Ali Bademci
Türk Ocakları’nın bir asrı aşan ömrü ile hâlâ kültür hayatımızdaki varlığı ve çalışmaları her türlü takdirin üzerindedir. Web sitelerine lütfen bir göz atınınız; hemen hemen Anadolu’nun her yanına dağılmış şubeleri ile hafta sonları dolu ve dopdolu faaliyetleri Türklüğün geleceğine ilişkin yegâne umut kaynağıdır. Elbette Türklüğün her zamankinden daha çok, birlik, beraberlik ve ufka ihtiyacı olduğu bir dönemde, tıpkı Cumhuriyet’te olduğu gibi kurucu rol oynaması tarihi misyonuna ayrı bir anlam kazandırmak tadır. Türklük, elbette “Uzun ve ince bir yoldur” ve “Zor” hatta, günümüz beynelmilel siyasi oyunlarında çoğu zaman da “Hor” görülen ulu bir dâvâdır. Bir takım gafiller ve güyâ devlet adamı olacak şahıslar, adına bile takılarak siz “Türk Ocağı derseniz birlileri çıkar filân ocağı der” gibi anlamsız, çarpık ve ruhsuz beyanlarda bile bile bulunmuşlardır. Uzun zaman “Bir bilen olmuş” tepedeki insanların ne yazık ki Türk Ocakları’nın adı ile bütünleşmiş tarihi binasını bile elinden alması ve güyâ müze yapması ayrıca üzerinde durulması gereken önemli bir tarih notudur.
Elbette Türklük tarihi bir süreçten geçmektedir. Doğudan- batıya, kuzeyden-güneye kadar tekmil Türk coğrafyasında yüz yıldan beri devam eden operasyon maalesef devasa Türklük ağacının Orta Doğu’da Türkmen unsuruna şiddetli ve ısrarlı bir hücûma geçmiş, bir zamanlar “Bağımsız tek Türk Devleti” diye adlandırılan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde de kaleler oluşturmuştur. Elbette devleti elinde bulunduranların tamamiyle ihanet içerisinde olduğu söylemek çok aşırı ve yanlış bir değerlendirmedir. Fakat sırf yanlış anlayışlar ve Cumhuriyeti çarpık değerlendirmeler sebebiyle gaflet içerisinde bulunulduğunu görmemek mümkün değildir.
Cumhuriyeti kuranlar şüphesiz ki İslâmi esaslara göre teşkilâtlanmış bir unusurlar devletinin en şuurlu ve yetişmiş askeri bürokratları idi. II.Abdülhamid ile Mustafa Kemal arasında anlayış ve düşünce farklılıkları olduğunu kabullenmek tamemen Osmanlı’ı anlamamaktadır. Hele hele Atatürk ile Enver Paşa’yı karşılaştırmak ve birbirine düşman iki cephe gibi göstermek şu sıralar tedavülden kalkmışsa da yıllarca aydınlarımız tarafından ısrarla speküle edilmiştir. Fakat şurası bir gerçektir II.Abdülhamid-İttihat Terakki-Cumhuriyet her bakımdan fikren ve zikren biririnden ayrılmayan üç dönem, fakat tek ideâldir. Bir örnek olmak üzere bu üç dönemde de Museviler’in bütün ısrarlarına rağmen muhayyel Yahudi Devleti her türlü imkânsızlıklara rağmen onaylanmamıştır. Hatta İsrail için II.Abdülhamid devrinde, Türkiye’nin bütün borçlarını ödemek gibi karşılığında Yahudiler’in yurt istekleri üç iktidar tarafından da şiddetle reddedilmiştir. Söylenecek diğer sözler teferruattan başka anlam taşımaz.
İşte devlet katımızın bu hususu iyi bilmesi ve anlaması şarttır. Böyle bir derin anlayışta Türk Ocakları’nın konumu ve durumu kesinlikle göz ardı edilemez; çünkü II.Meşrutiyet’in ikinci dönemi ve Cumhuriyet tamamen Türk Ocaklılar’ın ürünüdür. Bugün için iki üç bin militanın birbiri ile kapışması küresel boyutta bir mesele olarak algılanırken özellikle Irak ve Suriye’de Türkmenliğin görmemezlikten gelinmesi ne kadar fahiş bir hatadır. Yüz yıl önce “Sykes–Picot “ ile aynı gerçeği göremeyenlerin yeniden aynı duruma düşmeleri ve devletimiz bünyesinde de taraftar bulması ne kadar elim bir hatadır. Bu ülkelerde sadece demografik yönden incelense dâhi tarih boyunca bir varlık gösterememiş unsur veya unsurlar önemsenirken coğrafyaya hâkim unsur ve düşünce olarak damgasını vurmuş Türkmen’liğin önemsenmesi, bizim devlet adamlarımızın da bu gerçeği tam olarak okuyamamaları yeniden tamir edilemez hatalara sebeb olacaktır. Türk Devleti’nin bu coğrafyada kendi kendini tanıyamaması, buna göre düşünce geliştirememesi gibi bir sonucu mutlaka ve yeniden gözden geçirmeliyiz. Mutlaka Filistin Türklük ve din kardeşlerimiz için çok önemlidir; fakat milli siyaseti burada kilitlemek ve kendimizi görmemek, tanımamak da gaflet değil midir? Lütfen bir devlet çalışması yaptırın, Şii’si ve Sünni’si ile Irak’da Araplar’dan sonra hakim unsurun Türkmenler olduğu sonucuna varacaksınız. Arap ile Türkmenler arasında ise tarih boyunca çok önemli meseleler cerayan etmemiştir. Suriye bu bakımdan elbette çok daha önemlidir; çünkü burada Türkmenler kahir ekseriyet olarak Sünni-Hanefi Müslümandır. Biliniz ki Şafii Araplar’la Osmanlı’dan gelen yarım kalmış hasaplar olsa da Arap Alevileri(Nusayri) ile hiçbir mesele yoktur. Belki Adana-Hatay-Mersin’de Suriye’den daha fazla Arapça konuşan ve çoğu zaman Araplığı kabul etmeyen Alevi vatandaşımız yaşamaktadır. Gazi Mustafa Kemal’in 1926’larda bunlarla ne kadar iyi muhabbet içinde olduklarını pek iyi bilmekteyiz; hatta bugünkü CHP hâlâ bu bölgelerde işte o meyveleri yemektedir. Maalesef tarihten sıyrılıp dünkü doğruları bugün tersine çeviremeyiz. Mutlaka bu acı tecrübeleridevlet kadrolarının yeni bir çalışmaya tabi tutması ve reel siyasi materyal olarak kullanması şarttır.
Mustafa Kemal’in Adana Arap Alevileri ile ilk karşılaşması, onlarla derin ilişkiler oluşturmasının Adana Türkocağı’da hayat bulduğunu ve ondan sonra Başbakan İsmet İsmet Paşa’nın görevlendirildiğini biliyor muydunuz!
İşte Türk Ocakları bu kadar önemlidir; böyle bir ortamda Türkçüler’in Türk Ocağı ve faaliyetlerini, her türlü günlük siyasi ortamın ve polemiklerin üzerinde görmeleri bir zarurettir.
Sağlıcakla kalın.