MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Meclis Soruşturma Komisyonu’nda göz göre, bütün somut delil, belge, bulgu, tanık ifadesi ve tespitlere rağmen, sarayın engellenmesiyle hukuku boğazlayanlar, altından kalkamayacakları bir karara imza atmışlardır. Rüşvet zanlısı eski bakanların, Meclis Genel Kurulu’nda yapılacak oylamada, mutlaka layık oldukları muameleye uğramaları gerekmektedir.” dedi
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
6 Ocak 2015
Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Kıymetli Basın Mensupları,
Bir yılı geride bırakırken, yeni bir yıla adım atmanın, yeni bir yılı karşılamanın buruk da olsa heyecanını yaşıyor, umudunu taşıyoruz.
2015 yılının bu ilk grup toplantısında sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Şunu bir defa açık yüreklilikle ifade etmeliyim ki, 2014, israf olmuş, heba edilmiş, hüsranla özdeşleşmiş karmakarışık bir yıl olarak milli hafızalara kazınmıştır.
Geride kalan 365 gün süresince aziz milletimizin lehine ve yararına sevineceğimiz bir gelişme, müsterih olacağımız bir iyileşme, takdir edeceğimiz bir rahatlama maalesef görülmemiştir.
Deyim yerindeyse, siyaset ve ekonomi cephesi lime lime dökülmüştür.
Toplumsal dirlik kazaya uğramış, uluslararası ilişkiler kriz geçirmiştir.
AKP, 2014 yılında demokrasi radarından tamamıyla çıkmış, adaletin rotasından sapmış, ahlak ve hukukla yollarını hepten ayırmıştır.
Türkiye öyle bir cenderenin, öyle bir cehennemi azabın içine düşürülmüştür ki, müşterek akıl sönmüş, uzlaşma dinamikleri silinmiş, milli hassasiyet, milli haysiyet acımasızca sille yemiştir.
Milli ve manevi değerlerimiz öğütülmüş, örselenmiş, ezilmiştir.
Geçtiğimiz aylar boyunca, etnik temelde ayrışma, inanç temelinde kutuplaşma hiç olmadığı kadar kamçılanmıştır.
İki gün önce Denizli’nin Honaz ilçesinde yaşanan müessif hadiseler Türkiye’nin nasıl bir darboğazın, nasıl bir bunalımın içinde bocaladığını bir kez daha deşifre etmiştir.
Çakılan bir kıvılcımın anında toplumsallaştığını, gerilen sinirlerin birden bire farklı yönlere kaydığını Honaz’da gördük ve şahit olduk.
Ortaya çıkış nedeni hırsızlık vakası olarak lanse edilen ve bu çerçevede bir kişinin ölümüne yol açan, arkasından da evlerin ateşe verilmesiyle tehlikeli bir hüviyet kazanan Honaz olayı hafife alınmamalıdır.
Artık en ufak bir anlaşmazlık anında kitlesel ölçeğe yayılabilmektedir.
Emniyet ve asayiş; huzur ve esenlik; güven ve diyalog hiç olmadığı kadar itibar ve seviye kaybetmiştir.
Bunun vebali de hiç şüphe yok ki, AKP’nin enkaza dönen politikaları, bozguncu ve insanımızı birbirine düşüren vicdansız uygulamalarıdır.
Sosyal ve siyasal anlaşmazlıklar bilenmiş ve keskinleşmiştir.
Boşanmalar korkunç aşamalara gelmiş, suç ve suçlu sayısı fazlalaşmış, şiddet ve cinayet haberleri çoğalmıştır.
Türkiye’de çeteler kol gezmekte, eline silah alan gözünü kestirdiğine, gücünün yettiğine sataşmakta ve saldırmaktadır.
Mafyatik oluşumlar kanlı infazlarla dehşet saçmakta, medyatik yüzler vur patlasın çal oynasın mantığıyla Türkiye’nin gerçek ve acınası halinin anlaşılmasına sünger çekmektedir.
Bilhassa İstanbul güvensizliğin ortasında, sokaklar gözü dönmüşlerin denetimindedir.
Küçük bir azınlık İstanbul’un iliğini kuruturken, milyonlarca insanımız aynen diğer illerde olduğu gibi ağır hayat şartlarının kurbanıdır.
Hükümet’in sığınacağı mazereti, kaçacağı yeri kalmamıştır.
Kanunsuzluk her tarafta kök salmış, adaletsizlik her yeri ur gibi sarmıştır.
2014 yılında, Türkiye’nin sosyal bünyesi ciddi düzeyde tahribata maruz kalmıştır.
Kadına şiddet durmamış, asayişsizlik tavan yapmıştır.
Hırsızlar; esnafa, değişik neviden işyeri sahiplerine, hanelere nefes aldırmamaktadır.
Her gün televizyon ve gazetelerde sıra sıra soygun haberleri yer almaktadır.
Devleti yönetenlerin hırsızlığı cezalandırılmadıkça, suça rağbet artmakta, soyguncular pervasızlaşmaktadır.
Türkiye tam anlamıyla buhran içinde buhran yaşamaktadır.
Böyle giderse, yani suç ve suçlu hak ettiğini bulmazsa, ülkemiz yasa dışı eğilimlerin, hukuk karşıtı grupların tutsağı olacaktır.
