Ülkemizin ve milletimizin tarihsel süreç içinde üstlendiği misyon ve ortaya koyduğu irade; Doğu ve Güney Doğu başta olmak üzere memleket toprakları üzerinde çıkarı olanların gözünü diktiği bir yerdir.
Bu sebepten olsa gerek ki, tarihin akışına mim koymuş, yeri geldiği zaman düzeltmeleri yapmış bir milletin, tarihindeki ihtişamdan çekinen Haçlı zihniyeti ve bu zihniyetin – bilerek veya bilmeyerek- taşeronluğunu yapan yerli işbirlikçilerin yeni senaryosu artık aşikar olmuştur. Bu yeni tezgah bir tekerrürden ibarettir. Tekerrür edilmeye çalışılan oyun “ Böl, parçala, yut; yutamıyorsan yönet.”, anlayışıdır.
Emperyalist güçler, bu senaryolarına “Şark Politikası” adını vermişlerdir. Bu sebeple, Türk Milletinin geçmişini unutmasını, tarihle olan bağını koparmasını, birlik ve beraberliğinin bozulmasını, içerde insanlarımızın birbirine düşman hale gelmesini istiyorlar. Bu haince temennilerini gerçekleştirebilmek için de aklın almayacağı yollara başvuruyorlar. Sürekli gündemde tuttukları mevzuu da Güneydoğumuza “siyasi bir çözüm” ve etnik unsurlar söylemleridir..
Özellikle AB sürecinde yapılan dayatmaların ve Ortadoğu üzerindeki projelerin temeline; Türkiye’nin bir mozaik olduğunu, bu mozaikte bulunan etnik ırkların(!) kimlik haklarının verilmesi gerektiğini, bunun için de başlangıç olarak, Kürdistan devletinin tabii bir hak olduğunu dillendirmektedirler.
İlginçtir, cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçlarının, özellikle Doğu ve Güney Doğu ile ilgili temennileri somutlaştıracağı bazı batılı medya ve bizdeki bir kısım basında analizlere tabi tutulmaktadır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, devletin elinin zayıf kalması emperyalist güçlerin tarihi bir misyonu olmuştur. 1800’lü yıllardan itibaren, özellikle İngilizler oldukça sistemli bir şekilde bölgeyi misyonerler, ajanlar, arkeolog sıfatlı ajanlar, barış gönüllüleri gibi bir takım sıfatlarla bölgeyi karıştırmıştır. Bu faaliyetlerine, Türkiye’nin iç dinamiklerinin denge zaafı yaşadığı dönemlerde daha da hız vermişlerdir.
“Hempher diyor ki; Büyük Britanya’mız çok geniştir. Güneş, denizleri üzerinde doğduğu gibi, yine bu denizlerin üzerinde batar. Devletimiz, Hindistan, Çin ve Ortadoğu’daki sömürgelerinde nispeten zayıftır. Bu memleketler, tam manası ile idaremizin altında değildir. Fakat, buralarda çok faal ve başarılı bir politika tatbik ediyoruz. Şark vilayetleri kontrolümüz altındadır Hepsi elimize geçmek üzeredir. Burada iki şey mühimdir:
1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmağa çalışmak
2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeğe çalışmak.”
Bu zihniyet hiç değişmemiştir. 1787 yılında Roma Katolik kilisesi “Kürt dili gramer ve sözlüğü”nü Gavzo’ya yazdırırken tamamen bir haçlı zihniyeti ile hareket ediyordu. Nitekim Temmuz 1993’te Le Monde gazetesinde “Haçlı seferleri yolu üzerinde” başlıklı yazı dizisi, Türkiye’de Kürtleri ve Alevileri azınlık gibi göstermekte, Amerikan kongresinde dağıtılan CIA’nın çizdiği Kürdistan haritası batının niyetini ortaya koymaktadır.
Türkiye’yi dünya haritasından silmeyi hedef alan siyasi güçlerin Bab-ı Ali uzantılı ve tombala politikacı destekli şarlatanları “Siyasi çözüm”, “Demokratik çözüm”, “ Soykırımı kabul”, “Azınlıklara Kültürel haklar”, “özerklik ve düşünce hürriyeti” (Sadece Türk’e küfredenlere tanınan bir hürriyet) gibi konuları canlı tutarak Türk milletinin direncini kırmayı hedeflemektedirler.
Milli şuurdan yoksun anlayışlar, ABD’nin emirlerine amade bir kolluk kuvveti gibi yıllarca teröristleri besleyen Barzani’yi muhatap olarak kabul etmekte ve onlarla pazarlık masasına oturmaktadır.
Kıbrıs’tan vazgeçen, Türk dünyasını unutan, Kerkük’e ağıt bile yakamayan zihniyet, yıllarca Türk’e ve Türk milletinin değerlerine kin besleyenleri küstahlaştırmıştır.
Millete küfreden “demokrasi var” diyor, vatanı bölen “demokratik haklarını kullandığını” söylüyor, günah işleme özgürlüğünden dem vuruluyor. Dalgalar hep güvenlik kuvvetlerini vuruyor. Yani her ne kadar gayri meşru adım varsa bir şekilde meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Ülkemizin, en doğusundan batısına ve hemen hemen her bölgesinde pek çok sivil toplum kuruluşlarının yöneticiliğini yapmış biri olarak gözlemim odur ki Pazar günü yapılacak olan seçim, tecrübeler eşiğinde sonuç yerine ifade edebileceğim şu değerlendirmeyi elzem kılmıştır:
İşte cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşananlar da dikkate alınarak özellikle Doğu ve Güney Doğu’da yaşayan vatandaşlarımız başta olmak üzere bütün Türkiye, aslında geleceğini oylayacak.
Bu oylamada “ekmek, emek ve denge” diyenler, geçmişimize ve o geçmişin geleceğimize yansımasını tercih etmiş olacaklardır.
Kardeşliğimizin devamına, ülkemizin birliğine, yarınlarımızın umuduna, insani, İslami ve milli değerlerimizin devamına oy verecektir.
Ama “Yeni Türkiye” söylevi ile geçmişi yok sayan algıya verilecek oy, beraberinde kaos, belirsizlik, tedirginlik, baskının artması ve geleceğimizin umutsuz beklentilerine açılan kapı olacaktır.
“İstikrar” deyip, vazgeçilmez olduklarını düşünenler, mezarlıklara uğradıklarında oraların “ben olmazsam olmaz” diyenlerle dolu olduğunu görecektir.
Unutmayın ki ölüm var, ahret hakikat ve hesap kaçınılmazdır.
Evet, söz senin! Allah için, bireysel çıkarlarına değil neslinin ve ülkenin geleceği adına sevgi ekmek, umut ekmek ve birlik ekmek için vicdanını ortaya koyarak kararını ver.