Ali BADEMCİ
Dr. Rıza Nur, yakın tarihimizin en çok tartışılan şahsiyetlerinden biridir; kimine göre anlaşılmayan bir adam, kimine göre Türkçü, kimine göre de, Türkçülüğe karşı kullanılmaya müsait kafası çok karışık biri! Şüphesiz ki, Osmanlı’nın dağılma döneminin yetiştirdiği aydınlarından; fakat siyasi Türkçülüğün iktidarı olan İttihat Terakki’ye şiddetle karşı olmuş ve katiyen İslâmcılığa da yaklaşmamış, modern bir insandır. Cumhuriyet’e de karşı değildir ve şiddetle Hilâfet ve II. Abdülhamid’in aleyhindedir. Bu sebeple insan kafası çok karışık demekten kendini alamıyor. Fakat onu esas meşhur eden Cumhuriyet ve Atatürk aleyhtarı, açıklanmış görüş ve düşünceleridir. Dolayısıyla Milli Mücadele’nin sonuçlarına karşı çıktığına göre, doğru dürüst bu mücadelenin yanında olduğunu düşünmek de sanırız ki çok doğru değildir. Bir İmparatorluk mensubu olarak kendi ifâdesine göre Türk olduğu görülüyor; bunun aksine bir şey yazılmış değildir. Hatta mezar taşına “Türk olarak doğdum, Türk olarak yaşadım, Türk olarak öleceğim” şeklinde bir yazı yazılmasını vasiyet ettiği rivâyet edilmektedir. 1879 doğumlu olduğuna göre Türkçü İttihatçılar ve Mustafa Kemal ile aynı yılların ve aynı dönemin çocuklarıdır ve kendisi Askeri Tıbbiye mezunu tıp doktorudur. Hekimliğin yanında siyasetçi, devlet adamı, yazar, tarihçi, Türkolog’dur. Özellikle tarih ve Türkoloji alanında konunun uzmanları gibi bir ihtisas sahibidir. Kültürümüze çeviri ile kazandırdığı Ebu’l-gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime ve Şecere-i Türki gibi ana kaynaklar, hâlâ yegâne çalışma olarak kullanılmaktadır. Ayrıca 14 ciltlik Türk Tarihi yayımlandığı zamana göre adıyla bile tektir.Lozan ve Moskova Anlaşmaları’nın müzakerelerinde pek büyük yararlıkları görülmüştür.
O zaman bu kadar mükemmel görülen bir insanın hangi yönü tenkit edilmekte ve bugün kendine dost bulamamaktadır? Bu yazıda bir parça bunun üzerinde duralım ki, pek değerli gençler önlerini daha rahat görebilsinler! Bu uzun girişe şunu da eklemeliyiz ki, Rıza Nur’un çocuğu da yoktur ve ünlü Türkçü Atsız Beğ, onun manevî evlâdı ve sahip olduğu maddi-manevî servetin de yegâne varisidir.
Rıza Nur, II. Meşrutiyet’in ilk Melis-i Mebusanı’nın ilk dönem ve TBMM. 1.-2. Dönem Sinop Milletvekili, Türkiye’nin ilk Milli Eğitim ve daha sonra Sağlık Bakanı’dır. 1920 Moskova Anlaşması ve Lozan müzakerelerinde de, Türkiye adına sağlam bir müzakerecidir. Rıza Nur, birden bire 1926 yılında milletvekili olduğu halde Türkiye’yi terk etmiştir. Bu tarih İzmir Suikastı ile aynı yıl fakat ay olarak daha sonraya denk gelmektedir. “Hatırat”ta belirttiğine göre “Suikast”a karışanlar, eski fakat hiç sevmediği arkadaşları olması dolayısıyla ipin ucunun kendisine de dayanacağı korkuları içerisinde olduğu sanılıyor. Üslubundan anlaşıldığına göre böyle bir vehme de saplanmıştır. Maliyeci Cavit Bey’i, Türk olmadığı için sevmemesine rağmen onun idamının üzerinde etkileri seziliyor. Keşke de aynı akıbeti boylasaymış bu kadar pisliğin kokusu çıkmazdı.
Rıza Nur, Avrupa’da Paris’e yerleşti ve Hükümet mensubu olmasına rağmen, idamları şiddetle eleştirdiği ve haksız bulduğunu yine kendisi yazmaktadır. ”Hayat ve Hatıratım” Paris yıllarında yazılmış ve 1960 yılına kadar açılmamak kaydı ile İngiltere “British Museum”a teslim edilmiştir. Rıza Nur, hayatının bir kısmını da, Mısır-İskenderiye’de geçirmiş sanırız meskûkâtı burada çalışmıştır. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’ye gelerek Sinop’ta vefat etmiş ve buraya da defnedilmiştir.