Saraydan gecekonduya kadar suça gömülmüş bir ülkenin selamete vasıl olması, derlenip toparlanması ne bugün ne de gelecekte imkânsızdır.
Dürüst vatandaşlarımızın, ekmeğinin peşinde olan milyonların hak ve hukukunu gözetmeyen bir iktidarın meşruiyetini tartışmak şöyle dursun, varlığı bile başlı başına milli güvenlik sorunudur.
Milli iradenin tecellisine engel her faaliyeti tehdit değerlendirmesi içine alarak yeni baştan kırmızı kitap yazma hedefinde olan AKP iktidarının, asıl ve öncelikli olarak kendisi bir numaralı tehdit kaynağıdır.
AKP, demokrasiye tehdittir.
AKP, milli birliğe ve bin yıllık kardeşliğe tehdittir.
AKP, bireysel hak ve özgürlüklere tehdittir.
AKP, düne husumet, geleceğe tehdittir.
AKP, hukuka çengel, huzura engeldir.
Ve AKP Türklüğün yegane hasmı, Türk milletine musallat olmuş günah kaynağıdır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Hükümetin istismara dayalı günübirlik siyaset alışkanlıkları 2014 yılı içerisinde kendisini iyice belli etmiş, iyice yüzeye çıkmıştır.
Beceriksiz ve ilkesiz yönetimin elinde siyasi istikrar kaybolmuş, toplumsal dirlik, barış ve dayanışma hissiyatı ağır yara almıştır.
Bu dönemde siyasi amaçlarla karalanmayan ve kundaklanmayan hiçbir değer bırakılmamıştır.
AKP, yalana bin yalan katmış, algılar üzerinde oynamış, doğruları çarpıtmış, günahla sevabı, helalle haramı yer değiştirmiştir.
İktidara sırtını yaslayan, nefsine esir düşen, dünyevi tamaha aldanan sahte alimler iblisin fetvalarına sözcülük yapmışlardır.
Türk insanının inançları ve tertemiz duyguları, siyasi bağlantıları ve uzantıları olan organize rüşvet ve yolsuzluk çetelerinin dolandırıcılık malzemesi haline getirilmiştir.
Bunun yanında, 2014 yılı, bir öncekileri aratmamış ve siyasi gerginlik kontrolsüz bir biçimde tırmanmıştır.
Mahalli İdareler ve Cumhurbaşkanı Seçimi her türden ayak oyunlarının, haksız rekabet ve usulsüzlüklerin envai çeşidine sahne olmuştur.
Çirkinlik çirkeflikle ağız birliği yapmış, özgür basın susturulmuş, ifade hürriyeti bastırılmış, sosyal medya kuşatılmış, milli irade iki yüzde 50’ye ayrılmıştır.
2014’de otoriter hevesler öne geçmiş; bunun karşısında demokrasi dinamitlenmiş ve demokratik birikim darbelenmiştir.
Başbakan Davutoğlu, 2014’ü demokrasinin altın yılı olarak ifade etmiştir.
Ne var ki, bu sözler gerçeğin sadece bir yönüne işaret etmektedir.
Doğrudur, 2014 altın yılıdır; ama bu altın demokrasinin değil, kaçakçının, kanun muhalifinin, hırsızın, uğursuzun, haram saltanatının, Gana’dan getirilip Dubai’ye kaçırılan altınların parlak yılıdır.
Geçen yılda, beka düzeyindeki iç ve dış güvenlik meseleleri geleceğimizi belirsizliğe havale etmiştir.
AKP hükümeti yakalandığı paranoya hastalığıyla, ortaya çıkan bazı olayları derinlemesine ve etraflıca tetkikini yapmadan, her taşın altında demokrasi dışı müdahale aramış, 2014 yılını paralel söylemleriyle geçirmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzında paralel kelimesi her seferinde kurşun gibi çıkmıştır.
11 yıl boyunca, Erdoğan’ın dost bildiği, dost zannettiği, devletin kılcal damarlarına kadar yerleştirdiği çevrelerin, 17-25 Aralık’tan sonra haşhaşi ve hain olarak suçlanması gerçekten traji-komik bir durumdur.
Paralel varsa bunun sorumlusu Erdoğan’dır.
Emniyet, istihbarat ve adalet kurumları başta olmak üzere, devlet sistemi kanunda yazılı olmayan hiyerarşik bir yapılanmanın pençesinde ise buna sebep kesinlikle AKP Hükümeti’dir.
Erdoğan “dost bildiğinizin iradesini, idrakini, inancını, vatanını ve milletini karanlık odalarda pazarladığını bilemeyebilirsiniz” derken aslında suçüstü yakalandığının farkında değildir.
Şayet bir Hükümet, dostu-düşmanı, doğruyu-yanlışı ayırt edemeyecek kadar körelmiş ve körleşmişse sorun büyük, şuur kaybı ileri derecededir.
Erdoğan’ın ‘yanıldık, yanıltıldık’ diyerek kurtulmaya, yakayı kurtarmaya çalışması nafiledir.
Devleti yönetenlerin pardon deme lüksü olmayacaktır.
Riskleri seçemeyen, eğer varsa devleti ele geçirmeyi hedefleyen çevreleri göremeyen bir iktidarın Türkiye düşmanlarına payanda ve yem olması kaçınılmazdır.
