Turgut Özal’ın Öne Çıkışı
24 Ocak 1980 Kararlarının mimarı ise; 1979’da Süleyman Demirel tarafından kurulan azınlık hükümeti sırasında, Dünya Bankası’nın tavsiyesi ile başbakanlık müsteşarlığı ve DPT müsteşar vekilliğine atanan Turgut Özal’dı.
Kenan Evren’in Turgut Özal’ı Keşfetmesi
24 Ocak 1980 Kararları çıkmış, çıkmasına da bunun arkasında duran olmamış, savunması ise projenin mimarı olarak kabul edilen Turgut Özal’a kalmış.
Turgut Özal; askerin talebi üzerine, Başbakan Süleyman Demirel’in izni dâhilinde, Harp Akademileri’nde bir brifing vermiş.
Brifing; askerlerin, sivillere bilgi verdiği bir toplantı olmasına rağmen; ilk kez, bir sivilin askerleri bilgilendirdiği bir toplantı olmuş.
Turgut Özal; 24 Ocak 1980 Kararlarının nedenini, hedefini ve zorluklarını anlatmış. Konuşması ise toplantıda yer alan dönemin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren tarafından ilgi ile karşılanmış. Bu da; O’nun, Kenan Evren ile tanışmasını sağlamış.
Turgut Özal; bundan sonra, çeşitli vesilelerle genelkurmay başkanlığına çağrılmış, kendisinden bilgi alınmış.
12 Eylül 1980 Sabahı
12 Eylül Sabahı evinden alınan Başbakan Süleyman Demirel; Hamzakoy’a hapse gönderilirken, Turgut Özal ise genelkurmay başkanlığına götürüldü.
Bülend Ulusu Hükümeti
12 Eylül 1980 Askeri Darbe sonrasında kurulan Milli Güvenlik Konseyi, hükümeti kurmak için Bülend Ulusu’yu görevlendirdi.
Başbakan Bülend Ulusu; ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına Turgut Özal’ı getirirken, yine aynı ekip içinde yer alan Kaya Erdem’i de maliye bakanı yaptı.
Süleyman Demirel, Turgut Özal’ın ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına getirilmesini; 12 Mart 1971 Muhtıra sonrasını dikkate alarak olumlu bulmuş, yakınlarına da “O’na destek verin” demiş.
Ulusu Hükümetinin Maliye ve Ekonomi Politikası
Hükümet; “24 Ocak 1980 Kararlarının takipçisi olacağını” ilan ederek enflasyon ile mücadeleyi, bütçe ve cari açığı düşürmeyi hedefledi. Bunun için “kemer sıkma” denilen bir sıkı para politikasına başvurdu.
Sermaye birikiminin yetersiz oluşu, mali ve ekonomik sorunların çözümünü çözümsüz kılıyordu. Sermaye birikiminin yetersizliği ise ülkenin geri kalmışlığı ve tasarrufun düşük seviyede olmasından kaynaklanıyordu.
Şiddetle hissedilen sermaye ihtiyacı; dâhilde mukim kişilerin yurtdışındaki paralarının ülkeye transferi, yastık altı altın ve paranın ekonomiye kazandırılması ve tasarrufun özendirilmesi ile karşılanabilirdi.
Dâhilde mukim kişilerin yurtdışındaki paralarının ülkeye transferi için; mali piyasadaki kontroller gevşetildi, yastık altı altın ve parayı ekonomiye kazandırmak ile tasarrufu özendirmek için de; faizler serbest bırakıldı.
Mali piyasadaki kontrollerin gevşetilmesi; dâhilde mukim kişilerin yurtdışındaki paralarının ülkeye transferine yetmedi, yetmemesi ise; teşvik ve aralarında bankerlerin de yer aldığı bir aracı sınıfı gerekli kıldı.
İthalatı kısmak ve dâhilde mukim kişilerin yurtdışındaki paralarının ülkeye transferini hızlandırmak için; sık-sık kur ayarına başvuruldu, ihracat ve ihracata yönelik yatırım teşvik edildi.
Sık-sık kur ayarına başvurulması; ücretler yerinde sayarken mal ve hizmetlerin fiyatının yükselmesine, mal ve hizmetlerin fiyatının yükselmesi; iç talebin daralmasına, iç talebin daralması da; iflas, işsizlik ve gelir dağılımı bozukluğuna yol açtı.
