Hayriye Nurcan Yazıcı
Milli tek bir proje geliştiremeyen AKP iktidarı, “taviz vere vere’ sürdürdüğü ülke yönetiminde dillendirdiği “Yeni Türkiye” ve “İslam yükseliyor” söylemlerinin içini dolduramadığı için olacak, yeni yeni kimlik söylemleriyle Türk ve İslam kimliğimizi kırarak, bizleri, kendimiz olmadığımız bir tarihin figüranları durumuna sokmaya çalışıyor.
Konu bilgiye ulaşmaksa ve bu bilgiye ulaşmak için de başka bilgilere ihtiyaç varsa, elbette buna hayır dememiz mümkün değil. Elbette bu noktada da, Osmanlıcayı öğrenmeye ve öğretmeye kimse hayır demez.
Ama konu, bilgi ötesinde “bazı plan ve projelerin uygulanmasına” destek amacı taşıyorsa, durup bir daha bir daha düşünmemiz ona göre bir yorum getirmemiz gerekmektedir.
Önce Osmanlıca çıkışının zamanlamasına daha sonra da, konunun hangi niyetlere ön ayak olacağına iyi bakmak lazım. Bu da bizi işin gerçeğine götürecektir.
İktidarın mesajlarının arasına böylesine önemli bir konuyu sıkıştırması ne ilk ne son. Sadece Eğitim Şurasında değil, sivil toplum örgütleriyle ilgili bütün toplantılarda iktidar mesajlarını, ya bir amaca hizmet etmek için ya da algı hesaplaması yaparak veriyor.
Yani gündeme getirdiği konularla ilgili genelde iki amaç güdüyor. Gündem konularıyla dikkat dağıtarak muhalefeti etkisiz hale getirmek ve zihniyetlerine hizmet edecek başka konulara alan açmak.
Aynı anda, hem üretip hem de yaşama geçiriyorlar ki, bu da tartışılan bütün konuların çok daha evvelden planlanmış olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla “AKP’nin çantasında daha neler var neler” deyip, bekleyip göreceğiz. Çantanın içindekilerinin sadece AKP iktidarının amacına hizmet etmek için bekletilmediği, ABD’nin Türkiye üzerindeki planlarına hizmet etmek üzere kullanılacağını da bilmemiz gerekmektedir.
Düne kadar Osmanlıya sahip çıkmak yaşam felsefelerine tamamen ters olduğunu ifade edenlerin ve de temel meselesi sadece iktidarda kalmak olanların, toplumun değerleriyle birlikte, geçmişle ve gelecek arasında bir köprü oluşturması gibi bir derdi olabilir mi?
Aksine bu tür çıkışlarla, toplumun bir kesimini geçmişe dönük hesabın içine sokmuşlar, vicdan sızılarını kanatmışlar, yeni düşmanlıkların yeni tartışmaların önünü açmışlar, bunun sonucunda ise inkârcılar ve kabulcüler olarak iki saf ortaya çıkmıştır.
Osmanlı üzerinden kurulmuş bir devlet olarak Osmanlıyı inkar etmemiz ya da Osmanlıdan bihaber olmamız olabilir mi?
Asıl vahim olan durum, atalarımıza hizmet ettiklerini ifade edenlerin Diyalog adı altında haçlı zihniyeti ile girdiği işbirliğidir. Belli ki, iktidar ne yaptığının farkında değil.
Dolayısıyla sağduyu diyor ki, Türkiye’de izlenen ve önerilen bütün siyasi ve kültürel adımların asıl sahibi ne Erdoğan ne de AKP iktidarı oluyor.
Amerika’nın menfaatine çalışan her türlü siyasi hareketin içinde olanlarınsa ne dili ne yüreği doğruyu söylemiyor.
Görünen o ki, Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus’un ülkemizi ziyareti de dahil, “saraylı bir Türkiye” ABD zihniyetine hizmet edecek bir “AKP Osmanlısına”da ön hazırlık oluyor.
Buradan da anlıyoruz ki, “Büyük Türkiye” diye milleti gaza getirenler aslında, Türkiye’nin büyüklüğünden değil de “görevlerinin büyüklüğünden” bahsediyorlar.