Ali Bademci
Biz yazı yazanlar, takdir edilmeyi çok beklemeyiz; bu sebeple tenkit edenimiz çok olur. Fakat tekdir edilmeyi de hazmedemeyiz; hele bu tekdir edep kurallarını aşarsa, biz aşmamaya ve daha yumuşak üslupla cevap vermeye çalışırız. Katiyen okuyanlarımıza okuyucu, dinleyenlerimize dinleyici demeyiz. Çünkü herkesin zikri ne olursa olsun, her zaman fikrine saygılı olmak durumundayız. Onun için şâirler, en güzel şiirlerini bir kadeh attıktan sonra yazarlar ve onların şiirlerine sarhoş nağmesi diye bakamayız. Zikir, herkesin özel hayatıdır; bizim için aziz olan fikirleridir. Böyle düşünmezsek Anadolu ozanlarını îzah edemeyiz. Hatta Hacı Bektaş Veli ile Mevlâna’yı zikir yönünden karşılaştırırsak hiç netice alamayız. Önemli olan ortaya konan fikir ve kalıcı olan da budur. Bu sebeple fikri azarlamak, düşünceleri aşağılamak çok yanlıştır.
Bizde âdet hâline gelmiştir; bazı insanlara göre kendi fikirlerinde olursan iyisin, değişik bir şey söylersen çok kötüsün. Hâlbuki fikir üreten insanlar iyiye iyi, kötüye kötü demek zorundadır. Bu işler öyle sultanın bühtanı gibi “kıvırmak, yalpalamak, zikzak yapmak”deyimleri ile kapatılamaz. Oynak, ikiyüzlü, herkesi idare eden adam düşünce üretemez. Perde gerisinden seyredip de “Oh oldu birbirlerine düştüler” diyenler de, fırsat kollayan fareler gibidir. Her zaman avlanmağa ve dışlanmağa mahkûmdurlar. Günde beş vakit namaz kılıp da, yurt dışından mut’alı kadın ithal edenlere siz Müslüman diyebilir misiniz? İşte bazıları böyledir; bugün Ahmet’in yarın Mehmet’in kapılarındadırlar, dostluklarına da katiyen güvenilmez.
Bizde siyaset çamur gibidir; kırk yıldan beri de bu işi bir türlü öğrenemedik ve ayak oyunlarına da alışamadık. Hile hurda bilmeyen bizim insanların bir araya geldiği çatılarda, her seçim öncesinde bir karışıklık başlıyor ve alıp başına gidiyor. Sonra sabahlara kadar seçim sonuçlarını takip ediyoruz, neden ilgi görmediğimize hayıflanıp duruyoruz. Elbette kimse ak sütle yıkanmış değildir, herkesin kusuru vardır. Gerçekten siyaset yanılıyor veya yanıltılıyor; kaç seçim geçti, iyi tercih yapılan yerlerde milletin teveccühünü alıyorsun, kötü ve isabetsiz tercihler yaptığın yerde de sıfıra müncer oluyorsun. Kim bile bile bindiği dalı keser. Hani hep kendimizi geri zekâlılara mı teslim etmişiz! Hâin damgası yediğini beyân ederek şikâyette bulunanlar, aynı zamanda birilerinin, birilerinin emrinde olduğunu söyleyecek kadar komplo teorilerine sarılıyorlar! Buna akıl erer mi? Açık söyleyelim istihbaratın hiç işi yok senin mekânını işgal edecek, ondan sonra da işgal ettiği mekânı karıştırmaya çalışacak! İşgal etmişse zaten karıştırmasına gerek yoktur, karıştırıyorsa demek mekân işgal altında değildir ve hayâl görüyoruz.
Heyecanlı çocukluk ve gençlik yıllarımızda bunlara inanıyor, bir sürü yanlışlık ve haksızlık yapıyorduk. Ama artık ilkler 80’i, ikinciler 60’ı, üçüncüler de 40 yaşını aşmış durumda. Ömrümüz bunlarla mı geçecek? Bizim hakikatten siyasette ve siyasî kadrolarda yapacak işimiz yoksa elimizi kolumuzu bağlayıp mutlaka ayak oyunlarına bulaşmamıza gerek yoktur. Çünkü ülkücüler yetişmiş insan ve eğitim görmüş beyinlerdir. Dernek çalışması yaparsın, dergi çıkarırsın, kitap yazarsın; yani yapacak iş mi yok!
Önümüzde çok güzel bir örnek var, işte Türk Ocakları. Kim hizmet etmediklerini söyleyebilir. ”Asırlık çınar ağacı” diyorlar, haksız mı? Her cumartesi gayet düzeyli bir sohbet toplantısı yapılıyor, ülke ve milliyetçiliğin meseleleri konuşuluyor. Kimse siyasetten yıkıcı biçimde söz etmiyor; aksine konuşulanlar ve yazılarla siyaset üretiliyor. Şubeler de öyle ve çok canlı! Kötü mü oluyor? Fakat bir takım arkadaşlarımız daima ve herkesi çok yıkıcı biçimde tenkit ediyor; ”Yapmayın etmeyin” denildiği zaman da karşısındakini “Tekdir” ediyorlar. Artık her şeye karşı olmak gibi bir hastalıktan kurtulamadığımız için yazık bize, çok yazık!
Sağlıcakla kalın.