Faizlerin serbest bırakılmasına gelince; mevduat faizlerinin serbest bırakılmasına rağmen, Bankalar; dört büyük bankanın baskısı ile mevduat sahibine enflasyon altında faiz vermeye devam etti, bankerlerin piyasada etkin olmaya başlaması ile de 1981’in üçüncü çeyreğinden itibaren reel faiz vermeye başladı.
1982’ye gelindiğinde; 1980’de 77 TL olan dolar kuru; 156 TL, % -2,8 olan büyüme hızı; % 3,1, % 22 olan bütçe açığı; % 8, % 36 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı; % 64, % 107 olan enflasyon; % 25, % 8,2 olan işsizlik; % 7,9 oldu.
Bütçe ile cari açık ve enflasyon konusunda; bir başarı var ise de, ekonomik büyüme ve işsizlik; hükümetin önünde duran ve başını ağrıtan en önemli sorundu.
Turgut Özal’ın Eleştirilmeye Başlanması
Hükümetin ekonomik büyüme ve işsizlik konusundaki yetersizliği; eleştiriye neden olurken, eleştiri de; sorumlu bakana yöneldi. Bu da hükümetin ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı Turgut Özal’dan başkası değildi.
Turgut Özal ise; “ bunun, serbest piyasa ekonomisine geçişte uygulanan kemer sıkma politikasından kaynaklandığını ve geçici bir durum olduğunu” söyledi.
1982 Banker Krizi
1978-1980 döneminde, ortalama yıllık mevduat reel faiz haddi; % – 15,4 idi. Bu; “mevduat sahibinin, ortalama olarak; her yıl, % 15,4 oranında zarar etmesi” demekti. Bankerler de işte böyle bir dönemde filizlendi.
Mevduat faizlerinin serbest bırakılmasına rağmen, Bankalar; dört büyük bankanın baskısı ile mevduat sahibine, enflasyon altında faiz vermeye devam etti. Bu da enflasyon altında ezilen tasarruf sahibinin bankerlere yönelmesine neden oldu.
Bankalar arası rekabet nedeni ile Bankaların; bankerlere ya da bankerler aracılığı ile tasarruf sahibine nama veya hamiline mahsus vadeli mevduat sertifikası satması ise bankerlere olan güveni sağladı.
Hamiline Mahsus Vadeli Mevduat Sertifikası ise kayıt dışı sermaye için bulunmaz bir fırsattı.
Tanınmak, açığa çıkmak; kayıt dışı sermayenin, en önemli çekincesi idi. Hamiline Mahsus Vadeli Mevduat Sertifikası ise bu çekinceyi bir ölçüde de olsa gideriyordu.
Yüksek faizin cazibesine kapılanlar hariç, kayıt dışı sermaye; banka kayıtlarında görülme ihtimaline karşı, Banker denilen bir aracıya ihtiyaç duydu. Bu da bankerlerin iş hacmini inanılmaz bir boyuta çıkardı.
Çılgınlık
Bankerler; para sahibine, teminat olarak faiz kuponunukestiği banka mevduat sertifikasını verdi, ilave faiz taahhüdünde bulundu. Bu durumda; tasarruf sahibinin anaparası garanti, faiz ise riskti. Ancak; bu faiz, bankalara oranla inanılmaz ölçüde cazipti. Bu da elinde avucunda olandan, evini satana kadar, birçok kişiyi peşinden sürükledi.
Küçük ve Orta Ölçekli Sermayenin İflası
Bankalar arası mevduat yarışı, reel faiz haddini; önce % 10’a, daha sonra da % 14,5 ve % 17’e çıkardı.
Reel faiz haddinin % 17’ye çıkması; kredi faizlerinin hızla yükselmesine, kredi faizlerinin hızla yükselmesi de; iç piyasadaki daralmadan etkilenen küçük ve orta ölçekli sermayenin birer, ikişer iflasına yol açtı.
Saadet Zinciri
Bankerler; bir, iki faiz ödemesinden sonra sıkıştı. Faiz ödemesini yapmak için; para toplamak, parayı toplamak için de; daha yüksek faizi taahhüt etmek zorunda kaldı. Ancak; bir şartla, “ teminat olarak kısmen banka mevduat sertifikası vermek” kaydıyla. Bu sefer vatandaşın kısmen de olsa anaparası tehlikede idi. Buna itiraz edip, faizden feragat ederek anaparasını çekenler olduğu gibi, kabul edenler ve gaza gelip hiç teminat istemeyenler de oldu
Banker İflasının Başlaması
1981’in sonbaharında, banker iflasları görülmeye başlandı. Maliye Bakanı Kaya Erdem’in parasını kaptıran vatandaş ile ilgili yorumu ise; “ vatandaş üç beş kuruş fazla kazanmak için kumar oynadı. Kumarda kazanmak kadar, kaybetmek de vardır” şeklinde idi.
