Bir hoca girdiği ilk derste, geçtiği tahtaya yazdığı “1” rakamını “şahsiyetçilik” olarak ifade ettikten sonra sıra ile koyduğu her “0” için “başarı, kabiliyet, kariyer” gibi kavramları sıralar. Sonra eline aldığı silgi ile en baştaki “1”i sildikten sonra “Şahsiyetiniz yoksa diğer vasıflarınız hiç bir şey ifade etmez.” der.
Evet, herkes bilir ki “şahsiyet” insanlar kadar milletlerin de mayasını oluşturan en temel unsurlardandır. Bugün toplumların içinde bulunduğu buhranlar anaforunun temelinde bu “1”in ortadan kalkması yatmaktadır.
Şahsiyetçilik üzerinden ülkemizin ahvalini değerlendirecek olursak bir erozyonla karşı karşıya olduğumuz aşikardır.
Öyleki, erk sahipleri ta 1800’lü yıllarda Katerina’nın “Bir topluma hakim olmak istiyorsanız ekmek verip dini duygularına hitap edin.” dediği felsefeyi uyguluyormuşçasına bir manzaraya şahit oluyoruz.
Paralel bir devletin ayak sesleri ile Doğu ve Güney Doğu’yu abluka altında tutan PKK terör örgütünden tutun da çözüm adı altında ülkenin çözünmesini hızlandıranlara kadar herkes mideye ve dini söylemlere yönelerek kitleleri kenetlemeye çalışıyor. Bire ait her şeyi ikilerlerken zamanında Sevr Antlaşmasının imzalandığı kaleme “mübarek kalem” algısı sergileyenler ile günümüzde birliğimizi zedeleyenlerin tutumları ne kadar da paralel(!) bir yapı arz ediyor.
Her geçen gün bölücü, ayrıştırıcı, ötekileştirici ve baskıcı yaklaşımlar toplumun şahsiyetini yok ederken, buna karşı bir duruş içinde olanlar ise elindek imkanları hunharca kullanan totaliter yaklaşımlarca yıpratılmaya çalışılmaktadır.
Ülke baştan başa sadece hakim irade tarafından bir söylev kapanı içerisine hapsedilip haricindeki her fikir susturulurken en acısı tıpkı Mondros ve Sevr sürecinde yaşananlara benzer bir irade teslimiyeti de milli çizgileri ortadan kaldırmaktadır.
Osmanlının son dönemlerinde Abdülhamit’e Bulgarca ders konulması teklifi ile gelenlere “Bu milletin dili birdir. O da Türkçedir.” cevabını veren Ulu Hakanı anlamayanlar devleti kurtarmak için taviz üstüne taviz vermişler ve bir kısım hasarlı aydın yanına aldığı sözde din adamları ile 1920li yıllarda işgal kuvvetlerine övgüler yazacak hale gelmişlerdi.
İlginçtir yine istikrar ve din söylevleri ile “özgürlük, özerklik, eşitlik” türküleri eşliğinde ülkemizin yarınları, birlikten uzaklaştırılmaktadır.
Bu durum tahlili beraberinde yeni yaklaşımlar ve somut adımları da mecbur kılmaktadır.
Yapılacak ilk iş ortadan kaldırılan “1”in millette tesisi adına bir mücadele başlatmak olmalıdır. Şahsiyetçilik etrafında kazandırılacak her değer birliğimizin temellerini de sağlamlaştıracaktır. Bu işi de ancak diğergam gönüller başarabilir. Milletimizin inançlarını hayat gayesi bilen, inandığı değerleri yaşayan bir beklentisizler ordusu ile yollara revan olunmalıdır.
Unutulmamalı ki ortada duran sorunları “yok böyle bir şey” diyerek çözemezsiniz.
İşte tam bu noktada; Doğu ve Güney Doğu Meselesinden Cumhurbaşkanlığı seçimine, paradokslar içinde boğulan eğitim sisteminden ekonomik problemlere, Kerkük feryadından Sınırlarımızdaki kaoslara kadar birliğimiz adına büyük endişeler doğuran mevzulara ait adaletli, kalıcı ve yarınlar adına umut verici çalışmalara acil ihtiyaç vardır.
Belirlenen yol haritasının tarihi bütünlük ve geleceğe ait birlik umdelerini taşıması kadar bunların topluma ulaştırılması ve karşılık görmesi de ehemmiyet arz eden bir durumdur.
Netice itibarı ile, millet- memleket sevdalısı, hak ve hakikat yolcusu herkesi derin teessürlere iten sorunlar; ancak ilmini, beynini, gönlünü, varlığını milletine adayan vefa erleri ile aşılabilir.
Öyleyse zaman “bir” olma zamanıdır.