Gazi KARABULUT
HEP SÖYLÜYORUZ. Ne kavramlara yüklenen anlamlar masumdur, ne de semboller sadece semboldür.
Son dönemde, Kobani bahanesi ile maşa olan PKK terör örgütü ve ona maşalık yapan taşeronlar hadsiz bir şirretliğin örneklerini sergilemektedirler.
Sözde Işid işgali gerekçesi ile ortaya konan başkaldırı, basit bir eylem değil bilinçli bir anlam yüklemesininisyan organizesidir.
Göstermelik anlamsız çığlıklarla ortalığı yakıp yıkan azgın Pkk’lı güruhun, “önce kaos oluşturup ardından istedikleri gibi dizayn etmek” için Işid adlı canavarı büyüten Küresel güçlerin bir başka taşeronu olduğu aşikardır.
Şeref ve haysiyet sahibi herkes bu noktada sorumluluğunun gereğini yerine getirmelidir.
Bazı kavramlar ve semboller vardır ki onlar bütün değerlerinizi tek başına ifade ederler. Bayrak, dünden bugüne ve elbette yarına bizim için; şeref, bağımsızlık, namus, vatan, ülkü, din vs gibi pek çok ulvi manaları ihtiva eder.
Dil uzatanın dili, el uzatmaya kalkanın eli, yan gözle bakanın gözü işte bu sebepten dolayı koparılır, kırılır, çıkarılır.
Kurumlar, sizin devlet olma gerekçenizi ifade eder. Kurumlara yapılan saldırılar devletin asli yapısını hedef alır.
Millet malına yapılan yağmalar, beynin kodladığı intikam ve nefreti sergiler.
Sokaklardaki başıbozuk çılgınlık tam bir kalkışma hamlesi ve iç savaş çığlıklarıdır.
Bunlar hakikatlerdir.
Ama asıl ulaşılmak istenen; Mehmet Akif Okur’un tabiri ile “söylev kapanı”na esir edilme ve istenilen sürece devşirme girişimi olduğu göz ardı edilmemelidir…
PKK’nın azgın eylemleri, yol kesmeleri, silaha sarılmaları, şehirlerdeki kaos ortamları, güvenlik güçlerine yönelik saldırılar mesajlarla dolu stratejilerin ürünüdür.
Önce bölge halkı ve iç bünyeye diri durma ve dağılmama mesajı verirken, çocuk ve kadın eylemleri ile de dünya kamu oyuna meşruiyet görüntüsü vermeye çalışmaktadır. Tabi devlete yönelik tehdit içerikli mesajlar da işin cabası…
Meseleye bakışımızı anlamak istemeyenler için bir kez daha hatırlatalım:
Yazılı ve görsel basının eski sosyalistleri, sözde İslamcılar, bir şekilde devlet ve milletle yarım kalmış hesabı olanlar; son zamanlarda bölücü terör örgütü başına ve Pkk’ya hayranlıklarını dillendirirken zannedersiniz ki kanarya sevenler derneğinden bahsediyorlar.
Bunca yaşananlara rağmen her biri, örgüt liderlerinin ve taşeronlarının ağzından çıkacak söze odaklanmışlar ve manşete yansıtmak için bir yarış içerisindeler.
Bomba yapılan evler, kaçırılan öğretmenler, işçiler, dağa çıkarılan çocuklar, kesilen yollar, toplanan vergiler, kurulan kck mahkemeleri, şehit edilen polisler…
Devlet aklı ve millet feraseti artık devreye girmelidir.
Ancak bütün bu yaşananlar ve kaotik ortama rağmen, beyinlerinin bir yerlerinde kodladıkları düşmanlıklarını yansıtırken de milliyetçiler üzerinden kinlerini kusmaktan da beri durmuyorlar.
Bunlar ne milliyetçiliği biliyorlar ne de milliyetçilerden haberleri var. Zaman zaman devlet adına ellerindeki gücü despotça kullananları, milliyetçi düşüncenin temsilcileri olarak lanse edip o yaklaşımları sergileyenlerin üzerinden içlerindeki nefreti kusuyorlar.
