Dr. Ali GÜLER
Ülkücü hareketi ya da ülkücüleri şimdiye kadar çok az örneğin dışında, hep başkaları anlattı. Hareketin içinden gelmeyenler, çilesini çekmeyenler ülkücüleri ya kendi çarpık ideolojilerinin bakış açılarıyla anlattılar; ya da ülkücü hareketi başka mecralara yönlendirmek istediler. Bütün bu dışarıdan yapılan çalışmaların Türkiye üzerinde yürütülen küresel projeler bağlamında yapıldığı bilinmektedir.
Hareketin mensupları tarafından yapılan az sayıdaki çalışmanın ise daha çok yazanın hatıratı düzeyinde kaldığı, ülkücü hareketin tarihsel, sosyolojik ve siyasi misyonunu ortaya çıkaran analitik çalışmalar olmadığı söylenebilir. Mutlaka bu tür çalışmalara da ihtiyaç vardır. Eleştirel de olsa sübjektif de olsa hatıratların hareketin hafızasının oluşmasında ve özellikle gençlerin tarihsel süreci öğrenmesinde önemli bir yeri vardır.
Fakat önemli olan ülkücü hareketin misyonunun dün-bugün-yarın ekseninde analiz edilerek içinde bulunduğumuz dünyaya ülkücü penceresinden nasıl bakılması gerektiğinin ortaya konulmasıdır. Ülkücü, Yunus’un “bilmeyen ne bilsin bizi / bilenlere selam olsun” deyişinden hareketle, kendisini “destursuz bağa girenler”den değil, “bağın bağbanları”ndan öğrenmelidir.
Ülkücü Yazarlar (ÜLKÜ-YAZ) Derneği Kurucu Genel Başkanı Dr. Hayati Bice’nin “Ülkücü Hareket Üzerine Notlar (Türk-İslam Ülküsü Yazıları)” kitabı işte kendi bağımızın bağbanlarından birinin seslenişi olup, mutlaka okunması gereken değerli bir eser durumundadır.
Başarılı bir tabip olduğu kadar başarılı bir tarih ve tasavvuf araştırmacısı olan; daha önce de tarih, Türk dünyası ve tasavvuf ile ilgili pek çok değerli esere imza atan Sayın Bice, bu defa ülkücü harekete projektör tutuyor. Kitap iki ana bölümden meydana geliyor. Birinci Bölüm’de “Türk-İslam Ülküsü’nün Koordinatları” başlığı altında 14 değerli yazı bulunmaktadır. İkinci Bölüm “Ülkücülük Ekseninde Tartışmalar” başlığı altında16 güzel yazıdan oluşmaktadır. Bizim Büro Yayınevi tarafından basılan bu güzel eser toplam 308 sayfadır.
Sayın Bice kitabını “ben Türkiye Cumhuriyeti’nin Kafkas valisiyim” sözleri hala kulaklarımızda çınlayan rahmetli Ebulfez Elçibey’e ithaf etmiş: “Bu kitabım, Azerbaycan Türklerinin yiğit evlâdı, ‘şifa bulmaz pantürkist’ Ebulfez Elçibey’in azîz ve müşfîk ruhunun uçmak bahçelerinde huzur bulması niyâzına adanmıştır. Allah’ın rahmeti O’na…”
Kitabın ilk bölümündeki yazıların çoğu genel olarak ülkücü hareketin özel olarak ülkücünün manevi dünyasına ayrılmış bulunuyor. Bir kısmı iyi niyetli olsa da çoğu art niyetli bazı kişiler tarafından üretilen ve bugün de devam ettirilen tartışmalara bakıldığında ülkücü hareket ve mensupları İslâm’la ilişkileri, İslâm’a bakışları ve İslâm’ı yaşamaları bakımından daima sorgulandılar. “Türklük bedenimiz, İslâmiyet ruhumuzdur. Ruhsuz beden elbette ceset olur.” Diyen bir Başbuğun yolundan yürüyen ülkücüler çoğu zaman anlamsız tartışmaların içine çekilmeye çalışıldılar. “Din afyondur” diyen bir ideolojinin bezirganları Ülkücülere “gerici” yaftasını yapıştırdılar. Muhammedî İslâm (Hz. Muhammed’in insanlığa tebliğ ettiği Kur’anî İslâm)’ın yerine küresel sistemin ürettiği yeni bir İslâm anlayışını ikame etmek varlık sebepleri olan bir kesim ile İslâm’ı siyaseten kullanmaktan başka hiçbir amaçlarının olmadığını bugün iyice bildiğimiz diğer bir kesim ise Ülkücülere adeta “dinsiz” muamelesini reva gördüler.
Esasında bu üç kesimin tavrı, ülkücünün İslâmiyet’le ilişkisinin çok doğru bir noktada olduğunu gösteriyordu. “Ülkücü hareketin İslâm açısından duruşunu ve konumunu sorgulamak kimsenin haddine değildir; hiç ama hiç kimsenin buna yetkisi de yoktur, hakkı da… Hiç kimse adına değilse, kendi adıma bu yetkiyi hiçbir Allah’ın kuluna vermediğimi açıkça ilan ediyorum: Ezelden kulu olmakla şereflendiğim ve insan olarak yaratılmakla ebede kadar kereminden nasibdâr olduğum Allah ile arama giremezsiniz beyler..” (s. 27) diyen Sayın Hayati Bice, ilk bölümdeki doğrudan konuyla ilgili toplam 9 yazı ile bu konuya son noktayı koymuştur.
