Şefkat Çetin: “Son 10 günde 30’un üzerinde okulu yakanlara karşı çaresiz kalan hükümet, Kürtçe okul dayatmasının nereye varacağını dahi hesap edebilmiş değildir. Bu devletin ihtiyacı olan, PKK uzantısı partinin üyesine haddini bildiren tek bir Mehmetçiğimizin gösterdiği kadar dirayettir. AKP’nin sarstığı vatan ve devlet fikrine sıkı sıkıya sarılmak için Suriye ya da Irak olmayı beklemeden Milliyetçi Hareket Partisi’nde buluşmanın zamanıdır.”
Tayyip Erdoğan hangi yetkiye dayanarak Türkiye’yi savaşa soktu?“” diyen MHP Teşkilatlardan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin, Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin IŞİD operasyonuna destek açıklaması ile ilgili olarak yazılı bir Basın Açıklaması yaptı. “Komşu ve Müslüman bir ülkenin aslında petrol için bombalanmasına ortak olan Tayyip Erdoğan bütün imajını ve olmayan itibarını ABD’de bırakarak Türkiye’ye misyonunu tamamlamış bir lejyoner olarak dönmektedir.” sözleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sert bir biçimde eleştiren Çetin’ın Yazılı BAsın Açıklaması şu şekilde:
ABD İLE SAF TUTAN ERDOĞAN’IN YENİ MİSYONU LEJYONERLİK
TAYYİP ERDOĞAN HANGİ YETKİYE DAYANARAK TÜRKİYE’Yİ SAVAŞA SOKTU?
BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta Türkiye’yi Suriye’deki askeri operasyona dâhil eden Tayyip Erdoğan, bir kere daha kalıbının adamı olmadığını ispat etmiştir. Bugüne kadar İslam dünyasına bir rol model olarak pazarlanan Tayyip Erdoğan Libya’dan sonra yine bir Müslüman ülke Suriye’ye karşı savaşta ABD saflarında yerini almıştır. Komşu ve Müslüman bir ülkenin aslında petrol için bombalanmasına ortak olan Tayyip Erdoğan bütün imajını ve olmayan itibarını ABD’de bırakarak Türkiye’ye misyonunu tamamlamış bir lejyoner olarak dönmektedir.
Bugüne kadar İslam dünyasına yönelik batılı müdahalelerde dirayetli bir duruş gösteremeyen ve hatta en azından tarafsızlığını korumayı dahi başaramayan AKP hükümeti ve Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi bir kere daha Müslüman bir ülkeye karşı batılı bir askeri koalisyonun parçası haline getirmiştir. Suriye’den binlerce kilometre uzaklıktaki öteki koalisyon ülkelerinin aksine, Türkiye sınırlarımızın hemen ötesindeki savaşın bir tarafı yapılarak büyük riske atılmıştır. Üstelik henüz Meclis’te tezkereler dahi görüşülmemişken, Tayyip Erdoğan’ın Amerika’ya savaşa destek sözünü hangi yetkisine dayanarak verdiği belirsizdir. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olarak mı, yoksa Davutoğlu adına başbakanlık adına mı ABD’ye birlikte savaşma sözü vermiştir? Bu konuda asıl karar mercii olan TBMM yok sayılmış, tek adamın keyfine ve hesabına göre koca ülke bataklık olduğu malum bir yola sokulmuştur.
Aylardır dile getirdiğimiz endişemiz bugün haklı çıkmıştır. Hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanlığı makamında Başbakanın ve Bakanların yetkilerini kullanan Tayyip Erdoğan Türkiye’yi resmen savaşa sokmuştur. Sorumsuz ama tam yetkili hali devam ettiği sürece Tayyip Erdoğan Türkiye’yi daha çok savaşa sokacaktır.
ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin IŞİD bahanesiyle Irak ve Suriye’de yürütülen savaşta Türkiye’nin ön safta yer alacağını ilan etmesinin ardından, Tayyip Erdoğan’ın “Üzerimize düşen görev neyse yapacağız” sözleri Türkiye’ye yakışmamıştır. Görev tanımı ve kapsamı sorulan Tayyip Erdoğan’ın “Askeri, siyasi hepsi…”sözleri, AKP hükümeti ve yeni milli şef Erdoğan’ın tam anlamıyla teslim alındığını göstermektedir.
Bölgeye üçüncü defa Amerikan müdahalesini sağlayan bu savaş zaten çoktan başlamıştır ve ABD uçakları Irak’tan sonra son iki günde Suriye’deki hedefleri bombalayarak sahayı genişletmiştir. Irak ve Suriye’ye yönelik müdahalenin gerekçesi olarak, IŞİD terör örgütünün binlerce Müslüman’ın yanı sıra son günlerde Avrupalı ve ABD’li birkaç esiri vahşice katletmesi kullanılmaktadır. Oysa bölgeye müdahalenin asıl sebebinin zengin petrol kaynakları olduğu ve bu yüzden kan döküldüğü herkesin bildiği bir gerçektir. Türkiye’yi böyle bir koalisyona asker yazdıran Tayyip Erdoğan ve AKP’nin dökülen Müslüman kanları bahasına batının el koyduğu petrole bekçilik yapması kabul edilemez bir durumdur.
