Yıllarca, taşra için Ankara, memleketin kalbi olarak görülmüş çoğu zaman da gizemli bir manayüklenilmiştir. Oralarda vazife yapanların milletin dertlerine çözüm arayan ve yoğun hayat gailesi içinde memleket meselelerinin halli için çırpındıkları düşünülmüştür.
El hak şüphesiz böyle yapanlar vardır. Ama bulundukları yerleri başka mecraların faydasına kullananların da azımsanamayacak bir yoğunlukta olduğu ve onların yanına gidilirken boş gitmemek gerektiği algısı da yabana atılacak türden olmasa gerek.
İşte mübarek Ramazan ayı boyunca havasını teneffüs ettiğim Ankara ile ilgili bazı değerlendirmeleri gündeme de katkı sağlaması temennisi ile okurlarımızla paylaşmak istedim.
Her yerde olduğu gibi burada da riyasız, beklentisiz bir şekilde inandıkları ülkülerini hayat gayesi olarak gören ve ülkücülüğü bir yaşam tarzı olarak değerlendiren kardeşlerimizle yüreğimizin ıstıraplarını ve çarelerini değerlendirme imkânı bulduk.
Orhan Kemal’den Davut’a, Murat Emre’den Volkan’a, Kürşat’tan Veli’ye, Özkan’dan Burak’a ismini saymakla bitiremeyeceğim ve her birinin çalıştıkları yerlerde rol model olan yiğit kardeşlerimle seher vakti ezanlarına kadar süren dert sofralarımızdan yeni ümitlerle niyetimize başladık.
Siyasi ve sosyal hayatın inşası adına stratejiler ortaya koyma şevkindeki mekânlarda kimi zaman ümit veren bazen de toplumda karşılığı olan meşru mücadele yöntemleri üzerinde kanaatleri ortaya koyduk.
Siyasilerin meclisteki torba karşısındaki durumları, yazarların kutuplaşma üzerine değerlendirmeleri tedirginliklere sebep olsa da Mustafa Pehlivanoğlu’nun mezarı başında iman tazelemek, Davut kardeşimin vesile olması ile şehit aileleri ile diz kırıp iftar etmek vefakârlığın ve fedakârlığın mezara girene kadar devam etmesi gerektiğini gösterdi bize.
Ve BAŞBUĞ TÜRKEŞ adı ile okur dünyasına “merhaba” diyen bir kitap, Ankara Havası’nın nasıl memleket meselesine dönüşeceğini yeniden hatırlattığını gördük.
Metin Turhan’ın derlediği, Bağbuğ’un basın açıklamaları, miting konuşmaları, röportajları ile derlenip yedi başlıkta ve tekrara düşülmeden titiz analizler sonucu oluşturulan kitap bir kez daha maalesef “biz demiştik” gerçeğini ortaya koyuyor.
Terör meselesinden Yeni Türkiye tezine, ekonomik açmazlardan federasyon söylemlerine kadar pek çok konu ile ilgili Başbuğ’un görüşlerini derleyen kitap memleketin derdi ile dertlenmenin ne demek olduğunu ortaya koyma adına da tarihe şerh düşüyor.
Bu başlıklardan yola çıkarak, atıfta bulunmak istediğim noktaya gelince;
Şüphesiz ki dualarımızdan ve elimizden geldiği imkanlar ölçüsünde de yardımlarımızdan beri tutmadığımız Irak Türklüğünden Doğu Türkistan’a, Filistin’den Suriye’ye kısaca Türk İslam aleminin biçare haline ait düşünceler ile ülkemizin somut meseleleri daima irdelenen, kafa yorulan, çözüm üretilmeye çalışılan mevzulardır.
Ancak;
Türkiye’nin birlik içinde nice yarınlara ulaşabilmesi, “Yeni Türkiye, Eski Türkiye” gibi karşılığı olmayan bulanık söylev kapanlarına düşmeden dün bugün çizgisinde medeniyet tasavvurunu ifade eden Milliyetçi Büyük Türkiye için gönül seferberliği, gönüllüler ordusu ile hızlandırılarak toplumda karşılık bulmalıdır.Unutulmamalı ki ilk kurulan devlet bugünkü Türkiye’dir, son kurulan devlet de dünkü Türkiye’dir.
Siyasi hırslara milletin istikbalini kurban etmeden, içimizde ne kadar kırgınlık ve kızgınlık olursa olsun, hepsini erteleyerek -ama terbiye ve samimiyet içerisinde çözüm dolu tenkitlerimizi de yaparak- tepeden tırnağa toplumsal bütünlüğü inşa edecek “ekmek, emek ve denge” unsuru ihtiva eden çalışmalar hızlandırılmalıdır.
Üstü örtülen, medya tarafından görmezden gelinen ya da normalleştirilen terör örgütü ve uzantılarının, güç odakları ile birlikte gerçekleştirdikleri ağır tahribatın ortadan kaldırılması adına, insani, İslami ve millidokulara sahip, uygulanılabilir ciddi planlamalar yapılmalıdır.
Has dairede de Ülkü sahibi her ferdin kıymetli, her düşüncenin değerli olduğu göz ardı edilmedenfikirlerin kurumsal karşılığa dönüşmesini sağlayacak bir organizasyonla aslında ne müşahhas önerilerin ortaya çıkacağı da unutulmamalıdır.