Osmanlı Devleti, özellikle Avrupa devletlerinin fiziki ve siyasi saldırılarını yaşadığı 1900’lü yılların hemen öncesi ve sonrasında, fikir ayrılıklarını da beraberinde yaşıyordu.
1904’te Yusuf Akçora’nın, Üç Tarz-ı Siyaset başlığıyla kaleme aldığı 33 sayfalık makalesinde ortaya koyduğu fikir akımlarına baktığımızda; Devlet-i Aliye’nin içinde bulunduğu çıkmazlardan kurtulması adına işaret taşlarını ortaya koyuyordu.
Bugün de Türk siyasi hayatı o günü hatırlatan bir fikir çeşnisi yaşamaktadır.
Hâkim siyasi irade Osmanlıcılık yapmaya çalışırken söylemleri ile icraatları arasında inanılmaz tenakuzları da sergilemektedir.
Bunu Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, kitabında felsefi yaklaşımları da ele alarak detaylı bir şekilde anlatır. Sadece bir ironi niteliği taşıyan Totalitarizm ifadesini kısaca aktaralım…
Amerikalı siyasetçilerin, faşizm ve sosyalizmi ortaklaşa ifade eden Totalitarizm diye bir kavramı ortaya atarlar. Totalitarizm sergileyen yönetimlerin tutumları altı başlıkta toplanır. Sadece “Resmi bir ideoloji” şeklinde ifade edilen birinci madde hariç diğer beş maddi ilginç çağrışımlar barındırır:
1. Bir diktatörün yönettiği tek parti sistemi
2. Bir polis kontrolü sistemi
3. Bütün propaganda araçlarının tek elde toplanması
4. Silahlı kuvvetlerin tek elde toplanması
5. Bütün ekonominin merkezden kontrol ve idaresi
Ayrıca ruhundan koparılmış bir muhafazakârlık algısı ile inançlı insanların meşru olmayan kazanç, makam, yaşam şekli toplumun zihnindeki maneviyatçılık algısını da zedelemiştir.
Yine ülkemizi saran bir diğer anlayış “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” mantığından hareket ile küreselleşme adıyla kutsal bütün değerleri ortadan kaldıran bir yaklaşımdır.
Ve Osmanlının son yıllarını hatırlatan tartışmalara benzeyen son süreç: paralel yapılanma.
Kanaatimce yukarıda ifade edilenler, tarihten getirdiğimiz medeniyet tasavvuru ile örtüşmeyen ve onunla çatışan bir paralel yapılanmayı ifade etmektedir. Ama en büyük paralel tehdit PKK terör örgütünü ve terörist başını meşrulaştıran girişimlerdir. Daha önce ifade ettiğimiz durumu şu şekilde güncelleyebiliriz:
Vatan topraklarının bir bölümünde terör örgütü, barikatlar kurup ellerinde silahlarla kimlik kontrolü yapacak, vergi toplayacak, bölücü başının resimleri ilan panolarına asılacak, siyasi kanat “1984’ten 2014’e”yakıştırması ile bu seneyi “özerklik yılı” ilan edecek ve bütün bunlar olurken bilinçli bir şekilde dikkatler başka bir yöne kaydırılacak.
Artık durum daha da vahimleşmiştir. PKK yanlısı sözde öğretmenler tarafından öğrenciler topluca Kandile gönderilecek, terör örgütünün 7 gün boyunca yol kesmesi görmezden gelinip malum medya tarafından Diyarbakır- Bingöl yolundaki terörist kalkışma “bir grup eylemci” diye verilecek ve sorumlu irade müdahale etmeyecek, akıl alacak bir durum değil.
Gündüz gözü yollar ulaşıma kapatılacak, araçlara el konulacak veya yakılacak, insanlar kaçırılacak ve bu durum seyredilecek.
Bütün bunların neticesinde; KCK, PKK, sınırlarımızda PYD öte yandan PEJAK, nihayet Kuzey Irak yapılanması; nihayet tarihsel sürecin iyi okunamaması, doğru yöntemler belirlenememesi, küresel stratejilerin tespit edilememesi neticesinde ülkemizde de ciddi bir paralel yapılanmayı doğurmuştur.
Her vesile ile bölücü söylem ve eylemlerle çok yakın bir tarihe yönelik hedefler ortaya koyan paralel örgütlenmeadım adım, İmralı’daki elebaşı ve kandil uzantılı siyasi iradenin yol haritasını uygulamaya koymayı başarmaktadır.
