-11-
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi)
Askeri Güç Durumu
Savaşın başlangıcında, Osmanlı Devleti’nin; 186.500’ü Trakya-Bulgaristan, 107.500’ü Bosna-Hersek, 70.900’ü Kars-Ardahan-Beyazıt üçgeninde, 20.800 ‘ü Batum’da, 104.300’ü de diğer bölgelerde konuşlandırılmış, o güne göre modern sayılacak tüfek ve toplar ile donatılmış 490.000 kişilik bir ordusu varmış.
Rus Ordusu’nun ise Balkanlarda; 445.000, Kafkaslarda da 147.500 kişilik bir askeri gücü bulunuyormuş. Ancak; Rusların Balkanlardaki askeri gücü, Romanya’nın 56.000 kişilik ordusu ile 500.000 kişiyi geçerken, buna; daha sonra, Bulgar gönüllüler ile Sırbistan ve Karadağ Ordusu dâhil olmuş.
Romanya Desteği
24 Nisan 1877’de; Rusya, Romanya’ya girerek hızla Tuna Nehri’ne doğru yönelmiş. Tuna’da başlayan savaş; Rus Ordusu’nun, Kafkasya üzerinden Anadolu’ya taarruzu ile de ikili bir cepheye dönüşmüş.
Sırp ve Karadağ Oyalaması ile İstihkâmdan Yoksun Bir Savunma
Sırp ve Karadağ Ordusu; Osmanlı’nın Bosna Hersek’teki kuvvetlerini oyalarken, Rus Ordusu da önemli bir direniş ile karşılaşmaksızın, Tuna Nehri’ni iki koldan aşarak Bulgaristan’a girmiş.
Bulgar Desteği
Bulgarlar; oluşturdukları 12.500 kişilik bir gönüllü birliği ile Rus Ordusu safında savaşa katılırken, çeteler ile de cephe gerisinde sabotaj ve tedhiş eylemlerine girişmiş, Ruslara keşif ve lojistik hizmeti vermiş.
Rus Ordusu’nun I. kolu; Tırnova ve stratejik öneme haiz Şipka Geçidi’ni ele geçirirken, II. kolu ise Niğbolu’yu ele geçirmiş.
Osmanlı Ordusu’nun Dağınıklığı
Rusların, stratejik tepe-geçit ve yolları tutması; Osmanlı’nın Vidin ve Rusçuk’taki kuvvetler ile Edirne’deki kuvvetleri arasındaki bağlantının kesilmesine, buradaki kuvvetlerin de personel ve lojistik takviyesinden mahrum kalmasına neden olmuş.
Karşı Strateji Geliştiremeyen Bir Genelkurmay
O zamana kadar, Osmanlı ile Rusya arasında vuku bulan birçok savaşa rağmen, Osmanlı Genelkurmayı; Rus Ordusu’nun “toplu taarruz ve toplu savunmaya dayalı” savaş stratejisine karşı bir savunma stratejisi geliştirememiş, karşısına çıkan büyük bir gücü ise küçük kuvvetler ile durdurmaya çalışmış.
Neden?
Balkanlarda sürüp giden isyanlar; güvenliği, güvenlik; alan hâkimiyetini, alan hâkimiyeti de; Osmanlı’nın askeri gücünü yaygın bir şekilde konuşlandırmasını gerekli kılmış. Bunun dışında Ordu’nun ağır, hantal yapısı ile sevk ve idaresinde çekilen güçlükler de bu sonucu doğurmuş.
Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir Paşa’nın Görevden Alınması
Rusların kazandığı başarılar; İstanbul’da, endişe ile karşılanmış, Balkan Orduları Umumi Komutanı Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir Paşa ile bazı komutanlar de görevden alınmış, Tuna Ordu Komutanlığı’na Müşir Mehmet Ali Paşa, Balkan Orduları Umumi Komutanlığı’na da Süleyman Paşa getirilmiş.
Meclis-i Umumi’nin Kapatılması
Savaşın kötü gidişinin diğer bir faturası ise Umumi Meclis’e çıkarılmış, Umumi Meclis; 14 Şubat 1878’de, Sultan II. Abdülhamit’in emri ile de kapatılarak dağıtılmış.
Karşı Taarruz ve Savunma
Komutanlık değişimi ardından, Osmanlı Ordusu; karşı taarruza geçerek I. koldan ilerleyen Rus Ordusu’nu geri çekilmeye zorlamış, Kızanlık ve Eski Zağra geri alınmış, II. koldan ilerleyen Rus ordusu ise Plevne önünde Osman Paşa’nın güçlü savunması ile de durdurulmuş.
Plevne’ye Desteğin Bir Türlü Ulaşamaması
Osman Paşa’ya yardıma giden Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu; Şipka Geçidi’nde güçlü bir direniş ile karşılaşmış, tüm gayrete rağmen bu direnişi kıramamış.
Plevne Savunmasının Çöküşü ve Osmanlı Ordusu’nun Dağılması
Sürekli personel ve lojistik takviyesi alan Rus ordusu; 5 ay süren bir muhasara ve taarruzdan sonra Plevne’yi alabilmiş, önemli bir engelin kalmaması ve Osmanlı Ordusu’nun dağılması ile de 40 gün sonra Çatalca önlerine kadar gelmiş.
