Bu sevdaya duçar olduğumdan ve Rahmetli Metin Tokdemir’in yüreklerimizi hoplatan “Ahde Vefa” şuuru ile Destanlaşan Ülkücü Şehitleri anlattığından beri kendime vazife edindim o destana gönülden şerhler düşmeye…
Tıpkı Başbuğ’un “Çoğu zaman rüyalarıma girerler. Sanki geçit resmi yapar gibi. Gözlerimin önünden geçerler. Oruç Reis ile kol kola yürür Yusuf İmamoğlu, Dursun Önkuzu, Süleyman Özmen, Erdem Arabacı gibiler. Uykularım kaçar, kalkar Cenab-ı Hakka sığınır dualar okurum. Ercüment’im gelir aklıma. Mezar bile dar gelmişti yavruma. Mezara sığmamıştı.” dediği gibi benimde çoğu zaman yüreğimin ortasına otururlar. Hayret eder, hayran kalır, titreyip kendime dönmeye çalışırım o şehitlerin mücadelelerini dinledikçe, okudukça ve anlattıkça…
Ve ben de bölerim uykularımı, hiç olmazsa bir Yasin okuyayım, der onların ruhlarını şad etmeye çalışırım.
Aklıma gelir Mustafa Yardımcı’nın şehadetinden 155 gün sonra açılan mezarından o pak naşının defnedildiği şekli ile durması ve kurşun yediği yerden hala kan damlaması..
Göz yaşlarına boğulurum, Halil ile Selçuk’un “gelinlik” hikayelerini anlatırken ve Halil Esendağ ile Selçuk Duracık’ın idam sehpasına şehadet getirerek gidişi; idamlarının ardından mübarek naaşlarının Kıble istikametinde duruşu ile titrer yüreğim derinden.
Ardından Ali Bülent Orkun’un ailesine yazdığı mektubu okurum hıçkırıklarla:
“Sevgili anneciğim, babacığım,
İdamım bir hafta daha ertelendi. Çok mutlu oldum. Sanmayın ki korkumdan. Korkmak ne kelime? Ben Allah’a kavuşmak ümidi ile bekliyordum bu günü. Ama yeni bir hatime başlamıştım. İdam edilseydim o hatimim yarım kalacaktı. Çok şükür ki bu bir haftalık sürede hatmimi tamamlayabileceğim. Sevincim işte bundandır.”
Yine dönemin cellatları tarafından idam sehpasına sunulanlardan biri Cengiz Baktemur düşer yadıma:
Derler ki, “Pişmanım, dersen idamını müebbede çevirebiliriz.” Bunun üzerine Cengiz Baktemur, “Hayır” der, büyük bir kararlılıkla. “O zaman inancımdan pişman olmuşum demektir.”
Bunun üzerine idam sehpasına götürürler tam seher vaktinde. Ve son isteğini sorarlar. Kur’an ve bayrak ister. “Bu saatte nereden bulalım Kur’an ve bayrağı” dediklerinde, gidin hücremden getirin der.
Hücresinden okuna okuna yıpranmış bir Kur’an-ı Kerim ile, öpüle öpüle solmuş bir bayrak getirirler.
Son bir defa her ikisini de öpüp başına koyar ve kelime-i şehadet getirerek idam edilir.
Aslında orucunu açtıktan sonra kurşunlanan yol başçısı Ruhi Kılıçkıran ile başlar yüreğimdeki sızı…
Dalarım o destansı kahramanların Bedrin Aslanlarını hatırlatan şehadete yürüyen aşklarına…
Bir yanım Önkuzu olur patlar ciğerlerim, öbür yanım kanlara bulanan bir ekmek filesi gibi okul bahçesinin orta yerinde kalır Özmen vari.
Dayanmaz olur soğukta ter döktürür; karlı bir günde tipiye inat taşınan Mustafa Erol’un naşı…
Göze pınarlar kuruyup, canım içre canım giderken Gün Sazaklar düşer toprağa ve kervan Ak bir Yıldız ile devam eder ebed yolculuğuna
Her biri kor olur kavurur içimi…
Ardından ettiğimiz yeminler aklıma gelir:
Yastığımız mezar taşı
Yorganımız kar olsun
Biz bu yoldan dönersek
Namus bize ar olsun” nidalarıyla…
Şimdi zaman, dün verilen mukaddes mücadeleyi yarınlara bir iman şuuru ile taşıma ve umudunu milletinin geleceğine adayan ülkücülerin Allah’a layık kul, Rasulullah’a layık ümmet ve ecdadına layık millet olma zamanıdır.
Artık bir vefa anlayışı, mesuliyet duygusu ve liyakat şuuru ile gönül seferberliği çizgisinde, yaşatma ideali doğrultusunda Türk milleti ile kucaklaşılmalıdır.
Ülkücüler, Türk Milliyetçileri! Eğer ahde vefa imandansa imanına vefa göster, milletinle kucaklaş, onu geleceğe taşıyacak büyük bir medeniyet tasavvuru ile ülkene ve ülküne sahip çık.