AKP Hükümeti; yıllarca her olumsuzluğu Ergenekon’a bağlamış, korku devletinin basamaklarını, korkulukların ana gövdesini inşa etmiştir.
Fakat sözde darbe davalarının kumpas olduğu bizzat AKP tarafından ilan edilince bu kapsamdaki tüm tez ve önermeler çökmüştür.
Ne ilginçtir ki, dün Ergenekon diyorlardı, bugünlerde paralel demişlerdir.
Dün askere saldırıyorlardı, bugüne polisi hedef seçmişlerdir.
Dünkü vesayet odaklarıyla bugünkü vesayet grupları yer değiştirmiştir.
Hükümet Sözcüsü Başbakan Yardımcısına 2009 yılında devreye koyulan suikast iddiasının, şimdilerde yine bizatihi bu şahıs tarafından ‘kullanıldım’ itirafıyla düzmece çıkması sorgulanmamış, üzerine gidilmemiştir.
Kozmik odalara dalavereyle girenlere yol açanlar, mıntıka temizliği yapanlar sanki suçsuz, sanki masum gibi takdim edilmiştir.
Hukuk ve demokrasiyle yönetilen hiçbir ülkede böylesi bir kayıt ve kural dışı ilişkiler yeşeremeyecek, yaşayamayacaktır.
AKP’nin her tarafı kumpas, her yanı tuzak, her tavrı tertip, her adımı karanlık bir senaryonun parçasıdır.
Bu ucube zihniyet, Kabataş’da ‘başörtülü kardeşime saldırdılar’ sahtekarlığından camide ‘içki içildi’ iftirasına kadar milletimizi yanıltmış, insafsızca kandırmıştır.
Geçen hafta, AKP’den ihale alan bir terör örgütü militanının, Dolmabahçe Çalışma Ofisi’ne yönelik çakma suikast girişimi hakikaten de aklımızla alay etmek anlamına gelmiştir.
Hükümet, siyasi vehimlerle, her farklı sesi ve muhalif duruşu kendisine yönelik bir tertip olarak değerlendirerek milli birliğe zarar veren en büyük unsur haline gelmiştir.
2014 yılında, çok geniş bir güvensizlik, kuşku ve korku ağı toplum hayatının etrafına duvar gibi örülmüştür.
Türkiye’de huzur kalmamış, sükûnet kaybolmuştur.
Değerli Milletvekilleri,
Hükümetin neden olduğu ağır tahriklerle toplumsal dayanışma ve beraberlik duygusu tam bir çözülme sürecine girmiş, bin yıllık kardeşlik duyguları ve hukuku kan kaybetmiştir.
Türk tarihini lekeleme, Türklük değerlerini aşağılama, geçmişteki isyanları alkışlama, bastıranları karalama, yüzleşme adı altında ecdadımızı karartma 2014 yılında alçakça ve artarak zirve yapmıştır.
AKP’nin sünepe ve gayri milli özelliğinden dolayı PKK çıtayı iyice yükseltmiş, tavizleri peşpeşe koparmıştır.
Bugünkü şartlarda, AKP Hükümeti İmralı canisinin ağzına bakan, Kandil’den gelecek haberlere odaklanan, ihanet mesaisine memur edilmiş siyasi bölücülerin açıklamalarına dikkat kesilen sinmiş, pısmış, teslim olmuş bir hüviyettedir.
AKP, İmralı canisi ve çetesiyle Türkiye’yi paylaşma ve parçalama masasına oturmuştur.
Rezalet diz boyudur.
İhanet çizmeyi aşmıştır.
AKP ile PKK arasında takvime bağlandığı söylenen mutabakat metinleri hazırlanarak Türkiye ve Türk milletine kast edilmek için kollar sıvanmıştır.
PKK’nın talep ve dayatmasıyla; Anayasa ve yasalarda değişiklik planlamaktadır. Aksi takdirde masada duran terör silahı ölüm saçacaktır.
Çözülme süreciyle ilgili yeni yasal hazırlıkların Meclis’e getirileceği söylenmektedir.
Anadilde eğitim için son etaba girilmiştir.
Sözde demokratik özerklik üzerinde anlaşmaya varıldığı, cani başının önce ev hapsi, arkasından da serbest kalması için prensipte uzlaşıldığı anlaşılmaktadır.
Kandildeki terör şefleri, Öcalan canisinin 2015 yılındaki PKK’nın sözde kongresine katılacağını duyurmuştur.
İmralı canisi, süreç ihaneti amacına ulaşırsa, 15 Mart’ta silahlı mücadeleyi durduracaklarını açıklamış, AKP’yle köşe kapmaca oynadığını ayan beyan göstermiştir.
PKK, HDP ve İmralı canisinin bildiği, Hükümet içerisinde birkaç kişinin vakıf olduğu, AKP milletvekillerinin ise hemen hemen tamamının haberinin dahi olmadığı bölücü mutabakat metni Türkiye’nin mahvı demektir.
Başbakan ihanet pazarlığını saklamakta, çöküş ve çözülmeyi allayıp pullamaktadır.
Davutoğlu, ‘kamu düzeninden taviz vermeyiz’ dedikçe, düzen, dirlik, denge kaybolmaktadır.
‘Kamu düzeni çözüm sürecinin alternatifi değildir’ sözleri fos çıkmakta, boşluğa düşmektedir.
Süreç ihaneti PKK’nın dirilmesine ve hain taleplerini elde etmesine hizmet etmektedir.