Banker İflasının Artması
Banker iflası; 1982’nin başından itibaren, hızlı bir artış gösterdi. Bu aynı zamanda onlar ile iş yapan şirketlerin de batışı oldu. Yüksek banka faizleri ise “benim” diyen büyük sermayeyi bile salladı.
Turgut Özal’ın buna cevabı ise; “batan batar, kalan sağlar bizimdir” şeklinde oldu. Bu söz ile serbest piyasa düşünce ve mantığına vurgu yapıyor, “yanlış karar verenin ve risk alanın da sonucuna katlanacağını” söylüyordu.
Banker Kastelli’nin Sıkıntıya Girmesi
Bankerlerin birer, ikişer batışı; banker piyasasının en büyüğü olan Banker Kastelli’yi de sıkıntıya soktu.
Banker Kastelli; bankerler tarafından toplanan 150 milyar TL’nin, 100 milyar TL’na hükmediyordu, batışı mali piyasayı krize sokabilirdi. Bu nedenle de Turgut Özal; Banker Kastelli’ye, TC Ziraat Bankası ve Pamukbank’tan sağlanacak krediler ile destek vermeyi düşünmüş ise de bu girişimi sonuçsuz kaldı.
Banker batışının artması ile birçok Banka; bankerlere ya da bankerler aracılığı ile tasarruf sahibine yaptığı mevduat sertifika satışını durdurdu. Bunun sonucu olarak; Banker Kastelli’ye destek veren sadece iki banka kaldı, bunlar da Çavuşoğlu-Kozanoğlu grubunun Hisarbank’ı ve Özer Çiller’in başında bulunduğu İstanbul Bankası idi.
Banker Kastelli; Hisarbank ve İstanbul Bankası’nın mevduat sertifikaları sayesinde faaliyetini zar, zor sürdürüyordu. Topladığı paranın kendisine kalan kısmını hızla değer kazanacak gayrimenkullere yatırmıştı, zamana ihtiyacı vardı, faizin durması ve gayrimenkullerinin değerlenmesi ile de büyük bir kara geçebilirdi.
18 Haziran 1982 Bankalar Kararı
18 Haziran 1982’de, Bankalar; 40 bankanın katılımı ile yapılan bir toplantı sonucu, “bankalar; bundan böyle bankerlere ya da bankerler aracılığı ile tasarruf sahibine mevduat sertifika satışı yapmayacaktır” şeklinde bir karar aldı.
Banker Kastelli’nin İsviçre’ye Kaçışı
18 Haziran 1982 Bankalar Kararı, Banker Kastelli olarak tanınan Cevher Özden’in; hem bankerlik faaliyetinin sonu, hem de sorununun çözümü oldu.
19 Haziran 1982’de İsviçre’ye giden Cevher Özden; İsviçre’den Tunus’a geçti, orada yakalandı, 12 Eylül 1982’de Türkiye’ye iade edildi, tutuklandı ve bir süre kalacağı Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderildi.
Turgut Özal ve Kaya Erdem’in İstifası
Banker Kastelli olarak tanınan Cevher Özden’in İsviçre’ye kaçışı; toplum, asker ve siyasi çevrede önemli bir tepkiye yol açtı, o güne kadar yapılamayan eleştiri ve tartışmalar da gündem konusu oldu.
14 Temmuz 1982’de ise; Turgut Özal, ardından Kaya Erdem görevinden istifa etti.
Banker Krizinin Faturası
Banker Kastelli’nin İsviçre’ye kaçışıyla; elinde mevduat sertifikası olan, ilgili bankaya başvurarak, faizi düşünmeksizin, anaparayı çekmek için kuyruğa girdi. Bu da; İstanbul Bankası, Hisarbank, Odibank, İşçi Kredi Bankası, Bağbank, İstanbul Emniyet Sandığı, Anadolu Bankası ve Töbank’ın sıkıntıya girmesine ve yıllarca sürecek olan bir banka tasfiye işleminin başlamasına yol açtı.