ABD bombardımanının Suriye’ye kadar genişletmesine denk gelen üç aydır esir tutulan konsolosluk çalışanlarının kurtarılmasını bir başarı gibi sunmaya çalışan AKP hükümetinin yalanı da, Türkiye’nin savaş koalisyonuna katılmasıyla ortaya çıkmıştır. IŞİD’in aslında tam anlamıyla bir paravan olduğu ve “kötü köpek sürüye kurt getirir” misali bölgeye emperyalist güçleri çekmek için tasarlandığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin Musul konsolosluk görevlileri IŞİD elinde rehin kalmış olsalar dahi böylesi bir zamanlamayla bırakılmaları akla çok sayıda soru getirmektedir. IŞİD’in ABD kontrolünde olma ihtimalinin yanı sıra, konsolosluk çalışanlarının IŞİD dışındaki başka bir güç tarafından alıkonulduğu ve zamanı gelince verildiği, böylelikle Türkiye’nin koalisyonun emrine sokulduğu iddiaları güç kazanmaktadır.
Askeri müdahalenin görünen sebebi olarak IŞİD ve El Kaide bağlantılı örgütler gösterilmesi ve bunlara karşı Türkiye’nin neredeyse bir cephe ülkesi haline getirilmesi tartışılması gereken bir başka husustur. IŞİD koalisyonunun içine Türkiye’yi sokan Tayyip Erdoğan, aynı bölgede ve Türkiye’de faaliyet gösteren PKK ve PYD gibi örgütlerin de terör örgütü olduğunu ABD’lilere neden hatırlatmamıştır? PKK’nın da terör örgütü olduğunu hatırlattı ise ABD önderliğindeki koalisyon IŞİD ve El Kaide’nin yanı sıra PKK ile de mücadele edecek midir? Eğer cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan Türkiye’nin çıkarlarını gözeterek koalisyona evet dediyse, PKK ve Suriye’deki uzantısı PYD’nin de bu savaşta vurulması gereklidir. Tam aksi olur ve ABD emrinde silâh altına giren Tayyip Erdoğan’la PKK ve PYD’yi aynı safta buluştururlarsa ne olacaktır? Daha şimdiden Barzani, PKK ve PYD’nin ABD tarafından bölgede bir müttefik olarak görüldüğü ve desteklendiği ortada iken Tayyip Erdoğan IŞİD ile kim için neyin savaşını yapacaktır.
Bölgemizde Türkiye’yi de içine alacak bir harita değişikliği için küresel güçlerin önemli adımlar attığı ortadadır. ABD’nin bugün IŞİD bahanesiyle bölgeye müdahale için izlediği politikaların bir benzeri 1990’larda yaşanmış ve o dönemde Türkiye büyük zararlar görmüştür. Batının petrol hesapları ve silah stoklarını eritmek için tezgâhlanan İran-Irak savaşından sonra Saddam’ın katliamlarından kaçan yarım milyon Kürt’ün Türkiye’ye sığınmasının ardından yaşananlar bugün bir kere daha tekrarlanmaktadır. 1988’deki Kürt göçünün yarattığı güvenlik ve maliyet sorunlarıyla zafiyete düşen dönemin hükümeti çareyi Irak tarafında bir tampon bölge kurulmasında görmüş ve ABD ile birlikte Kuzey Irak’ta Güvenlik Bölgesi’nin kurulmasına ön ayak olmuştu. Türkiye’de konuşlandırılan Çekiç Güç tarafından güvenliği sağlanan 36. paralelin kuzeyindeki Kürt bölgesi, bugün Barzani’nin hükümranlığında bir Kürt devletine dönüşmüştür ve bağımsızlık için gün saymaktadır.
Geçmişte Saddam zulmüyle Irak’ta yapılan kitlesel nüfus hareketlerine dayalı siyasal dizayn, şimdi IŞİD zulmüyle sınırlarımıza yığılan 2 milyon mülteciyle Suriye’de tekrarlanmaktadır. 1990’larda sözde Kürdistan’ın güneyi peydah edilirken, şimdi Akdeniz’e açılacak batı kısmı Suriye’nin kuzeyinde hazırlanmaktadır. Suriye’nin kuzeyinde üç Kürt kanton bölgesini Kuzey Irak’a uygulanan formülle güvenli bir bölgeye ve devlete dönüştürmek için küresel bir operasyon yürütülmekte ve ne yazık ki Türkiye yüzde yüz aleyhine olacak bu gelişmelere dâhil edilmektedir.