Artık İmralı canisi AKP’nin resmi muhatabı, resmen müzakere ortağı haline dönüşmüştür.
Emzikli bebeklere kurşun sıkan, onbinlerce vatan evladının kanına giren azılı bir haydut, Erdoğan ve Davutoğlu işbirliğiyle ayağa kaldırılmış, cazibe ve umut merkezi yapılmıştır.
PKK’nın tehditleri sonuç doğurmuş, Hükümet teslim bayrağını çoktan çekmiş, Davutoğlu ve yardımcıları Kandil’e selam durmuşlardır.
Buradan Başbakan Davutoğlu’na soruyorum:
İmralı canisi tarafından çatısı örüldüğü ve PKK terör örgütünün onayladığı ifade edilen zehirli ve zillet mutabakatta neler vardır, neler yazılıdır?
Çok dar bir kadronun bildiği, fakat Türk milletinin malumat sahibi olmadığı ihanet taslağında PKK’ya ne verdiniz, neleri vaat ettiniz?
Gizli kapaklı sürdürülen pazarlıklarla nelerden, hangi milli ve tarihi emanetlerden vazgeçtiniz?
Başbakan bu sorularımıza cevap vermeli, 77 milyona doğruları anlatmalıdır.
Şerefi varsa, onurluysa dürüst olmalı, yüreklice konuşmalıdır.
İmralı canisiyle konuşulan, PKK’nın gönlünü eden, teröristleri sevindiren, bölücülüğü garantiye alan ve adına da çözüm denilen süreç kirliliği felakettir, kıyımdır ve kahredici bir bozgundur.
Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi İmralı canisine özgür kalacağının müjdesini vermişlerse, bilinsin ki bu milli vicdanın çökmesidir.
Eğer bu iki musibet, üniter yapıyı gevşetip yerel yönetimleri güçlendirme adına PKK’ya özerklik ve genel af sözü vermişlerse; bu vatana ihanet, tarihe ihanet, 91 yıllık Cumhuriyet birikimlerine çok açık sadakatsizliktir.
Süreç ihanetiyle şımaran PKK terör örgütü iyice azıtmış, iyice kontrolden çıkmıştır.
Ayn el Arab, yani Kobani bahanesiyle 6-7-8-9 Ekim’de Türkiye’yi savaş alanına çeviren, ölümlere neden olan teröristlerden hesap sorulmadan, herhangi bir hukuki fatura çıkarılmadan pazarlıkları hızlandırmak en hafif tabirle işbirlikçilik, korkaklık ve suça ortak olmaktır.
AKP sayesinde devlet, doğu ve güneydoğundan kademe kademe geri çekilmektedir.
Aziz milletime ve özellikle AKP’ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum; tehlike hiç olmadığı kadar büyüktür ve Türkiye çatır çatır parçalanmaktadır.
Bittiği söylenen terör alan tutmuştur.
PKK, kafasına göre sözde özerk bölgeler oluşturmakta, para basmakta, vergi toplamakta, yol kesmekte, mahkeme kurmakta, devletin egemenlik haklarına haince kast etmektir.
26 Aralık akşamından itibaren Cizre’de yaşananlar kelimenin tam anlamıyla fecaattir.
PKK ile Hüda-Par arasında vuku bulan silahlı çatışmalar neresinden bakarsak bakalım yönetilemeyen ve sahipsiz bırakılan bir ülke fotoğrafıdır.
“Cizre’de olduğu gibi nerede olursa olsun kamu düzenine yönelik herhangi bir fiil görüldüğünde bunun gereği yapılacaktır” diyen Davutoğlu kimi kandırmaktadır?
Kazılan hendeklerden devlet gücünü geçiremeyen bu aciz, neden bahsetmekte, hayali gerçekmiş sunmaya ne yüzle kalkmaktadır?
Şu düşülen hale bakınız; Türkiye’nin bir ilçesinde teröristler geceli gündüzlü birbirlerine mermi yağdırarak 3 kişinin ölümüne, 10 kişinin de yaralanmasına neden olmuşlardır.
Sınırlarımızın dışında ölen teröristlere cenaze merasimi düzenleyip devlete meydan okuyan hainlere karşı AKP kuyruğunu kıstırmış, kanlı çekişmeleri atalet içinde uzaktan seyretmiştir.
Cizre’yi Ayn el-Arap’taki kaosa benzer bir çıkmaza sürüklemeye çalışanlara karşı Hükümet hiçbir şey yapamamış, dahası konuyu ya paralele ya da provokasyona bağlayarak ucuz bahanelere sığınmayı tercih etmiştir.
Davutoğlu Amanoslar gibi dimdik durmaktan bahsetmektedir.
Başbakan’ın dağ olup yerinde çakılı durmasına gerek yoktur.
Kendisinden beklenen, hukuk olup, adalet olup, kudret olup güvenlik güçlerinin önünü açması ve elini güçlendirmesidir.
Cizre’de provokasyon izi sürenler önce, asıl ve gerçek provokasyonun süreç ihaneti olduğunu, bunun da sorumluların gün gibi ortada durduğunu fark edecek seciye ve zekayı sergilemedir.
Cizre’de paralel avına girişenler; asıl paralel devlet yapılanmasını meşrulaştırmak için kurnazca faaliyette olduklarını itiraf, değilse bile idrak etmelidirler.