İstanbul Bankası, Hisarbank, Odibank ve İstanbul Emniyet Sandığı; TC Ziraat Bankası’yla, Töbank; T. Halk Bankası’yla, Anadolu Bankası; T. Emlak ve Kredi Bankası’yla birleştirildi, İşçi ve Kredi Bankası ile Bağbank ise hazineye devredildi. Zarar önce birleştirilen bankaya, daha sonra hazineye, nihayetinde de halka fatura edildi.
Banker olayı bittiğinde; 2 banker öldürüldü, 10’u kaçtı, 5’i gözaltına alındı, 5’i tutuklanırken 12’sinin iflası istendi. 200.000 civarındaki tasarruf sahibinin alacağı ise; normal bir dairenin 3 milyon TL olduğu bir dönemde de 75 milyar TL idi.
Toplumun Düşünce Tarzı ve Mantığının Değişmesi
Tabii olarak; bu oyunun, kazananları ve kaybedenleri vardı. Kaçanlar ve zamanında girip çıkanlar kazanmış, bekleyenler ve paraya tama edenler ise kaybetmişti. Kazananlar; yeni bir oyunu dört gözle beklerken, kaybedenler de; yeni oyundan “nasıl karlı çıkılının” hesabını yapıyordu.
Toplum; bir kere de olsa “kısa yoldan, köşe dönmenin” hazını yaşamış, acısını tatmıştı. Bu da; pragmatik-popülist-oportünist kişi-yönetici ve liderleri, halkın nezdinde popüler kıldı.
24 Ocak 1980 kararları; “Türkiye’nin küresel sisteme entegrasyonunun miladı, 12 Eylül 1980 darbesi de bunun devrimidir”.
24 Ocak 1980 kararlarının ilk ve en önemli etkisi dolar kuru üzerinde oldu. Dolar kuru, Ocak 1979’da; 25TL iken, 1984 Ocak’ında; 309 TL’na yükseldi. O dönende “benim” diyen, nice ithalatçılar ve yatırımda yakalan sanayiciler battı ya da direkten döndü. 1970’li yılların ortamı dikkate alındığında; askeri darbe dışında, hiç kimse buna cesaret edemezdi. Buna; ne öğrenci, ne işçi, ne de sermaye örgütleri izin verirdi.
Türkiye’nin Yeni Düzene Geçişi Hiç Tartışılmadı
Türkiye’nin yeni liberal kapitalizme geçişinin alt yapısını oluşturan 24 Ocak 1980 Kararları; önce bir cankurtaran simidi gibi görülerek halktan geniş bir destek aldı, daha sonra ödettiği bedeller ile de halkın her kesiminde gözden düştü.
Birçokları; Türkiye’nin yeni düzene geçişini, sadece bir ekonomik model değişikliği olarak gördü. Oysaki bunun sosyal-kültürel-siyasal etkileri de olacaktı. Zira “Türkiye’nin Yeni Düzeni” sadece yeni bir ekonomik model sunmuyor, din-siyaset-millet-devlet-yönetim yapısı-yönetim şekli-sosyal yapı-kültür alanlarında yeni bir tanım ve açıklama getiren, ülkeyi her türlü operasyonlara açık hale sokan bir özelliğe sahipti. Diğer bir ifade ile bu; Türkiye’nin, yeni ideolojisi idi. Bunu; o günlerde, ya düşünen ya da dile getiren olmadı veya biz sesini duymadık.
Amerika’nın Meydan Okuması
1981’de ABD devlet başkanı olan Ronald Reagan; yeni liberal politikaların uygulamasına geçerek, ”ABD’nin yeni liberal-kapitalist bir ekonomik modeli esas aldığını, bunu benimseyen ülkelerin yanında, karşı çıkanların ise karşısında duracağını” söylerken, karşı çıkanları da “totaliter, demokrasi ve özgürlük karşıtı olmakla” suçladı. Bu; Amerika’nın, SSCB’ni hedef alan, diğer ülkeleri de tehdit eden bir meydan okumadan başka bir şey değildi.
İngiltere’nin ABD’yi Takip Etmesi
1979’da Birleşik Krallık başbakanı olan Margaret Thatcher; “kamu harcamalarını kısarak, yeni liberal politikaların uygulamasına geçeceğini” söyledi.
IMF’den Destek Gelmesi
Uluslararası Para Fonu ( IMF); yaptığı bir açıklama ile “yeni liberal politikaların uygulamasına geçecek ülkelere destek vereceğini” ilan etti.