Utanmadan, sıkılmadan yaşanan olaylardan beslenileceğini ifade eden Bab-ı Ali tetikçileri İmralı’daki caniyi iyi polis, Kandildeki vahşiyi de kötü polis yaparken millet memleket sevdalılarını da provakotör ilan etme bayağılığına düşmektedirler.
Bütün bu psikolojik hareketin ardından, milliyetçilerin bir çözüm önerisi olmadığından, hatta yaşananlardan nemalanıldığından bahseden ve onları, vicdanlı hiçbir insanın kabul etmeyeceği bir şekilde şövenizim ile suçlayanlar yarın tarih ve millet huzurunda bunun hesabını vereceklerdir. Bu dünyada olmasa da, dünyanın varlığından daha fazla iman ettiğimiz Huzur-u İlahi’de bu hesaplaşma gerçekleşecektir.
Pkk hangi hedefinden vazgeçmiş ve bölücü örgüt lideri hücresinde hangi sadist arzularını ötelemiş ki onları barış elçisi görenler peşlerine takılıp gidiyorlar.
Ya da milliyetçilerin yıllarca; ötekileştirmeyip birleştiren, tarihi derinliklerle birlik anlayışını destekleyen, coğrafi ortaklıkların önemine vurgu yapan, kültürel ortaklıklar ve inanç birlikteliği ile meseleye bakan yaklaşımlarını görmezden gelip, meseleyi etnik boyuta indirerek asıl ırkçılığı ayrıştıranların yaptıkları ortada değil mi?
Daha terör bu kadar azmamışken Doğu ve Güney Doğu’ya yüz bin kişilik bir orduyu teklif eden bu ordunun içinde bölge halkının değerlerini bilen ve yaşayan binlerce sosyolog, psikolog, yönetici, doktor, öğretmen, ekonomist ve tabi ki güvenlik görevlisinden bahseden milliyetçiler değil miydi?
Yine aynı Allah’a inanıp, aynı peygamberin ümmeti olduğumuzu, aynı kültürel değerlerle yoğrulup aynı çile ve sevinçleri yaşadığımız, kız alıp kız verdiğimiz Kürtlerle bin yılı aşan kardeşliğimiz olduğunu vurgulayan milliyetçiler değil miydi?
Yine tarihe geçen “Onlar ne kadar Kürt ise biz de o kadar Kürt’üz. Biz ne kadar Türk isek onlar da o kadar Türk’tür” anlayışı milliyetçilere ait değil mi?
Aslında birileri asırlık Türk düşmanlığını bu yolla tatmin etmeye çalışırken Türk’ü bir etnik ırk seviyesine indirip onuntarihi misyonunu ve yüklendiği anlama olan düşmanlığı bu şekilde deşifre etmeye çalışıyorlar.
Ne yaparsanız yapın, hangi taşeronluklara kalemşörlük ederseniz edin, hangi planın uzantıları ile etnik bölücülüğün peşinde olursanız olun Allah bu milleti seviyor ve bu mukaddes topraklar daha nice destanlara hep birlikte şahitlik edecektir.
NOT: ASLINDA ÇORAK TOPRAKLARDAKİ KARA YAĞIZ YİĞİTLERİN DESTANI başlıklı bir yazı kaleme alıp Afgan Türklüğünün çile ve ıstırap dolu hayatlarını sizlerle paylaşmayı düşünüyordum. O yiğit, vefakar, Türkiye ve Türk sevdalısı kardeşlerimizin ahvaline götürecektim okuyucularımızı…
Ama ülkemizde yaşanan çalkantılı ortamda, milli yaklaşımları yeniden hatırlatmak ve diriliş hareketi ile gönülleri fethetmek adına satır aralarındaki yürek çırpıntısını dillendirmek zorunda kaldım.