Terör sokaklarda, caddelerde, şehirlerde, üniversitelerde, belediyelerde, Meclis koridorlarındadır.
Teröristler şehirlere sinmiş, dağlardan metropollere inmişlerdir.
Bölücülük sırtında silahla etrafta kol gezmekte, arka arkaya ihanet turu atmakta, savaştan, kan dökmekten bahsetmektedir.
Kürdistan ateşi her gün beslenmektedir.
Süreç kesilmezse, Türkiye bölünmeye doğru hızla gidecektir.
PKK ve sözde gençlik yapılanması Şubat ayını karar ve kader noktası olarak belirlemiştir.
Cizre’deki terörist hesaplaşmasını ‘Kandil’e nanik yapmak, karanlık ellerin operasyonu’ olarak tanımlayan çürümüş şahsiyetlerin, bulundukları makamda kimlerin nam ve hesabına çalıştıklarını açıklamaları da bize göre zarurettir.
Aziz milletim, PKK’nın AKP’yi kıskıvrak ele geçirdiğini görmeli ve demokratik muhasebesini buna göre yapmalıdır.
AKP’nin içine yuvalanmış, iktidarın kritik noktalarını ve köşe başlarını tutmuş bazı simalar, PKK uzantısı ve gizli ajanı olarak sürekli faal haldedir.
Türkiye’de ne kadar hain fıtratlı, emperyalizm sevdalısı, Türk düşmanı varsa ya iktidarda ya da iktidarın dizinin dibindedir.
Bu hazin durum kaderimiz olamayacaktır. Ve bu tablo hazmedilecek türden de değildir.
Daha düne kadar “çözüm sürecinde ciddi engelleri aştık, usul ve yöntem konusunda olumlu atmosfer oluştu” diyen Davutoğlu, fason Başbakan değilse, süreç ihanetinin Türkiye’nin başındaki yegane bela olduğunu görmelidir.
Bugün Cizre’de, yarın Silopi’de, diğer gün ise bir başka yerde çatışmalar büyür ve bunun da önüne geçilmezse, uyarıyorum ki, Türkiye kardeş kavgasının içine sürüklenecek, yanan ateş herkese ulaşacaktır.
Her gün yeni bir şokla sarsılan Türkiye, süratle bir kargaşa ve karmaşa ortamına sürüklenmektedir.
Milli bekamız derin bir çukura yuvarlanmaktadır.
Milli kimliğimiz AKP-PKK-HDP-İmralı canisi ve küresel vandalizmin hedefindedir.
Şayet Erdoğan ve Davutoğlu’ndan Türk milleti kurtulamazsa, Türkiye’nin akıbeti fenadır.
Doğu ve güneydoğuda sözde özerklik yoluyla kanton yönetimler oluşturmak ve ardından kurulması planlanan Kürdistan’a dahil olmak için zaman ve fırsat kollayanların tesir alanından çıkılamazsa Türkiye’yi kaybetmemiz kaçınılmazdır.
AKP Hükümeti 2015 yılında demokratik vasıtalarla tasfiye olmazsa, muhtemel anayasa değişikliği ve terör örgütüne verilen tavizlerle milli devletimiz, bin yıllık kardeşliğimiz gözlerini bir daha açamayacağı komaya girecektir.
Erdoğan başkanlık sevdasıyla Türkiye’yi bombalamaktadır.
Çözülme sürecine bel bağlayanlar, mütareke günlerindeki mandacı ve işbirlikçi zihniyetin bu zamanki halefidir.
Çözülme sürecini umut görenler, terörle köhne odalarda elele tutuşanlar işgal artığı, sömürgeci hayranı, Türk milletinin içine sinmiş ayrık otlarıdır.
Bu otları temizlemek, Türkiye’ye sahip çıkmak, aziz milletimizi bir ve beraber halde geleceğe taşımak bu devletin kurucu ideolojisi Türk milliyetçiliği, bağımsızlığımızı sağlayan Türk milliyetçileri için namus ve varlık meselesidir.
Büyük Türk milletine mensup olan, Türk kültür ve mirasına paha biçilmez bir cevheri, en nadide değeri gibi bakan aziz vatandaşlarımın desteğiyle karanlık geceyi üç hilalle yaracağız, sisli yolculuğu mücadelemizle aydınlatacağız.
2015 bizim yılımız olacak, 2015 Türk milletinin fetret devrinin sonu olarak tarihe geçecektir.
13 yıla giren kayıp ve zulmet perdesinin son sahnesi, son gösterimi 2015’de kapanacak, son bölümü 2015’de bitecektir.
Bunu da aziz Türk milleti yapacak, uyanan milli şuur tüm kirliliği, tüm süprüntüyü, tüm kokuşmuşluğu silip süpürecektir.
Muhterem Milletvekilleri,
Tıpkı barbar kavimlere benzer şekilde 28 Ağustos 2014’de kurulan ‘Beştepe Hanedanlığı’ Türkiye’yi avucuna ve ambargosu altına almıştır.
Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğundan beri Türkiye’nin soluğunu daha fazla kesmeye, hayat damarlarını daha da kurutmaya, değer ve kabullerini daha da küflendirmeye gayret etmiştir.
Şimdi yeni sorun 19 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesiyle ilgili aldığı kararıdır.
