‘Pozitif Ülkücülük’ Zamanı başlıklı yazım son kitabımın en ilgi çekenmakalelerinden birisi oldu. Bir hekim ülküdaşımın: “Negatif Ülkücülük de mi var?” sorusu zaten yazmayı düşündüğüm “Negatif Ülkücülük” konusunun açıklığa kavuşması için yeni bir yazı yazmamı adetâ zorunlu hale getirdi. “Herşey zıddı ile kâimdir.” şeklindeki genel kabul de buna işaret eder. Soğuğun donduruculuğunu anlamak için sıcağı hissetmek, beyazın temizliğini anlamak için siyahı görmek gerekir. Esmâü’l-Hüsnâ olarak bilinen ve Rabbimizin sıfatlarına yol almamızı sağlayan isimlerin hemen hepsi de bu şekilde zıd anlamlı olan isimlerle anlaşılabilir.
Soyut teorik tanımlamaların genel kamuoyunda karşılık bulması her zaman kolay olmuyor. Verilen somut örnekler, soyut kavramların anlaşılmasını mümkün kılıyor. ‘Pozitif Ülkücülük’ Zamanı başlıklı yazımda ‘Negatif Ülkücülük’ de yapılabileceğine dikkat çekerken fikir dünyamızda epeyce tartışılmış olan Müsbet MilliyetçilikXMenfî Milliyetçilik kavramlarına işaret etmiştim. “Negatif Ülkücülük” olarak vasıflandırılabilecek tavırların çoğu iyi niyetle yola çıkıldığı halde istenmeyen sonuçlara yol açmaktadır. Belki de daha mükemmel -hatta en mükemmel- olan hedeflenirken yapılan iş, kötülenmektedir. Bu tavır ise o işi ortaya çıkaranlarda takdir beklerken azarlanmak gibi bir duygu kırılmasına yol açtığı için, moral bozucu olmaktan öteye gitmemektedir. Bunun net sonucu, işin başında hedeflenmese bile -ki çoğu zaman böyledir- insanların kolunu-kanadını kırması, iş yapma arzusunu yok etmesidir.
“Negatif Ülkücülük” üzerine neler yazılabilir? diye düşünürken bir yandan da Negatif Ülkücülük örneği olabilecek davranışlara, söylemlere dikkat ediyordum. İsimlerini vermeyeceğim -hayatlarının bir kısmı ‘hızlı ülkücülük’ ile geçmiş- üç değerli kişinin birbirinden farklı zaman ve konularda, farklı vesilelerle sergiledikleri tavırlar bana tipik birer “negatif ülkücülük” örneği ile karşılaştığımı düşündürdü.
Coca-Cola Balkan Gezimize Sponsor Olmuş da Haberimiz Olmamış!?
16-22 Mayıs 2014 tarihleri arasında tasavvufla ilgili nezih insanlardan oluşan bir grup ile bir kültür gezisi kapsamında Balkanlar’ı gezdik. Bulgaristan’dan başlayıp Makedonya’da biten gezimizde ecdâd yadigârı eserleri bazen gururlanarak çoğu zaman ise hüzünlenerek ziyaret ettik. Bosna’nın Mostar şehri yakınlarındaki Bulagay Sarı Saltık Makamı’nda, Kosova sahrasındaki Sultan I. Murad Meşhedi’nde unutulmaz anlar yaşadık.
Ülkemize döndükten sonra gezi resimlerimizi grup üyeleri ve bölgeye ilgi duyan ülküdaşlarımız ile paylaşım düşüncesi ile binlerce fotoğraftan yüz kadarını internetteki sosyal medya ortamında paylaştım. Bu resimlerden birisi de Filibe’de Sultan I. Murad Camii önünde çektirdiğimiz grup fotoğrafı idi. Fotoğrafı cami önünde çektirirken arkamızda üzerinde Coca-Cola yazan gölgelikler de kareye girmişti. Sosyal medyadaki sayfamda bu fotoğrafı gören bir mühendis arkadaş, fotoğrafın altına şu anlamda bir yorum eklemişti: “Fotoğraf çektirirken reklamını yaptığınız Coca-Cola bu gezinin sponsoru mu idi?“
Bir grup fotoğrafına yapılan bu yorum, gezi grubumuzdan birçok kişinin tepkisine yol açtı ve mühendis arkadaşımızın yorumunu silmemi istediler. Ancak, epeyce düşündükten sonra beni de şaşırtan bu notu silmedim. Zâhiren bakıldığında mühendis arkadaş, haklı görülebilirdi; Amerikan emperyalizmi ile özdeşleşmiş olan Coca-Cola önünde poz vermek Türk milliyetçilerine yakışmazdı.
Ancak bu düşünceyi haksız hale düşüren bir ayrıntı vardı ve şeytan da tam o ayrıntıda gizli idi: Biz Filibe Sultan I. Murad Camii önünde resim çektirerek az önce namazlarımızı eda ettiğimiz tarihî camideki hatırayı ölümsüz hale getirmek istemiştik, hiç kimsenin aklının ucundan bile Coca-Cola tentesi altında poz vererek Coca-Cola reklamı yapmak geçmemişti ki… Buna bütün grubumuz adına yemin bile edebilirim. Ve ameller elbette ki niyetlere göredir. Mühendis arkadaş, fotoğraftaki Filibe’deki 700 yılık tarihî Camii’de şükür namazı eda etmemizin verdiği manevi neşveyi, hüzünlü muhasebeyi yüzlerimizde göremeyip arkamızdaki Coca-Cola tentesini diline dolamıştı. İşte bu, kanaatime göre, tam da bir “negatif ülkücülük” örneği idi.