Rıza Nur’un bir kısmı tıp mesleği ile ilgili sayısız eseri var; bunların hepsi kendi sahasında zamanın görüşlerini ifâde ediyor. Fakat esas gürültü koparan eseri mutlak olarak “Hayat ve Hatıratım” 1 Mayıs 1961 yılında “British”kataloglarına indirilen ve dört ciltten oluşan bu el yazmalardan, ilk olarak Türkçü akademisyen Cavit Orhan Tütengil (1921-1979) tarafından, İngiltere günlerinde haberdar olunmuş ve Tütengil, Belleten (01.10.1961),Cumhuriyet (09.03.1964/10.08.1964) günlü sayılarında çok güzel üç yazı yazmıştır ki, bizleri aydınlattığı kadar, muzırların gözünü açan da bu yazılar olmuştur. Her şeye rağmen bizim ilk gençlik yıllarımızda manevî evlât Atsız Beğ’in “Ötüken” dergilerinde Rıza Nur’un adı, “Türkçü Büyüklerimiz”in en başında yer almıştır. Atsız Beğ’in, Tütengil’in yazılarını neden nazara almadığını anlamak mümkün değildir; onunla aralarında bir geçimsizlik de olabilir; lâkin “Osmanlı Hanedanı” muhabbeti sebebiyle, Atsız Beğ ile o adam, yani Kadir Mısıroğlu pek yakın görüşmektedirler (Bkz. Mısıroğlu’nun katibi Erol Kılınç’ın ‘Damla Damla’ adı ile Ötüken’de neşrettiği Hatıraları). ”Hayat ve Hatırat” verasetin içinde değildi; bu sebeple Rıza Nur hakkında çok idealist fikirlere sahip Atsız’ın, işin farkında olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Fakat 1967 yılında “Mal görüp” de “Mağribiye ” dönen şampiyon “İslâmcı” ve ünlü Mustafa Kemal düşmanı Kadir Mısıroğlu, bu eseri temin etmiş ve kanunları hiçe sayarak “Altındağ Yayınları” şapkası altında yayımlamıştır. “Hayat ve Hatırat” tezgâh altında Türkçülerden çok büyük talep görmüş ve âdeta kapışılmıştır. Mısıroğlu izinde Abdurrahman Dilipak adlı bir diğer Atatürk düşmanının gayretleri ve ajitesi ise bu tarihlerden sonradır ve sanırım Atsız Beğ, bu ikinci istismar dönemini görememiştir. Ama bugünkü avenelere bu ikinci kişi tarafından gösterilmiştir. Fakat ilk yayından itibarenÖtüken’in listesi, “Türkçü Büyükler” sütunundan Rıza Nur adı çıkarılmıştır. Atsız Beğ’in manevî evlatlığının maddî şartları, onun eserlerinin yayımlanması şartına bağlanmıştı; onun için eserlerinin okunması bir yana, Atsız Beğ müzahereti ile yayımlanması kesinlikle mümkün değildir. Zaten böyle bir şey de olmamıştır. Bu sebeple maddi veraset hakkında bir takım hukuki süreçler de yaşanmış, bunu istismar ederek Atsız Beğ’e çamur atmaya kalkanlar da olmuştur.
Elbette “Hayat ve Hatıratım”ı uzun boylu inceleyecek değiliz. Çünkü bunların hiçbir kıymeti yoktur. Tamamen “Milli Mücadele”de, “Mütareke Basını” hâinlerinin kullanmasına elverişli Atatürk düşmanı herzeler! Kendi sözleri ile Rıza Nur’un şahsi ahlâk seviyesindeki düşüklük herkes tarafından biliyor. Değişik bir şey var mı, diye biz de zamanında bunlara çok ter döktük. Burada Atatürk düşmanlığını bayrak edinen bugünkü zihniyetin babaları başarılı olmuşlardır ki, bu da zamanın İngiliz hinliğinden başka bir şey değildir. Şimdi de bakınız, bu eserle o malum ve muktedir çevreler ilgileniyor; çünkü her satırı Atatürk düşmanlığı kokuyor; başkaca bir şey de yok. Bu konuda toplumumuz o hain görüşleri çoktan aşmıştır; temcit pilâvı gibi sürekli ortaya sürmek ve hele hele sıcak siyasi tartışmalarda kullanmak haysiyetsizlikten başka anlama gelmez.
Anlamışızdır ki, Rıza Nur büyük Türkçü filan değil, tedaviye muhtaç bir hasta ve manyaktır. Elbette kültürümüze hizmetleri çok ayrı bir şeydir; fakat siyasî ve hususî hayatı tenakuzlarla dolu, sürekli olarak şikâyet ve muhalefet eden kişiliksiz bir zattır. Biz zamanında öğrenmeye çalıştık; şimdi keşke hiç de uğraşmasaydık diyorum. Mustafa Kemal’in aleyhinde kimlerin konuştuğu belli; din ticareti yapanlar, kimlik problemi yaşayanlar, kuyruk acısı olanlar, kıçı kemre bağlayanlar! Değmez işler; ağzımızı bozduğumuza da değmez, ama milliyetçiler ve ülkücüler kesintisiz yolda yürümeye devam etmelidir. Bazıları gibi Mustafa Kemal üzerinden baldırı çıplak din düşmanlığı yapılmamalıdır! Ne olur arkadaşlar “Nutku” bir daha okuyun! O orijinal Türkçesi ile! O ruha, o kimliğe, o güzelliğe millet olarak şu günlerde daha çok ihtiyacımız var! Ben şu üç kelimelik deyişi çok severim; Moğolistanlı bir Şaman Türk’ün bendeki mektubu öyle bitiyordu: “Milletim canım benim!”
Muhabbetle.