak 7 Haziran’da MHP göreve hazırdır. Tek adam diktasına son vermek, şımartılan bölücülere memleketin sahipsiz olmadığını göstermek, hırsızlardan ve rüşvetçilerden milletin hakkını geri almak için Milliyetçi Hareket iktidar olacaktır.