Osmanlılı yıllar, hatta Cumhuriyet’teki kısmî sızıntılara göre de, bu ülkede yaşayan resmi tarihçilerden aydınlara kadar, Osmanlı’nın devasa gövdesinin gölgesinde kalan Türk tarih ve kültür unsurları, görmemezlikten gelindiği için, maalesef yeni nesillere hakkıyla aktarılamamıştır. Bu hususta Doğu Anadolu Türkmen Beylikleri ve onların göçtüğü yeni topraklarda oluşturdukları Safeviler tarihi önümüzde canlı olarak durmaktadır. Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri olarak adlandırılan söz konusu beylikler ile Anadolu Selçukluların dağılması ile teşekkül eden Anadolu Türkmen Beyliklerini kesinlikle karıştırmamak lâzımdır. Bunlar tamamen iç-içe giren ve akraba olan iki Türkmen kavmidir. Doğu Anadolu’yu yurt tutmaları, Celâleddin Mengüberdi’nin macerası ve Türk Moğolları’nın istilâları ile ilgilidir. Dolayısıyla, diğer Anadolu Türkmenleri gibi Anadolu’ya hicretleri, terk etmeleri ve arkalarında karmaşık bir sosyal Türkmen yapısı bırakmaları sebebiyle fevkalâde önemlidirler. Çünkü bunların Beğlik oldukları bölgelerde hâlâ engin ve derin bir Türk kültür yapısı ile sosyal gelenekler bırakmışlardır.
Karakoyunluların “Şiî” olmalarına karşılık, Akkoyunlular Sünnî’dir. Üstelik Osmanlılar gibi “Hanefi” mezhebine mensupturlar. Karakoyunluların hemen hemen bütün kaynaklarda “Şiî”, Köprülüzade’ye göre “Müfrit” olarak ifade edilmelerine karşılık; Baba İlyas’tan beri, Sünni Devlet yapısına karşı olup da, henüz “Alevî” adını almamış; ”Heteredoksi” Türkmenlerin “İsnai-Aşeriye”, yani “Şiî” esintili görüşü taşıyan topluluklar bunlardan katiyetle etkilenmemişlerdir. Çok ilgi çekicidir ki, Karakoyunlu Türkmenleri, inanç olarak hiçbir şekilde bu kitlelerle iletişime geçmedikleri gibi, aksine Sünnî, ”Ortadoksi” Osmanlı devlet ve toplum yapısına daha yakın durmuşlardır.
İşte bu sebeple Emir Timur, Anadolu kapılarına dayandığı zaman Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu olan Uzun Hasan’ın atası Sünnî Karayülük Osman ve Heteredoks Karamanlılar ile birlikte Çağatay Ordusu’nun yanında yer alırken, Şiî Karakoyunlu kurucusu Karamehmed’in oğlu Karayusuf Osmanlı’yı desteklemiştir. Tabii olarak Osmanlı-Safevi gibi iki Türk kütlesi arasında diğer tali iki Türk kütlesinin karşı karşıya gelmesinin mutlaka başka ve zamana uygun makul sebepleri vardır. Bunlar hepimizin malumudur; değişik şeyler ifade etmek istediğimiz için bu sebepleri konu etmeyeceğiz.
Akkoyunlular Başkent Diyarbakır olmak üzere, Harput’tan doğuya doğru kayarak buradan İran Azerbaycan’ına çıkış yapacak bir coğrafyada vücut bulmuştu. Karakoyunlular ise Başkent Erciş olmak üzere, Muş’tan itibaren Aladağ üzerinden yine Azerbaycan’a çıkıyorlardı. Sanıyorum şimdiki Nahcivan her iki Türkmen topluluğunun da eski vatanlarına çıkış kapısı görevini yapıyordu. Çünkü Türkistan’dan çıktıktan sonra ilk vatanları bu topraklar olmuştu. Her iki Türkmen aşiretini de, Fırat ve Dicle’nin bereketli suları beslemekteydi.
Silsilenamelerinde Akkoyunlular, Oğuzların Bayındır boyundan gösterildikleri için onların kurduğu devlete “Bayındıriyye” de denmektedir. Karakoyunlular da, yine Oğuzların “Baraniler” boyuna mensuptular. Yakın akrabalıkları, her iki boy beyinin adlarının başındaki “Kara” unvanından da anlaşılmaktadır. Karayülük Osman, en büyük şöhretini çok vasıflı bir devlet adamı ve Osmanlı taraftarı Sivas-Kayseri hâkimi Kadı Burhaneddin’i öldürmekle kazandı. Zaten onu Emir Timur’a sığındıran sebeplerden biri de, Osmanlı’dan korunmaktı. Doğu Anadolu’da akraba bu iki Türk kavmi, ölesiye bir birbirine düşmandı. Bu düşmanlığı, hâkimiyet mücadelesinin dışında başka bir yakıştırma ile izah etmek kesinlikle mümkün değildir. Hele hele inançlara bağlamak katiyetle yanlıştır. Safeviler için de aynı iddiada bulunabiliriz.