“Negatif Ülkücülük” Bir Hedef Değil Sonuçtur
Bu olumsuz etkilemenin bir başka yolu, mükemmeli bekleyerek iyiyi engelleme tavrıdır. İnsanlara faydalı olmaktan başka bir niyetiniz yoktur, oturur emek verir, bir eser hazırlarsınız, Birisi gelir alır kitabınızı eline: Kapağındaki resimden başlar, arka kapağındaki tanıtım yazısındaki küçük bir imlâ hatasından çıkar. Neredeyse yazdığınıza yazacağınıza pişman olursunuz. ‘Pozitif Ülkücülük’ yazımın da yer aldığı “Ülkücü Hareket Üzerine Notlar” kitabım için de böyle oldu. Alparslan Türkeş ile Mustafa Bağışlayıcı’yı birlikte gösteren ve kendilerini bizzat tanıma şerefine erdiğim iki büyük insana vefa duygusu ile kitabımın kapağına koymuş olduğum resim için “üç fakülte bitirmek”le övünen birisi de bana çok kızdığını bir mesaj ile iletmişti. (Yanlış anlaşılmasın, ben artık bu tür tavırlara, epeyce zamandır aldırmıyorum.)
“Üç fakülte mezunu ağabey” Türkeş’in fotoğraf çektirdiği milyonlarla insan arasından neden bu hoca resmini seçerek, kitabımın kapağına koyduğumu kendince sorguluyor ve kitabın kapağında kullanılmasında -o fotoğrafı seçen benim de, kapak grafiğini yapan Metin Bozdemir’in de kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek- bambaşka anlamlar arıyordu.
Kitabımın kapağına, Samsun’da askerlik yaparken şahsen de tanıştığım, çayını içip sohbetini dinlediğim bir tasavvuf büyüğünün resmini koymamızın, kitabın içeriğine uygun bir kapak hazırlamaktan başka hiç anlamı yoktu. “Üç fakülte bitirmek”le övünen “ülkücü” ağabeyimiz, bu negatif ülkücülük örneğini sergilemeden önce kitabı okuyabilse idi, herhalde böyle bir eleştiri yapmaktan utanırdı. Ülkücü Hareket’in 40’lı-50’li yaşlardaki kuşakları, kitabımın kapağında Başbuğ Türkeş ile birlikte yer alan Hacı Mustafa Bağışlayıcı’yı bilirler ve MHP kongrelerinin ve Erciyes Zafer Kurultayları’nın “onur konuğu” olarak daima Alparslan Türkeş’in yanıbaşında yer aldığını hatırlarlar. Nitekim bu fotoğrafın çekildiği 2 Mayıs 1993 günü Ankara’da yapılan “Karabağ’da İşgale Son “mitingine katılmış olan ülküdaşımız Erden Işık ne kadar da sevinmişti, MHP Genel Merkezi’nde imzalayarak kendisine armağan ettiğim kitabın kapağında gördüğünde…
Başbuğ Türkeş’in bekâ âlemine göç edişinden bu yana, 17 yıl geçtiği düşünülürse o sahnelere gözleri ile tanık olmayan yüzbinlerce genç ülkücü, “ülkücü bir aksakal”ın dillendirdiği türden bir karalamaya hak verebilirlerdi. Üstelik, bu defa ülkücü hareketin İslâm ile ilişkisi noktasında sorunlu bir bakış da sergilenmekteydi. Bunu da “Negatif Ülkücülük” adına bir diğer örnek olarak kaydediyorum.
“Negatif Ülkücülük” Bir Hastalık mı?
Sonuç olarak, “mükemmel ülkücülük” adına sergilenen kimi davranışlar, yol açtığı neticelere bakıldığında “Negatif Ülkücülük” olarak tanımlanmayı hak etmektedir. Bu davranışlar özellikle duygu ve düşünce evrenini henüz inşa etmekte olan genç ülkücülerin ve ülkücü adaylarının travmatize olmasına yol açmaktadır. Ülkücü Hareket’in yakın tarihine bakıldığında, “ülkücüyü, ülkücü olduğuna-olacağına pişman eden” bu tavırları sergileyenlerin kime hizmet ettikleri ya da yaptıkları moral bozucu faaliyetlerden sonra ellerine geçenin ne olduğuna bakılırsa sorunun bir ihanet sorunu değil, sadece ve sadece bir kişilik sorunu olduğu kanaatine varıyorum. İslam tasavvufunda nefsin hastalıkları olarak tanımlanan kendini beğenmişlik, kibir, hased ve çekememezlik gibi derin kökleri olan “negativizm”in ülkücü camiada oldukça yaygın olduğu teşhis edilirse tedavisi için ne yapılması gerektiği konuşulabilir. Önce teşhis.
________________________
Yeni Düşünce / Ağustos 2014