Bu çerçevede AKP’nin içinden çatlak sesler, aykırı ve birbiriyle çelişen görüşler fazlaca gündemi işgal etmiştir.
Erdoğan, 19 Ocak tarihini açıklamadan evvel, kendisine yakın ve havuzcuların garantörü olan eski bir bakan devreye girerek, 5 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’nun Cumhurbaşkanı tarafından toplanacağını belirtmiştir.
Buna karşılık Başbakan Davutoğlu ve Başbakan Yardımcısı Arınç’tan anında eleştiri gelmiş, sadece milletvekilliği görevini üstlenen eski bakanın, herhangi bir açıklamaya mezun olmadığını dile getirmişlerdir.
Elbette Erdoğan’ın gayri meşru para trafiğini yönettiği farklı delillerle ortada olan bu eski bakanın, kendiliğinden yorum yapması makul ve mantıklı olamayacaktır.
Anlaşılan kaçak ve karanlık sarayda Davutoğlu’nun hükmü yoktur, sözü geçmemektedir.
İşin bir başka hazin yanı da, Davutoğlu’nun sarayın oyuncağı olmaya peşinen gönüllü olmasıdır.
Erdoğan, eski bakanı aracılığıyla gündem oluşturmuş, herkesin eteğindeki taşı dökmesini temin ederek pozisyonunu buna göre şekillendirmiştir.
Nihayetinde 5 Ocak değilse de, 19 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’na başkanlık yapacağını 29 Aralık’taki Türk İş ziyaretinden sonra kamuoyuna deklare etmiştir.
Bunun üzerine, Başbakan Yardımcısı Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısından sonra çark etmek durumunda kalmış, birden bire Erdoğan başkanlığında toplanmayı uygun bulduklarını, bundan da istifade edeceklerini ileri sürmüştür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’nın çizmiş olduğu çerçeveler içerisinde yönetildiğini, kasaba devleti olmadığını söyleyerek aldığı karara kılıf dikmeye çabalamıştır.
Ve ilaveten, Cumhurbaşkanı’nın gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu’na başkanlık edeceğini vurgulamıştır.
Anlaşılan Davutoğlu’na da bu konuyu dikte etmiştir.
Anayasa’nın ‘104. Maddesinin b fıkrası’, Cumhurbaşkanı’nın yürütmeyle ilgili görevlerini ihtiva etmektedir.
Cumhurbaşkanı’nın gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi veya Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplantıya çağırması Anayasa’nın anılan maddesi gereğince mümkündür.
Fakat bu yetki bizzat Davutoğlu’nun da ifadesiyle istisnai bir durumdur.
Erdoğan gerekli gördüğü hangi hallerden dolayı Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmeyi uygun bulmuştur? Bunu hemen, gecikmeden netliğe kavuşturmalıdır.
Davutoğlu’nun başaramadığı, yapamadığı, üstesinden gelemediği ne vardır da, Erdoğan devreye girerek kendisini müdahil olmak zorunda hissetmiştir?
Madem Türkiye kasaba devleti, guguk devleti değildir; o halde hukuk devletinin temel ilke ve kaidelerine en ufak sapma gösterilmeden uyulmuştur da, geriye bir tek Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesi mi kalmıştır?
Hepsinden önemlisi, bundan sonra Sayın Ahmet Davutoğlu, hançeresi yırtılırcasına nasıl bağıracak, kurulmuş plak gibi nasıl ses çıkaracak, dahası Başbakanım diye ortalıkta nasıl gezecektir?
Zalime başkaldırmaktan bahseden boyunduruk altındaki Başbakan, zulüm altında inim inim inlemekten rahatsız değil midir?
Başbakan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vasiliği altında zincirlidir.
Eski devirlerdeki kürek mahkumları bile Davutoğlu’na göre hür, daha omurgalıdır.
Bir gözüyle sarayı, diğeri ile de Hükümetteki Erdoğan muhiplerini kollayan Davutoğlu iradesini çaldırmıştır.
Erdoğan alışılmış Cumhurbaşkanı olmayacağını söylemektedir.
Bize göre sorunların kaynağı da bu sakat anlayışta yatmaktadır.
Alışılmış Cumhurbaşkanı demek, anayasal sınırlarında kalan, görev ve yetkilerini aşma teşebbüsünde bulunmayan Cumhurbaşkanı demektir.
Fakat Erdoğan için bunlar beyhude ve gereksizdir.
Erdoğan Anayasa’ya uygun davrandığını, yasal yetkilerini kullandığını dillendirmektedir.
Kendisi, Anayasa’ya bu kadar bağlı, yasalara bu kadar riayet eden bir cumhurbaşkanı idiyse, Anayasa’nın 103. Maddesi’nde ifade bulan yemine ne diyecektir?
Görevine başlarken, TBMM’de; Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve aldığı görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namus ve şeref üzerine yemin eden Erdoğan, kısa zamanda tarafsızlığını çiğnediğini, siyasi demeçler verdiğini ne çabuk unutmuştur?
Erdoğan, Türkiye’yi 17-25 hukukuna mahkum etmiş, tiranlığa özenmiş, tek adamlığa soyunmuştur.
Keyfi olarak Anayasa’nın amir hükümleri arasında seçim yapmak; işine geleni kullanmak, gelmeyeni darbe hukuku diyerek buruşturup atmak ancak hukuktan kaçan, adalete sansür uygulayan bir kural tanımazın fiilidir.