“İslâm Ruh ve Türk Beden, Ülkücü Hareket ve İslâmî Kimlik, Bir Yakın Tarih Analizi: Ülkücülerin Manevi Arayışları, Ülkücü Gençlik ve Tasavvufî Yönelişler, Ülkücü Bilincin Şekillenmesinde Şehâdet, Ülkücü Hareketin Ahlâkî Yaklaşımları, Ülkücü Kitlenin Ahlâkî Toplam Kalitesi, ‘İslâm Ahlâk ve Fazileti’ Herkese, ‘Her Yer’de Lâzım, Kesin İnançlılar: İslâm’ın Öncüleri ve Ülkücülük.” Bu başlıklar altında ülkücü hareketin İslâmi kimliği üzerine derin analizler yapan Bice, 1969 CKMP Kongresi’nden itibaren hareket içindeki tartışmaları, Menzil Grubu başta olmak üzere hareketin bazı İslâmi cemaatler ile olan ilişkilerini olayın tanıklarının anlatımlarına da başvurarak ele almaktadır.
“Türk Müslümanlığı” kavramı yerine “Tasavvufî İslâm” kavramını öneren Bice, bizce de haklıdır. Ülkücünün İslâm ile olan ilişkisini İmam-ı Azam, Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bayram-ı Veli çizgisinde değerlendirmek, şüphesiz ülkücü hareketi İslâm’ı siyasi, şahsi ve ticari amaçları doğrultusunda kullanan din bezirganlarından ayıran en önemli nokta olacaktır. Bu açıdan Sayın Bice’nin şu tavsiyesini önemli buluyorum: “Ülkemizdeki kavram kargaşasına cephe açmamak hassasiyeti ile Tasavvufî İslâm’ın ne olmadığını anlayabilmek için Suudi Arabistan’daki Vehhabî anlayışının, Afganistan’daki Taliban ideolojisinin, Somali’de türbeleri kazma-kürek yıkmakla öne çıkan eş-Şebab hareketinin ve diğer bütün İslâm coğrafyalarındaki ilkel anlayışların görünümlerine bakılmasını tavsiye etmekle yetineceğim. Anlayana yeter!” (s. 48).
Konuyla ilgili şu önemli tespit de Dr. Hayati Bice’ye ait: “Maneviyat gereksinimi bir ihtiyaç ise bugünün dünyasında yaşayan, ortalama her Türk gibi ülkücü genç için de bunun tek tatmin yolu, İslâm, Hz. Resûlullah’ın ve ashâbının hayatları ve tabiî ki, Yesevî’den Yunus’a Allah dostlarının tarif ettiği tasavvufî geleneğimizde aranmalıdır…” (s. 55).
Ülkücü Hareket Üzerine Notlar’ı okurken zihin dünyamızı oluşturan pek çok kavramı ülkücü tarihi birikimimiz içinde yeniden hatırlıyoruz. Fakat eserin en başarılı yanlarından biri kanaatimizce ülkücünün güncel sorunlara nasıl bakması gerektiği konusunda ciddi açılımlar getirmesidir. Bu bağlamda, “Pozitif Ülkücülük”, “Türkbirlikçilik”, “Tarihdaşlık” kavramları önemlidir. Bunların yanında “Ülkücülere Tavsiye Edilen Kitaplar” (s. 108-116), “Ülkücü Hareketi Medya Girdabından Çıkartmak” (s. 170-176), “Sosyal Medyada Türk Milliyetçiliğinin Görünümleri” (s. 177-183). Başlıklı yazılar 21. Yüzyılda ülkücünün yönünü belirleyecek düzeyde tespitler içermektedir. Burada mutlaka belirtmemiz gereken bir diğer yazı da “Türk Genom Projesi Bir CIA Yapımıdır Denilebilir mi” (s. 285-298). Başlıklı yazıdır.
Kitabın önemli bir kısmı da Hayati Bey’in çok iyi bildiği “Türk Dünyası”na ilişkindir. Ülkücü hareketin Türk Dünyası vizyonu eserin satır aralarında güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır.
Dr. Hayati Bice’nin Sözbaşı’nda belirttiği şu sözler bize göre kitabın ortaya çıkış gerekçesidir: “gündelik, sığ siyasi tartışmaların uzağında durmağa çalıştığım ancak, güncel siyaset çalkantılarını da anlamayı mümkün kılacak ülkücülük yazılarında, öncelikli olarak ülkücü hareketin kırk yıllık birikimi analiz edilmeye çalışılmıştır. Ülkücü harekete, kalıcı katkıları olacağına inandığım bu yazılar arasında, ülkücü ahlâkı ele alan ayrıntılı değerlendirmeye dikkat çekmek isterim.” Kitap okunduğu zaman Sayın Bice’nin bu amaçları gerçekleştirdiğini söylemek abartı olmayacaktır.
Sonuç olarak, Dr. Hayati Bice dostumuzu bu güzel eserinden dolayı kutluyorum. Her ülkücünün bu kitabı okumasını ve seminerlerde tartışmasını temenni ediyorum. Unutmayalım ki, yarınki Türkiye ve Türk Dünyası “bilgi” üzerine kurulacaktır. Hem kendimizi hem de dışımızdaki dünyayı çok iyi “bilmek” durumundayız. Yarını “bilenler” kazanacaktır. Okumalı günler dileği ile…
Not: Bu makale Yeni Düşünce Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 767 (Haziran 2014), s. 54-55’te yayınlanmıştır.