Rusya’nın Londra Protokolüne Uyması
Rusya; İngiltere’nin, Londra Protokolü’nde “Boğazların tehlikeye girmesi dışında savaşa müdahil olmayacağı” şeklinde düştüğü şerhi dikkate alarak İstanbul’a doğru olan harekâtı durdurmuş. Haliyle Osmanlı da mağlubiyeti kabul ederek barış istemek zorunda kalmış.
Ayastefanos Antlaşması
3 Mart 1878
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, İstanbul’un Yeşilköy semtinde bir antlaşma yapılmış. Antlaşma ile Osmanlı Devleti, bugünkü Bulgaristan, Selanik hariç Makedonya’nın tamamı ve Kırklareli’ni kapsayan bir bölgede kendine bağlı Özerk Büyük Bulgaristan Prensliği’nin kurulmasını kabul etmiş.
Günah Keçisi Aranıyor
Sultan II. Abdülhamit; savaşın çıkmasından Mithat Paşa ile ekibini, mağlubiyetten de önce Balkan Orduları Umumi Komutanı Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir Paşa’yı, daha sonra da Şipka kahramanı Süleyman Paşa’yı sorumlu tutmuş.
Savaş sırasında yargılanan Abdülkerim Nadir Paşa; savunması ile hükümeti zora düşüreceğinden Midilli’ye sürgüne gönderilmiş, mağlubiyetin faturası ise görevi devralan “30 Mayıs 1876 Askeri Darbesi’nde bir rolü bulunan” Şipka Geçidi Kahramanı Süleyman Paşa’ya kesilmiş.
Süleyman Paşa; önce tüm rütbe ve madalyaları geri alınarak idama mahkûm olmuş, daha sonra da Sultan II. Abdülhamit tarafından affedilerek Bağdat’a sürgüne gönderilmiş.
Monarşik Yönetime Geri Dönüşün Adımları
93 Harbi öncesinde; Mithat Paşa’yı sürgüne gönderen, 93 Harbi sırasında Umumi Meclisi kapatan, 93 Harbi sonrasında da Süleyman Paşa’yı cezalandırarak muhaliflerini bir-bir tasfiye eden Sultan II. Abdülhamit, adım-adım tek adam konumuna gelmeye başlamış.
Katliam-Açlık-Salgın Hastalık ve Göç Dalgası
McCarthy’e göre; 93 Harbi bozgunu sırasında, katliam-açlık ve salgın hastalıktan 500.000 Müslüman hayatını kaybederken, 1.200.000 Müslüman da yerini yurdunu terk ederek başka bir yere yerleşmek zorunda kalmış.
Muhacirlerin 200.000’i Şumnu’da, 300.000’i Makedonya’da, 150.000’i Batı Trakya ve Rodoplar’da toplanırken, 387.000’i de İstanbul’a gelmiş. Rumeli’den gelen 767.339 kişi ile Sohum-Batum ve Kars’tan gelen 300.000 kişi Anadolu’ya yerleşmiş.
Kaos Ortamı
Balkanlar üzerinden İstanbul’a, oradan da Anadolu’ya büyük bir göçün yaşanması; gıda-barınma ve sağlık gibi ciddi sorunları doğururken, mali yönden iflas etmiş olan Osmanlı’nın; buna cevap verecek bir durumda olmayışı, açlık-salgın hastalık gibi felaketler ile ekonomik-mali-sosyal-kültürel-siyasi hadiselerin yaşanmasına neden olmuş.
Hiperenflasyon
Savaşı finanse etmek amacı ile karşılıksız banknot (Kaime) basılması; hiperenflasyona yol açarken, tasarruf sahipleri ile devletten alacaklılar ciddi ölçüde zarar etmiş, stokçuluktan ve karaborsadan zenginleşen ve adına “savaş zengini” denilen bir sınıf türemiş.
Galata Bankerlerinin Telaşa Kapılması
Mali iflas ile ciddi bir endişe yaşayan, hiperenflasyon ile de devletten olan alacakları gün geçtikçe hızla eriyen Galata Bankerleri; Sultan II. Abdülhamit ile görüşerek “soruna çözüm getirmesi halinde, mali destek vereceklerini” bildirmiş.
Selanik Anlaşmazlığı
İngiltere ve Fransa; Selanik Limanı’nın, “bir oldu, bitti” ile Yunanistan’ın eline geçmesini arzu ediyordu. Ancak; bu durum, Avusturya ve Almanya tarafından asla kabul edilecek bir hal değildi.
Neden?
Avrupa-Asya askeri-ticari yolunun güney hattının; Özerk Büyük Bulgaristan Prensliği’nin topraklarından geçmesi, Selanik Limanı’nın İngiltere-Fransa vesayetindeki Yunanistan’ın elinde bulunması, Almanya ve Avusturya’nın doğu kapısının kapanması anlamında idi. Bu da Osmanlı’nın dış politikası açısından bulunmaz bir fırsatı doğurdu.
