Metin AKGÜN (*)
İnsanlar ve dolayısıyla toplumlar her geçen gün artan hız ve şiddette biri birini takip eden, bazen biri biriyle kesişen yerel ve ülke sınırlarını da aşan yoğun faaliyetlere giriyorlar.
Her geçen gün artan teknolojik gelişmelerin de yönettiği iletişim, yoğunlaşan seyahat döngüsü, ekonomik faaliyetler, ticaret, spor müsabakaları, yeni tür meslekler ve hatta popüler müzik artık tek bir ülkenin sınırları içine sığmaz hale geldi. Bu gelişme en muhafazakâr şahıslarda yaşanan bu halin kabul edilmesi gereken bir olgu olduğu ifade edilmektedir.
Daha önceleri yerel olduğu mütalaa edilen birçok ilişki ve faaliyet, uluslararası bir niteliğe kavuştuğu da söylenebileceği gibi, değişik ülkelerden insanların bir araya gelmesinin, mal, hizmet ve fikir alışverişinde bulunmasının, birbirlerinin tecrübelerinden yararlanılmasının faydasından da söz edilebilir.
Kaçmazoğlu, “küreselleşme, dünya ölçeğinde ekonomik, siyasal ve kültürel bütünleşme, fikirlerin, görüşlerin, pratiklerin, teknolojilerin küresel düzeyde kullanılması, sermaye dolaşımının evrenselleşmesi, ulus-devlet sınırlarını aşan yeni ilişki ve etkileşim biçimlerinin ortaya çıkması, mekanların yakınlaşması, dünyanın küçülmesi, sınırsız rekabet, serbest dolaşım, pazarın dünya ölçeğinde büyümesi ve ulusal sınırların dışına çıkması, kısaca dünyanın tek pazar haline gelmesi olduğunu vurgular. (Kaçmazoğlu, 2002, 49)
Küreselleşme, ulusal hükümetlerin ekonomik rollerini azaltmış, küresel rekabetin ülkelerden çok, uluslararası şirketler arasında olmasına yol açan bir süreci hızlandırmıştır. Artık küresel rekabet, İngiltere ile Almanya, Japonya ile ABD veya Avrupa ile ABD arasında olmaktan çok, Fuji ile Kodak, Boeing ile Airbus, Compaq ve Toshiba arasında olmaktadır. Bu süreç aynı zamanda iş dünyası ile ulus devletler arasında giderek artan bir amaç çakışmasının varlığını da haber vermektedir. (2)
Küreselleşme ile zaman ve mekan sınırları ortadan kalkarken dünyada olup biten her şey bütün insanlığa mal edilirken, insanlığın ortak değerleri vurgulanıp kültür ve medeniyet yeni baştan anlamlandırılmakta, İnsan hakları, özgürlük, adalet ve eşitlik gibi kavramlar yaygınlaştırılmakta, bireyselleşme teşvik edilmekte, ülkeler arasında çeşitlenmiş işgücünün serbest dolaşımı sağlanırken, üretim ve tüketimde rekabet artmakta, ekonomik kalkınma için kitlesel olarak yetişmiş nitelikli nüfusa ihtiyaç olduğuna dikkat çekilir.
Ancak altın yaldızlarla süslenerek toplumsal istekliliğin teşvik edildiği küreselleşme yönünde yaşanan kaçınılmazlığın getirdiği risklerden;
Küreselleşen dünyada gecikmiş ulusal devletler ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan büyük devletlerin açık etkisine maruz kalındığı, yaşanan bağımlılık durumunda ulusal sınırlar yok sayılacağı, milli egemenlik ve bağımsızlık gibi kavramların içinin boşaltılacağı, emperyalist amaçların küreselleşme adı altında meşrulaştırılmaya çalışıldığı gözden kaçırılmaktadır.
BALAY’ın (2004) tespitlerinde yer alan;
- Küreselleşme süreci toplumları birbirinden farklı ve hatta zıt olan iki yöne doğru çekmeye başlarken Birinci yönde toplumlar daha da yakınlaşıp bütünleşirken, öteki yönde ulusalcılık, etnik ulusalcılık ile parçalanma sürecine sokulmuştur. Birbirine zıt bu iki durum, üye ülkeler için bir yandan küreselleşme sürecinin dışında kalmamak, öte yandan ulusal bütünlüğü korumak gibi bir ikilem yaratmıştır.
• Dünyadaki ülkelerin üretim gücü ve tüketim olanakları aynı değildir. Bu yönden sanayileşmesini tamamlamış ülkeler daha üstün durumdadır. Küreselleşme zenginleşmenin ve refahın dağılımı kadar, fakirlik ve sefaletin dağılımını da hızlandırmıştır.
• Dünyada eğitim sürecine katılan insanların sayısı giderek artmaktadır. Her kademedeki eğitim kurumları teknolojik imkânları kullanarak insanların bilgi ve beceri düzeylerini yükseltmektedir. Buna karşılık eğitimden yararlanmayanların sayısında bir azalma değil, artma olduğu ileri sürülmüştür.