İranlı kaçakçıyı yargının elinden alan, ayakkabı kutularına haramı dolduran, oğluyla birlikte sabahtan akşama kadar villada soygun paralarını eritemeyen bir şahsiyet; tutarlılık gereğince hukuktan bahsedecek kadar ahlaki temizlik taşımalıdır.
Erdoğan’ın 19 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’nu toplaması demokrasi gaspı, yeni bir sistem enjektesine dönük bayat ve bayağı bir niyettir.
Yaklaşık 5 ay sonra, Bakanlar Kurulu’nu ahlaken sorunlu şekilde toplayacak Erdoğan’ın, başkanlık veya yarı başkanlık için fiili durum oluşturmaya çalıştığı her türlü izahtan varestededir.
Davutoğlu buna itiraz etmeli, başaramıyorsa istifa ederek üstlendiği sorumluluğu faziletlice bırakmalıdır.
Bakanlar Kurulu’nun, 19 Ocak’ta Erdoğan başkanlığında toplanmasının münferit olmayacağı, arkasının geleceği gün gibi meydandadır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu yanlıştan dönülmesini, 62. Hükümet’in iffet ve itibarına sahip çıkmasını bekliyor ve bunu samimiyetle istiyoruz.
Değerli Milletvekilleri,
Erdoğan bu kadar hukuk sevdalısı ise, önce üzerine yapışmış halde bekleyen rüşvet ve yolsuzluk iddialarından arınacak cesaret ve dirayeti gösterebilmelidir.
Şu pervasızlığa bakınız ki, savcılar açığa alınmakta, soyguncular intikam almakta, en son örneği Gaziantep’te görüldüğü gibi polislere operasyon düzenlenmektedir.
Rüşvet müfrezeleri adalet terazini kırıp dağıtmaktadır.
17-25 Aralık operasyonuyla ilgili twitter mesajı yazan gazetecilerin evlerine zalimce baskınlar düzenlenmektedir.
‘Hırsız var’ diyerek haklı şekilde tepki gösterenler içeri atılmaktadır.
Ne var ki, rüşvetçi eski bakanlar güvencede, malum evlatlar emniyettedir.
Dün, Türk siyaset tarihinin en utanç verici kararlarından birisi alınmış, dört eski bakan toplantı süresi 3,5 saat süren Meclis Soruşturma Komisyonu tarafından Yüce Divan’a gönderilmemiştir.
Davutoğlu, korku filmlerindeki aktörler gibi kol kesmek, kol koparmakla uğraşırken, haklarında yığınla iddia bulunan bakanlar korunmuş ve milli vicdan iğfal edilmiştir.
AKP’li 9 üyenin eli rüşvet ve yolsuzluğu onaylamak için kalkmış, 9 üye hukuk cinayeti işlemiş, isimlerini arınmayacak şekilde lekelemişlerdir.
Yandaş ve tetikçi medya günlerdir Yüce Divan oylamasına kumpas ve darbenin son halkası çamurunu fırlatmış, psikolojik ve algı operasyonu düzenlemiştir.
AKP’nin müfteri korusu, ‘paralel ihanet çetelerinin yeni plan olarak Yüce Divan tuzağı kurduklarını’ manşetlerde hayasızca ileri sürmüştür.
Kamuoyu oluşturmak için akıl almaz tezviratlar yapılmıştır.
Şu asılsız ve uydurma isnatlara dikkatinizi çekiyorum; Gezi olaylarında başarılı olamayan, 17-25 Aralık darbe girişiminden sonuç alamayan üst akıl yine devreye girmiş. AKP’ye karşı son tuzak ise Yüce Divan aracılığıyla Anayasa Mahkemesi üzerinde vesayet kurmakmış.
Havuz medyasında, ‘Sivil Dayanışma Platformu’ adıyla hırsızların yönlendirdiği lobiler millet iradesini gölgelemiş, verdikleri sivil muhtıraya hiçbir vicdanlı AKP’liden ses çıkmamış, itiraz gelmemiştir.
Bu sivil görünümlü vesayet yanaşmaları, 4 eski bakanın Yüce Divan’a gönderilme çabasını, sözüm ona adli yargıda başarısız olan darbe girişiminin Anayasa Mahkemesi’nde sonuçlandırma adımı olarak yaftalamıştır.
İpleri Beştepe Hanedanlığının elinde olan bu kifayetsiz muhterisler ve ihanet kalıntıları Anayasa Mahkemesi’nin aklanma yeri olmadığını açıklamıştır.
Açıktan açığa AKP’li milletvekillerine de gözdağı veren bu hırsızlığın dayanışma platformu, ‘siyasi kariyerlerini sağlam iradeye borçlu olanların küçük hesapları büyük Türkiye yürüyüşünü durdurmaya yetmeyecektir’ diyerek yaygara koparmışlardır.
Milli iradenin tecelli ettiği aziz Meclis’e parmak sallamak, ayar vermek, hizaya getirmek hiç kimsenin, hele hele hain ve hırsızlara ilham olmuş 17-25 kadrosunun harcı olmayacak, bu rezillik unutulmayacaktır.
AKP’li milletvekillerinin ikna odalarına alınmalarının yanında, tepeden tırnağa gayri meşru ilişkilerin hakim olduğu bir Hükümet Türkiye’yi artık yönetemez, yönetmemelidir.
