(Tükürün Onlara Alkış Dağıtan Kahpelere!)
Günlerdir, umumdan hususa ülkemizde ve ülkümüzde yaşananlar karşısında pek çok eş, dost, arkadaş, gönüldaş ya isyan ediyor ya da sitemlerini bildiriyor.
Evet, reel bir yaklaşım sergilemek gerekirse; seçim sonuçlarından heykel krizine, siyasi baskılardan milli eğitimdeki müdürlük atamalarına, üstü örtülen ekonomik krizden paralel pkk yapılanmasına, sınırlarımızdan Türk İslam coğrafyasına kadar yaşanalar inkisarlara sebep oluyor.
Bazen ruh dünyanızda, bazen dilinizde, bazen de kaleminizde dile geliyor feryatlar. Çok da zararlı değil bu ah-ı efganlar…
Asıl hiçbir şeyi kafaya takmayandan ve de güç sahibi olduğu için küstahlaşanlardan, en çok da mazisinden kopuk atisinden endişesiz güruhtan tedirgin olmak lazım.
Herhalde 1900’lü yılların başında da bu güruh arz-ı endam etmiş olsa gerek ki Akif ahrete intikal eden ecdada şöyle anlatmış batı sevdalısı, güç budalası ve vurdumduymazlık abidesi olanların ahvalini:
Sanmayın: Şevk-ı şahadetle coşan bir kan var…
Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!
Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!
Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza!
Tükürün: Cephe-i lakaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!”
…
İnsanlık yaratıldığından beri verilen mücadelelerde, adalet adına duruş sergileyenlerde ümidin duranlaştığı, haklı olmasa da gücün galip göründüğü devirler hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
Allah’ın seçerek yarattığı ve insanlara rehber olarak gönderdiği peygamberlere baktığımızda hepsi de bir şekilde yaşadığı topluluklar tarafından pek çok ezaya uğramışlar, anlaşılmamışlar ya da anlaşılmak istenmemişlerdir.
“Hani Musa kavmine, “Ey kavmim! Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bilip durduğunuz halde, niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti; ayeti yine Hz. İsa’nın yalnız bırakılışı…
Efendimiz(Sav)’in “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” kudsi ifadesi gösteriyor ki Yunus’un tabiri ile “Bu yol uzaktır. Menzili çoktur. Geçidi yoktur. Derin sular var.” Diyerek yola revan olmak gerekir.
Aslında yakın bir zamandan örnek vermek gerekirse Rahmetli Başbuğ, cezaevinden çıktıktan sonra yeniden yapılanma için yaptığı bir toplantıda etrafındakilerin isteksizlik, umutsuzluk ve gönülsüzlük sergilediklerini görünce “ Kafamı bozmayın, ilkokul çocuklarından başlarım.” Çıkışı yılgınlığa yer olmadığını ifade eden güzel bir anekdot olsa gerek.
Bugün için karşımızdaki manzara tereddütlere sebep olsa, içimizdeki beyinsizler yüzünden beklenmedik cefalarla karşılaşılsa, hiç ummadığımız yerden onulmaz darbeler alınsa da asla ümitsizlik şiar olmamalıdır.
Bize düşen Allah’ın Saf suresinde buyurdu hal üzere olmaktır:
“Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”
Evet, yapılması gereken belli! Birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlamak. Fitneye, dedikoduya, riyakarlığa kapıları sürmelemek.
Birileri sözde zafer sarhoşluğu yaşasa, bazıları ihanetlerine yeni ihanetler ekleyip–asırlardır bir olduğumuz, birlikte yaşadığımız memleketimizin bir yerinde- paralel devlet hayaline de kapılsa, dost sandıklarımız aldandıkları dünya menfaati uğruna dostlarına sırtını da dönse unutma ki asıl zafer Allah’ı karşılıksız seven ve inananlarındır.
Ha bir de:
Onlardan kaldı bu toprak…
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye.
Destan da yazmayalım mı?