Gazi Karabulut
Ne çok kullanılan bir kavramdır. En fazla da muhafazakar olduğu bilinin çevrelerce dilden düşürülmez. Her fırsatta kavram üzerinden sosyolojik tahlillere girilir. Emanet alınan mukaddes bir davadan dem vurulur. Ayet ve hadislerle izahlarda bulunulur. Ama tatbik nazarında aynı hassasiyetin gösterilmemesi ise “Neden yapmadıklarınızı söyleyip duruyorsunuz?” ikazını hatırlar mı “emanet”ten bahsedenler bilmem.
Türk Dilinde de “Birine geçici olarak bırakılan ve teslim alınan kişice korunması gereken eşya, kimse vb. inam, vedia” diye başlayıp “can, ruh” açıklamalarına kadar uzanan ve köken itibari ile Arapça “emin”den gelen kelime ifade ettiği mana ile karşılık bulsa toplum düzenine en büyük katkıyı yapacağı aşikardır.
Nitekim ayet ve hadisler mevzu ile alakalı bizleri ürpertecek nakillerde bulunmaktadır.
Her biri birbirinden ibretlik olan “emanet” ile ilgili ayetlerden günümüzü tahlil edenlerden bir kaçına göz attığımızda “söylediklerini yapmayan” bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.
Mesela Nisa suresindeki 58. ayete baktığımızda;
“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”
Yine Ali İmran suresinin 75. ayetindeki;
“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan bize vebal yoktur.” demelerinden dolayıdır. Ve onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” İfadesi günümüzdeki zümrelerle ne kadar da örtüşüyor.
Konu ile ilgili ayetler incelendiğinde emanete riayet etmenin erdemini ve ihanetinde dehşetini ayan beyan ortaya koymaktadır.
Hakikaten de üzerinde durulması gereken, hayat felsefesi olarak belirlenmesi elzem olan, köken itibari ile insanlığın yaratılışından bu yana kullanılan bir terimdir emanet.
Ve çağımız…
Bütün hayat tarzının kişisel beklentilerle şekillendiği, insanların konumlarını muhafaza etmek ya da vaad edilen makamlara ulaşmak için her yolu mubahlaştırdığı bir anlayışın toplumun her alanına sirayet ettiği dönemleri yaşıyoruz.
Dil ile geçici olduğu ifade edildiği ama o geçici şeklinde tanımlanan dünya menfaatleri için uhrevi kavramların ustalıkla kullanıldığı çağımızda artık kavramlara karşı da güvensizlik yaşanmaktadır.
Herkes “emanet” şuurunu kendi cephesinden bir kez daha değerlendirmelidir.
“Kim, kime ve ney, neye emanet?” bir kez daha muhasebe edilmelidir.
Yaratılış ile başlayan emanet silsilesi, insanlık tarihine pek çok mesuliyeti de beraberinde yüklemiştir.
Türk milleti de bu noktada gereken hassasiyeti göstermiş, çağlar boyunca “Türk Cihan Hakimiyeti” diyerek, on asırdır da “Allah Davası” inanışı ile nesilden nesile emaneti muhafaza etmeye gayret etmiştir.
Buradan hareket ile, Türk milletinin tarihi misyonunu ebedi bir ülkü olarak, büyük bir medeniyet mefkuresi şeklinde yarınlara taşımayı gaye edinen ülkücüler de emanete liyakat noktasında vazifesini tam olarak ifa etmelidir.
Kendilerine devredilen hak ve hakikat mücadelesini aynı hakkaniyet ile yaşamalı ve yaşatmalıdır.
Bunu yaparken de bir ahd ve vefa şuurunu unutmadan, ilim-iman coşkusu ile atiye taşımalıdır.
Evet! Zaman toplumun tamamını kucaklayacak nitelikte insani, İslami, milli şuur ile kucaklama; emaneti devralma zamanıdır.
Çünkü, gözü yaşlı, gönlü hicran dolu, yüreği buruk Anadolu insanı gece yarılarını seherlerle buluşturan demlerde “Ne yaptınız emaneti?” diyor.
Emanet ehline teslim edilmelidir.
Çünkü, Efendiler Efendisi münafıklığın alametlerinden bahsederken; “Yalan söyler. Sözünde durmaz ve EMANETE ihanet eder.” diyor.
Artık, emanet ifade ettiği mana ile ehillerinin elinde olmalı ve münafıklık hastalığı son bulmalıdır.