Safter TANIK
Yunanistan; 1829’da, Osmanlı’nın Rusya ile yaptığı Edirne Anlaşması sonucu bağımsız bir devlet haline geldi.
I. Cumhuriyet ilan edildi, Rus yanlısı Yannis Kapodistrias da ilk geçici devlet başkanı oldu. Ancak “Yunanistan Cumhuriyeti” uluslararası alanda kabul görmedi. Bu da Fransa ve İngiltere’nin muhalefetinden kaynaklanıyordu.
Yannis Kapodistrias; 1831’de, uğradığı bir suikast sonucu öldürüldü. Yerine kardeşi Augustinos Kapodistrias getirildi ise de artan şiddet olayları karşısında 6 ay görevde kalabildi. Asayiş ise İngiltere-Fransa ve Rusya’nın araya girmesi ile sağlanabildi.
1832’de; İngiltere-Fransa ve Rusya’nın vesayeti altında, Bavyera kralı Ludwig’in 17 yaşındaki oğlu Otto’nun Yunan tahtına geçmesi ile uluslararası alanda kabul görebildi.
Otto; tahta çıktığında, henüz reşit olmadığından; 1835’e kadar, Yunanistan’ı naipler konseyi yönetti.
Kral; karar almada, genellikle Bavyeralı danışmanlarına başvurdu. Zayıf yönetimi, otoritenin olmadığı ve fakirliğin hüküm sürdüğü bu ülkede; 1843’te isyana yol açtı.
Kral’dan yeni bir anayasa yapması istendi. Buna cevap veremeyen Kral; 1863’te de tahtan ayrılmak zorunda kaldı. Bu sefer, Danimarka Kralı’nın 17 yaşındaki oğlu Prens William; I. George adı ile Yunan kraliyet tahtına geçirildi.
Kral I. George; Otto’dan farklı olarak, üst yönetimde Yunanlara yer verdi, Danimarka’dan askeri ve sivil bürokratlar getirdi, o günün devlet anlayışı çerçevesinde Yunanistan Merkez Bankası da olmak üzere devlet teşkilatını inşa etti.
Dönemi; Yunanistan’ın sürekli topraklarını genişlettiği, ülke dışından sağlanan krediler ile Ege Denizi’ni Adriyatik Denizi’ne bağlayan Korint Kanalı, liman-demiryolları gibi mega alt yapı projelerinin gerçekleştiği bir dönem oldu.
1910’da; savaş ve mega projelerin getirdiği borç yükü altında kalarak, vadesi gelen dış borçları ödeyemez bir hale geldi. Haliyle İngiliz-Fransız ağırlıklı uluslararası mali denetim kuruluşunun tahakkümü altına girdi. Çare arayışı ise I. Dünya Savaşı, Anadolu Macerası, ayaklanma ve iç savaşa sürükledi. 45 yıl boyunca, halk; ya ülkeden göç etti, ya da kaos, baskı, anarşi, açlık, sürgün ve katliamı yaşadı.
2008’den bu yana da 1910’daki mali krize benzer bir durumu yaşıyor.
Neden?
Krizden bu yana 6 yıl geçmesine, tüm tasarruf tedbirleri ve kemer sıkma politikasına rağmen; kayda değer bir ekonomik büyüme yok, her ne kadar bütçe ve dış ödemeler açığı azalmış ise de bütçe ve cari denge açık veriyor.
Tarımda, yeterli bir ülke; ancak, Petrol-Kimya tesislerini bir yana bırakırsak iğneden, ipliğe her şeyi ithal ediyor; “imalat sektörü” diye bir şey yok. Turizm ve deniz taşımacılığı dışında da önemli bir döviz girdisi bulunmuyor.
30 milyar avroluk özelleştirmeyi, iç borç stoku ve vatandaşın bireysel kredi borcunu bir yana bırakırsak, 2008’de; 500 milyar dolar olan dış borcu, borç silmeye gidilmesine rağmen bugün; 581 milyar dolara çıkmış.
Halkın tasarrufu yok gibi.
Yeni kredi bulamaması halinde de mali ve ekonomik çarkı döndürmesi mümkün değil.
Buraya nasıl geldi?
1985’e kadar; zaman, zaman bütçe ve cari açık vermesine rağmen, önemli bir borcu yok; kendi yağı ile kavrulan ülkelerden biri.
1985’ten itibaren, AB fonlarının ülkeye akması ile hızlı bir borçlanma sürecine girdi.