Osmanlı’nın Almanya ile Yakınlaşması
Sultan II. Abdülhamit; Avrupa’nın büyük devletlerinin, Selanik Limanı konusundaki çıkar çatışmasını dikkate alarak Almanya’ya yanaştı, bu da; Ayastefanos Antlaşması’nı kilitleyerek işlemez bir hale getirdi.
Arnavut Sorununun Doğuşu
Arnavutlar, Ayastefanos Antlaşması sonucu; yoğun olarak bulundukları Kumanova-Preşova-Üsküp-Kalkandelen-Debre-Reka-Voskopoya-Pogradec-Opari-Bilist Korça’nın Bulgaristan’a, Niş-Vronya-Kurşunlu-Leskovaç-Protuble’nin Sırbistan’a, Plav-Gusinye-Vermos-Tuz-Kelmend-Trieps-Gruda-Hoti ile Adriyatik kıyısındaki Bar ve Ülgün’ün Karadağ’a verilmesine tepki göstermiş.
Yanya’da Abdül Fraşeri başkanlığında toplanarak, Yanya-Ergiri-Berat-Avlonya-Elbasan-Debre-İşkodra’da askeri ve idari komiteleri içeren “Arnavut Haklarını Koruma Komitesi’ni” kurmuş, alınan kararları da protesto etmişler.
Sultan II. Abdülhamit’in El Altından Arnavutlara Destek Vermesi
30 Mayıs 1878’de; Abdül Fraşeri (Fraşerili Abdullah Hüsnü)-Şemsettin Sami (Fraşerili Abdullah Hüsnü’nün kardeşi)-İşkodralı Paşko Vaso-Jeno Vreto ile bazı Arnavut ileri gelenleri, gelişen olaylara müdahil olmak için İstanbul’da bir toplantı düzenlemiş. Toplantı sonucunda da; 10 Haziran 1878 tarihinde, Prizren’de, daha geniş katılımlı bir kongre yapılması kararlaştırılmış.
Çırağan Baskını ya da Çırağan Sarayı Vak’ası
19 Mayıs 1878 gecesi; Ali Suavi ve beraberinde yer alan 150 kişilik Filibeli muhacir bir grup, Kuzguncuk’tan açıldıkları tekneler ile Çırağan Sarayı’nın nispeten az korunan deniz tarafından Çırağan Sarayı’na girmiş.
Deniz tarafından gelenler; muhafızların silahlarını alıp içeri girmeye çalışırken, Mecidiye Camii önünde toplanan; 300-350 civarındaki Filibeli muhacir ise Paşa Dairesi ve Serdab Köşkü önüne gidip, buradaki nöbetçilerin silah ve kasaturalarına el koymuş. Bunların bir kısmı dışarda kalırken, bir kısmı da saray ve harem dairesine girerek V. Murat’ı aramaya koyulmuş. Bu esnada, alt katta bulunan V. Murat’ın oğlu Selahattin Efendi; korku ve telaş içinde, babasının yanına çıkarak durumu anlatmış. Bunun üzerine V. Murat; yanında validesi Şevkefza Kadın olmak üzere, Ali Suavi ve adamlarının karşısına çıkmış.
Ali Suavi; V. Murat’ı görür, görmez yanına yaklaşıp, “ Efendim! Sana biat etmeye geldik. Bizi Moskof’tan kurtar!” diye haykırmış. V. Murat; şaşkın bir halde, “Biraderimi ne yaptınız” deyince, Ali Suavi; “O’na daha bir şey yapmadık, önce size biat edeceğiz, sonra da O’nu tahtan indireceğiz” cevabını vermiş. Ardından V. Murat’ın bir koluna Ali Suavi, bir koluna da Nişli Salih girip, O’nu sürüklemeye başlamış.
Ali Suavi baskınının öncesinde, Sultan II. Abdülhamit tarafından saraya tayin edilmiş olan Dilaver Ağa; bir takım muhacirlerin, Mecidiye Camii önünde toplanmasından şüphelenerek Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Ağa’ya haber göndermiş. Bunun üzerine Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Ağa, yeterli miktarda zaptiye ile de saraya gelmiş.
Saray bahçesinde, muhacirleri gören Hasan Ağa; yanındaki neferlerden on tanesini Valide Sultan kapısı önünde bırakarak, giriş ve çıkışı emniyet altına almış, on neferi de Paşa dairesine göndermiş. Daha sonra dört neferle saraya giren Hasan Ağa; harem kapısında, V. Murat’ın sağında bulunan ve “Yaşasın Sultan Murat” diye bağıran Ali Suavi’nin elebaşı olduğunu anlayarak yanına yaklaşmış, bir sopa darbesi ile de O’nu öldürmüş. Bunun üzerine çatışma çıkmış, çıkan çatışmada ise bazı rivayetlere göre 23, bazılarına göre de 60 isyancı ölmüş. Baskın da takviye olarak gelen askeri birliklerce bastırılmış.
Devam edecek
Yazarımızın diğer yazıları: https://www.ulkucukadro.com/category/yazarlar/safter-tanik/