Küreselleşmenin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alandaki olumlu ve olumsuz yönleri bir arada bulunmaktadır.
İnsanlar, dünyanın başka bir ucundaki insanlarla anında görüşüp, onlarla her türlü bilgiyi paylaşmayı, ürünlerinden haberdar olmayı ve ticaret yapabilmeyi öğrenirken, bu süreçte gelişimini tamamlamış zengin ülkelerin, zayıf ülkeleri daha da zayıflatacağı endişesini de gün yüzüne çıkarmaktadır.
Küreselleşme bir yandan var olan iş alanlarının bir kısmını ortadan kaldırıp istihdamı olumsuz etkilerken, diğer yandan insanlara yeni iş fırsatları yaratmakta, işlerin farklı tarzda yapılma usullerini öğretmektedir. (3).
Evet, hızla yaşanan değişim rüzgârında farkında olmadan küreselleşirken bu süreç doğru yönetildiği takdirde hızlı değişim rüzgârında savrulmayıp, değişim milli menfaatler doğrultusunda yönetilebilir.
Yaşanan değişim sürecinin yönetilmesi için ülke içerisinde ülkeyi yönetmeye talip olan her kesim arasında akılcı bir beraberlik sağlanmalı, önce ülke menfaatleri göz önüne alınarak nefisler yenilmelidir. Önemli olanın işleri doğru yapmak olmadığı, asıl önemli olanın doğru işleri yapmadaki samimiyet olduğu kabullenilmelidir. Çünkü işin kendisi doğru değil ise yanlış işi doğru yapmanın milli menfaatlerimiz açısından hiçbir fayda sağlamayacağı unutulmamalıdır.
İnsanlar ve toplumlar, bir yandan bu sürecin olumlu yönlerini pekiştirip yaygın hale getirirken, diğer yandan olumsuz etkilerini en aza indirerek en yüksek faydayı sağlamaya çalışmalıdır.
Bu süreçte de milli menfaatleri koruma anahtarının eğitimde olduğunu düşünüyoruz. Bunun süreçte;
Vatandaşlarımızın eğitiminde insanlarımızı küresel tehdit karşısında olası risklere karşı vaziyet alabilecek bilişsel, duyuşsal ve devinişsel kazanımlarla yeterlik kazandırmalıyız.
Bu süreçte Bakanlığın tepede aldığı kararların yetmeyeceği, asıl önemli olanın uygulama sürecinde Atatürk’ün dediği gibi; “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” Dediği üzere kurumlar bazında vatanın bütününde yaşanması gereken eğitimin değer ve beceri odaklı olması gereği yönünde risklere karşı uyanık bireyler yetiştirme hassasiyeti önemlidir. Bu açıdan kurumların salt sınav odaklı öğretim faaliyetleri yeniden sorgulanmalı, doğru işlerin yapılmasına hassasiyet ve samimiyet gösterilmelidir.
Okullar geleceğin işgücünü yetiştirecektir. Küreselleşen dünyada yarının insanından sadece iş değil, sosyal yaşama ilişkin sorumluluklar açısından da ciddi beklentiler olacağı, okulların, mesleki ve teknik eğitimin yanı sıra, moral ve etik eğitimi de önemsemeleri gerektiği göz ardı edilmeden hizmet içindeki öğretmenlerinde bu yönde iş başında eğitilmeleri yanı sıra öğretmen eğitim programının da revize edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. İnsanların ana dili dışında farklı lisanları anlaması ve konuşması geleceğin dünyasında önemli olacağı aşikâr olduğu yönüyle öğretmenlerin de bu yeterliğe kavuşmaları süreçte model olacakları açısından önemsenmelidir.
Bireylerin sorunları tek başlarına çözme yetenekleri yanı sıra daha önemlisinin işbirlikli süreci yaşarken öğrenmiş insanların daha başarılı olacağından hareketle takım elemanı olmayı öğrenen, bunun avantaj olduğu bilincinde, sorunların farklı alanlardan kazandığı bilgi, kavram ve yeteneklerin koordinasyonu ile çözümlenmesinin, gerçek başarının arkasında yatan en önemli yeterliğin, insanlar arasındaki iletişim başarısında olduğu yönüyle istikbalimizin teminatı olan çocuklarımızın, gençlerimizin sözlü ve sözlü olmayan iletişim becerilerinin iyileşmesi faaliyetlerinin, eğitimin uygulama sürecinde önemsenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Bu açıdan il, ilçe ve her tür okul türü yöneticileri, öğretmenler ve müfettişlerin mesuliyetleri; nefsi değil neslin inşası açısından bakıldığında, yaşanması olası riskler açısından çok çok önemlidir.
————-
(1) Kaçmazoğlu, H. B. (Ocak 2002). Doğu-Batı Çatışması Açısından Globalleşme. Eğitim Araştırmaları 6: 44-55.
(2) BALAY, Refik, (2004) Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, yıl:, cilt: 37, sayı: 2, 61-82
(3) BALAY, Refik, (2004) a.g.e.
(*)Metin AKGÜNMaarif Müfettişi Eğitim 2023 Derneği Elazığ İl Temsilcisi |