Irak ve Suriye’de yaşanan iç çatışmalar ve büyük göç hareketleri bugün artık Türkiye’nin milli güvenlik sorunudur. Yaratılan bütün bu kaosun arkasında adım adım Kürdistan’ı inşa edenler, Türkiye’yi de istikrarsızlığa sürükleyecek alt yapıyı hazır hale getirmektedir. Geçmişteki hükümetlerin hatalarından hiç ders çıkarmadığı belli olan AKP hükümeti 2 milyon mülteciyi sınırlarımızdan kontrolsüz bir şekilde sokarak geri dönüşü zor bir hata yapmıştır. Hiçbir denetime tabi olmayan ve ülkenin her tarafında dilediği gibi dolaşabilen böylesi bir nüfus her an patlamaya hazır bir bomba gibidir ve son derece ciddi bir milli güvenlik sorunudur.
AKP hükümetinin geri dönüşü en zor ve hayati hatası ise açılım ya da çözüm adını verdiği ihanet projesidir. AKP hükümetinin terör örgütü PKK ile yürüttüğü çözüm sürecinin aslında Türkiye’yi çözmekten başka bir anlamı olmadığı son gelişmelerle iyice ortaya çıkmıştır. Irak ve Suriye’de yaşanan son gelişmeler ve sınırımıza dayanan yeni göç dalgası, AKP hükümetinin açılım politikalarının ne kadar yanlış ve tehlikeli sonuçlara kapı araladığını ortaya koymaktadır. Açılımın amacının PKK’yı silahsızlandırmak ve sınırlarımızın dışına çıkarmak olduğu ilan edildiği halde, müttefiklerimiz ve hatta AKP hükümeti PKK’ya silah verecek noktaya gelmiştir. Açılım politikasına göre sınırlarımızdan çıkarmamız gereken PKK’lılar Türkiye’den Suriye’deki özerk Kürt bölgesine savaşmaya gidip gelmekte ve ortada bir sınır bırakmamaktadır. Kısacası açılım politikaları kontrolden çıkmış ve AKP hükümeti PKK ile müzakerelerde inisiyatifi kaybederek Türkiye’nin başına büyük işler açacak bir şekilde çuvallamıştır.
Bunca büyük hadiselere ve gelişmelere paralel yürütülen algı operasyonları karşısında dirayet gösteremeyen AKP hükümetinin yanı sıra Türk medyası da milli hassasiyetler konusunda sınıfta kalmıştır. Suriye’de yaşanan son gelişmelerin aktarılması esnasında bilhassa yer adlarıyla ilgili bölücü örgütün terminolojinin hiçbir özen gösterilmeden kullanılması kaygı vericidir. Bölgeyle ilgili yerleşmiş ve genel kabul görmüş adlandırmalar yerine PKK ve PYD’nin terminolojisini kullanan Türk medyası, yarın Türkiye için de benzer tercihlere zorlandığında ne yapacaktır?Irak’ın kuzeyi yerine Güney Kürdistan, Kuzey Suriye yerine Rojava demek, askeri operasyonla yeni harita tasarlayanlarla benzer bir amaca hizmet etmek değil de nedir? Kuzey Suriye ve Irak’ta sadece Kürtler mi yaşamaktadır? Bölgede binlerce yıldır yaşayan Türkmenler ve Araplar hem AKP hükümeti hem de medya tarafından çoktan zihinlerde yok sayılmaktadır.
Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin ulusal güvenliğinden sorumlu olanların bölgemizde yaşanan gelişmeleri iyi okudukları ve gerekli tedbirleri aldıkları hususunda ciddi kaygılar taşımaktadır.Sınırımızda cereyan eden savaş ve iki milyon mültecinin artma ihtimaline karşı AKP hükümetinin milli güvenlik politikalarının yetersiz olduğu gözlenmektedir. Daha da önemlisi Irak ve Suriye’deki siyasi Kürtçülükle Türkiye’deki bölücü faaliyetlerin hiç olmadığı ölçüde bütünleşmesi karşısında AKP’nin devletimizi acziyet içerisinde bırakmasıdır.Son 10 günde 30’un üzerinde okulu yakanlara karşı çaresiz kalan hükümet, Kürtçe okul dayatmasının nereye varacağını dahi hesap edebilmiş değildir. Bu devletin ihtiyacı olan, PKK uzantısı partinin üyesine haddini bildiren tek bir Mehmetçiğimizin gösterdiği kadar dirayettir. AKP’nin sarstığı vatan ve devlet fikrine sıkı sıkıya sarılmak için Suriye ya da Irak olmayı beklemeden Milliyetçi Hareket Partisi’nde buluşmanın zamanıdır.