2001’de, avro para birimine geçmesi; üretim maliyetlerinin artışına, Uzakdoğu rekabeti; tüketime dayalı imalat sektörünün çökmesine, AB mevzuatı da; ekonomisinin dinamosu olan “turizm-gemi inşaat-deniz taşımacılığı” gibi sektörlerdeki döviz girdisinin hızla azalmasına yol açtı.
Yüksek borçlanma, artan bütçe ve cari açık ise mali krizin habercisi idi. Bu nedenle de; 2008 ABD mortgage krizi, bunun sadece bahanesi oldu.
Sorumlusu kim?
1967-1974 Cunta dönemini bir yana bırakırsak; ülke yönetiminde uzun süre söz sahibi olan Karamanlis-Papandreu aileleri ve borçlanma sonucu zenginleşen, çarkın tersine işlemesiyle de bir anda fakirleşen, yanlış gidişe rağmen popülist iktidarlara “dur” demesini bilmeyen halktır.
Fransa’ya yakın Konstantin Karamanlis; hem Yunan ekonomik mucizesini gerçekleştiren, hem de Yunanistan’ın AB’ne girişini sağlayarak vahim hata yapan bir lider oldu.
İngiltere’nin efsanevi başbakanı Churchill’in yakın dostu olan baba Georgios Papandreu ile solculuğu Amerikan solculuğundan öteye gitmeyen oğul Andreas Papandreu ve torun Yorgo Papandreu; hem siyasi çalkantının, hem de tüketim-rant-borçlanma eksenli popülist ekonomik modelin odağı oldu. Andreas Papandreu; 4 dönem üst üste seçimi kazanarak da Avrupa’da bir rekor kırdı.
Syrıza çare mi?
Halk; Yunanistan’ın, Avrupa Birliği avro bölgesinden çıkmasını istemiyor; ancak, kemer sıkma politikasına da karşı. Bunu, Syrıza’nın; bugün ve ilk ortaya çıktığındaki farklı söylemlerinden de anlıyoruz.
Syrıza, ilk ortaya çıktığında; “ Yunanistan, Avrupa Birliği’nin avro bölgesinden çıkmalı, kendi merkez bankasını kurarak eski para birimi olan drahmiye dönmeli” derken, bugün ise; “ Yunanistan, Avrupa Birliği’nin avro bölgesinde kalacak, ama ne kemer sıkacak, ne de borç ödeyecek” diyor. Syriza’nın, seçimi kazanmasına bakılırsa; halkın hissine tercüman olan bu popülist sloganın tuttuğu görülüyor.
Ne olacak?
Syrıza’nın lideri, Başbakan Aleksis Tsipras; Amerikan soluna özenti duyan, popülist ve pragmatik bir siyasetçi görünümünde. Bunun için bu tip liderlerin popüler söylemleri dışında, radikal değişimi gerçekleştirecek bir programı olduğunu sanmıyorum; ayrıca, mali ve ekonomik yap; radikal değişimin önünde duran en büyük engel. Mali krizinin temel sebebi de bu mali ve ekonomik yapı ile ilgili.
Yunanistan, Avrupa Birliği’nin avro bölgesinden çıkar mı?
Yunanistan’ın; Avrupa Birliği avro bölgesindenayrılarak kendi merkez bankasını kurması, eski para birimi olan drahmiye geçmesi çok zor bir şey. Geçerse hiperenflasyon denilen bir olayı yaşar, mali ve ekonomik yapısı da tamamen çöker.
İşin içinde başka bir oyun mu var?
ABD ve İngiltere; 2008 krizinden bu yana, iç ve dış operasyonlar ile kısmen de olsa krizin yaralarını sardı. Avrupa Birliği’nde ise her şey olduğu gibi duruyor.
Küresel güç; 1997 Asya Krizi’nde Japonya’nın yaptığı gibi, Almanya’nın faturayı üstlenmesini istiyor. Tabii ki bu arada Fransa’ya da bir şey düşüyor.
Yunanistan’dan alacaklı olan Fransa ve Almanya’nın “borçları silmesi” demek, İspanya-Portekiz vb. ülkelerdeki alacağı üzerine de “bir bardak soğuk su içmesi” anlamında.
Yunanistan da Syrıza’nın iktidara gelişi; halkın çare arayışı ötesinde, daha çok ABD’nin “Almanya ve Fransa’yı” test etmesi gibi bir özellik taşıyor.