Doğu ve Güney Doğu’da, hatta pek çok büyük şehrimizde tam manası ile bir kalkışma hareketi yaşanırken, bin yıllık kardeşliğimiz bozguna uğratılırken, polis ve asker olanlara müdahale edemez duruma gelmiş hatta giremediği kurtarılmış bölgeler(!) oluşturulmuşken alınacak ilk önlem örgüte anladığı dil ile cevap verilmesidir. Çünkü hiçbir ülke kendi içinde yeni bir ülke yapılanmasına izin verilemez.
İşte burada Ülkücü irade devreye girmelidir.
Birkaç kez gündeme taşınmasına rağmen devamı gelmemesi üzücüdür. O yüzden bazı tespitleri bir kez daha ele alma mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Ülkücü hareketin birinci önceliği Doğu ve Güney Doğuda yaşanan, paralel yapılanmanın bölücü kakışmasını ortadan kaldıracak projeler ortaya koymak olmalıdır.
Bilinenleri tekrar etmek istemiyorum.
Şüphesiz ki onlar büyük ipuçları barındırmaktadır. Bin yıllık kardeşlik vurgusundan, içinde psikolog, sosyolog, yönetici, eğitimci, ekonomist barındıran bunlarla bölgenin meselelerine çözümler üreten ve özel güvenlik güçleri ile de bölücü unsurla mücadele eden bir yaklaşım geliştirilerek faaliyette bulunmalıdır.
Ama somut öneri niteliği taşıyan şu hususları da yeniden tartışmak gerektiğini düşünüyorum:
1- Her doğulunun Kürt olmadığı, her Kürt’ün PKK’lı olmayacağı bilinci ile, PKK’yı Kürtlerin temsilcisi gibi görmemeli ve bu algının oluşması engellenmeli hatta bölgede söz sahibi olan memleket millet sevdalısı dini hassasiyetleri yüksek kanaat önderleri ile istişareler yapılarak bölge halkının gerçek temsilcilerinin onlar olduğu ortaya konmalıdır.
2- PKK’nın Marksist bir terör örgütü olduğu zamana ve zemine göre her tür kavramı kullanacağı- son dönemde dini literatürlere ağırlık vermesi gibi- nihayetinde en büyük zararı bölge halkına verdiği somut belge ve bilgilerle yoğun bir çalışmayla Doğu ve Güney Doğu’da yaşayan kardeşlerimize anlatılmalıdır.
3. Terör örgütü mensuplarının teslim olmaları halinde ve adil yargılamalar sonucunda hükümlerinin ortaya konacağı net bir şekilde ifade edilmelidir.
4- Kürtçülük yapanlara baktığımızda bir kısmının Kürtlükle hiç alakasının olmadığı ve bunların pek çoğunun daha önceki siyasal geçmişlerinde de milli-manevi değerlere savaş açan bölücü zihniyetlere sahip oldukları ortaya konulmalıdır.
Kürt kökenli kardeşlerimiz kesinlikle terör örgütüyle ilişkilendirilmemeli, bireysel nitelikli haklarıyla ilgili çalışma ve girişimler ülkemizin diğer yörelerinde olduğu gibi hayata geçirilmelidir.
5- Doğu ve Güneydoğu’nun sosyo ekonomik ölçekteki kalkınması için hemen harekete geçilmeli, bölge halkının işsizlik ve yoksulluk sorunları kökünden bitirilmelidir.
6- Dış destekli terörü besleyen, kışkırtan, artıran yaklaşımlar, güçler, örgütler, devletler müşahhas bir şekilde her tür yayın ve propaganda unsurları kullanılarak bölge halkına anlatılmalıdır.
7- Sinema, tiyatro, internet, dergi, gazete gibi iletişimin bütün birimleri ile geçmişten geleceğe kardeşlik projesinin bütün Türkiye’de birlik şuurunu pekiştirecek şekilde sunulmalıdır.
8- Etnik ırk temelli söylemlerden ziyade tarihi, dini, coğrafi ve sosyolojik birliktelikleri öne çıkaracak programlar tertiplenmeli ve bu programlar milli, İslami, insani hüviyette olup herkese ulaştırılmalıdır.
9- Kim ne söylerse söylesin ve hangi tutum içerisinde olursa olsun, hiçbir şekilde bu ülkenin bölünemeyeceği, tarihimizin ve misyonumuzun bunun en canlı şahidi olduğu düzenlenecek yoğun programlarla bölge halkına anlatılmalı ve terör örgütüne asla taviz verilmemelidir.
Bu söylenenlerden hareket ile bugünden tezi yok ülkücü olduğunu söyleyen kurum, teşkilat ve kişiler sorumluların daveti ile harekete geçmeli, ciddi bir takvim ortaya konmalı ve bütün öncelikler bu zaviyeye yönelmelidir.
Defalarca söylenildiği gibi:
Yarın çok geç olabilir!