Milletin vekillerini darbeyle özdeşleştirmek, Gazi Meclis’i paralel yapılanmanın ileri karakolu gibi göstermek, söyleyiniz bana, en hafif tabirle soygun şebekesinin iğrenç bir iddiası, ahlaksız bir safsatası değil midir?
Soruşturma Komisyonu’nun kurulması için önerge veren AKP’nin değerli milletvekilleri, sorarım sizlere, siz ne zaman darbeci oldunuz, ne zaman apoletsiz cuntacı kesildiniz?
Yüce Divan’a gitmemek için yüce vicdan istismarı yapan eski bakanlar, biliniz ki, eninde sonunda tıpış tıpış adaletin huzuruna çıkacaksınız, biriken bedeli sonuna kadar ödeyeceksiniz.
Rüşvetçiler Bakara Suresiyle alay ederler, kimseden ses çıkmaz.
Torpili, haksızlığı, adaletsizliği ayetlerle örtmeye çalışırlar, İslam’la kandırırlar, kimseden tepki gelmez.
Dahası ‘Hz. İbrahim benim, Hz. Muhammed de kardeşim’ diyen sapıklar hiçbir yaptırım görmez.
Bu nasıl bir ülkedir, Türkiye kimlerin eline kalmıştır?
Meclis Soruşturma Komisyonu’nda göz göre göre, bütün somut delil, belge, bulgu, tanık ifadesi ve tespitlere rağmen, sarayın engellemesiyle hukuku boğazlayanlar altında kalkamayacakları bir karara imza atmışlardır.
Türkiye, AKP’nin hukuk ve ahlaka kategorik darbesini daha fazla taşımayacaktır.
Bu rüşvet ve yolsuzluk kervanının istikameti mahkemeye çıkmazsa, Türkiye’nin sosyal ve siyasal deprem yaşaması an meselesidir.
Rüşvet zanlısı eski bakanların Meclis Genel Kurulu’nda yapılacak oylamada, mutlaka layık oldukları muameleye uğramaları gerekmektedir.
Komisyondan kurtulan 17-25 Aralık failleri ilk önce adalete teslim edilmeli, arkasından da diğerleri paşa paşa, peş peşe onları takip etmelidir.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye yanarken, bekamızla ilgili vahim gelişmeler yaşanırken, Erdoğan’ın bin yüz elli küsur odalı kaçak ve karanlık saraya Türkiye’yi sıkıştırmaya kalkışması gelmiş geçmiş ne ileri vesayet düzenidir.
Ne 27 Mayıs’ta, ne 12 Mart’ta, ne de 12 Eylül’de böylesine bir dayatma, bu türden bir oldubitti görülmemiştir.
Unutulmasın ki, işgal yıllarında kitaplardan Türk kelimesini kaldıranlarla yeni Türkiye diyerek Türklüğe vade biçenler farklı zamanlarda yaşasalar da aynı yolun yolcusudur.
Hukuku susturup adaleti kekeletenlerin, tarihe darbe yapıp milli varlığı suçlayanların demokrasi ipine tutunmaları dürüst bir hal olarak görülemeyecektir.
Başımızı kuma gömmeyelim, asalet ve itibarın tescilini adil ve ahlaklı kararlarda değil de, haram ve taş binalarda arayanların başkanlık rüyaları iflasın habercisidir.
2015 demokrasinin zafer yılı olacak, yanlışa kapılmış, yolsuzluğa ve yasaklara yakasını kaptırmış, tedavisi olmayacak bir rüşvet hastalığına tutulmuş yozlaşmış iktidar milli ufkumuzdan kovulup atılacaktır.
Milliyetçi Hareket’in göbeği vatan sevgisiyle kesilmiş, ruhu millet sevdasıyla karılmış, dimağ ve vicdanı Türkçe’yle ve millet sevgisiyle tecelli etmiştir.
Ve Milliyetçi Hareket 2015’de Türk milletini iktidara taşıyacak, Türkiye’nin kurtuluşuna şevkle, arzuyla, azimle hizmet edecektir.
Bunun için ülkemize kast edilmesine müsaade etmeyiz, Türklüğü devrin bostancı başlarının boğazlamasına katiyen tepkisiz durmayız.
Temennim; Türkiye’nin yıpranmasına ve yıpratılmasına, değerlerinin aşındırılmasına, milletin parçalanmasına dönük girişimlere 2015 yılında mani olunmasıdır.
İnanıyorum ki, bu sene içinde;
AKP duracak, MHP koşacaktır.
AKP inecek, MHP yükselecektir.
AKP düşecek, Türkiye kanatlanacaktır.
AKP gidecek, Türk milleti MHP’yi getirecek, mührü milliyetçi, yetişmiş, ehil, uzman ve liyakatli kadrolara teslim edecektir.
Sözün sahibi millettir.
İradenin ve egemenliğin asil ve asıl hâkimi büyük Türk milletidir.
Sözlerimi bitirirken, başta Almanya olmak üzere, bazı Avrupa ülkelerinde Türklüğe ve İslam’a yönelik artan ırkçı kampanyayı nefretle kınıyor, bu konuda Avrupa ülkelerini sorumlu ve sağduyulu olmaya çağırıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, sizlerin ve büyük milletimizin yeni yılını bir kez daha kutluyor, muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.