Emir Timur’a karşı olmak Karayusuf ve Karakoyunlular’a çok şey kaybettirdiği halde, Karayülük Osman ve Akkoyunlulara da o kadar şey kazandırmıştır. Çünkü Timur’un Suriye ve Anadolu fetihlerinde yanında bulunan Osman’a bu hizmetlerinden ötürü Diyarbakır ve Amid onun tarafından bağışlanmıştı. Fakat, Timur’dan sonra ortaya çıkan Akkoyunlular, Karakoyunlular Hükümdarı Karayusuf ile Memluk sıkıştırmasından ötürü bu yönlerde genişleyemedi.
Karakoyunlu Karayusuf, tam bir Emir Timur düşmanı olarak ömrünü onlarla savaşmakla geçirdi. Bu uğraşında İlhanlı bakiyesi Ahmed Celâyir ile birlikte hareket etti ve kuvvetli Çağatay Ordusu’na zor günler yaşatmasına rağmen birçok seferinde elindeki küçük kuvvetlerle yenilip kaçmak zorunda kaldı. Emir Timur Anadolu’yu terk edip Karabağ’da çocuklarına en büyük tehlikenin “Türkmenler” olduğunu vasiyet ettiği günlerde, onlar Mumlukluların Halep cezaevinde bulunuyorlardı. Esasen bu hapislik hayatı tamamen Emir Timur’un emri ile oluyordu. Fakat zamanın Memlûk Hükümdarı Karayusuf’tan pek korktuğundan onlara eziyet yerine hürmet etmiş ve kısa süre sonra serbest bırakmıştır.
Emir Timur, Anadolu ve Suriye’nin fethinden sonra, buraları İran’da bulunan çocuklarına emanet etmiş kendisi de, 1405 yılında ölümü ile sonuçlanan muhayyel Çin Seferi başlangıcında, bugünkü Taşkent’in doğusunda ve tam Moğolistan’a çıkış kapısında bulunan Otrar’da ruhunu teslim etmişti. Halep’ten kurtulan ve ele avuca sığmaz bir cihangir olan Karayusuf, işte bu dönemde de Emir Timur’un çocukları ile kapışmaktan geri durmadı. 1407 ve 1408 yıllarında iki muhteşem savaşta yenilgi yüzü görmeyen torun Ebubekir Mirza komutasındaki Çağatay ordusunu şiddetli bir mağlubiyete uğrattığı gibi, Azerbaycan Valisi olan Timuroğlu Miranşah’ı savaş meydanında öldürdü. Karayusuf artık Tebriz başkent olmak üzere Azerbaycan Hükümdarı olmuştu. Çok geçmeden kader arkadaşı ve oğlunun manevi babası Tacik Bağdat hâkimi Ahmed Celâyir’in de, muhtelif kancıklıklarına dayanamayarak onu da, don-gömlek saklandığı inden çıkararak bertaraf etmiştir. Tabii olarak bu dönemde artık Akkoyunlulardan bahsetmek mümkün değildir ve bu akraba kavim, ancak 50 yıl sonra Uzun Hasan ile kendine gelebilecekti. Emir Timur’dan sonra yerine geçen Şahruh ile 1420’de son hesaplaşma, artık Karayusuf için tam bir jübile mahiyetinde idi; fakat daha karşılaşmadan eceli ile öldü; kabri Van Erciş’tedir.
Karayusuf’un çocukları da, en az kendisi kadar gözü pek yiğitlerdi. Yerine geçen oğul İskender, bütün direnmelere rağmen Şahruh’a yenildi. Bu dönemde kardeşler arası kavgadan ötürü, Çağatay Ordusu bayağı muvaffakiyetler elde etti. Fakat bazı yönleri ile babasını aşan Karayusufoğlu Cihanşah vaziyeti tekrar toparlayarak, Doğu Anadolu’da büyük karşılaşma arifesinde, 200.000 kişilik dev Çağatay Ordusunun Emiri sıfatıyla Şahruh’u, aynı milleti birbirine kırdırmamak için teke-tek mücadeleye davet etti. Belki böyle bir karşılaşma vukuu bulsaydı Şahruh’u yenecekti; lâkin, Çağatay ordusuna ezilmek zorunda kaldı. Fakat Cihanşah’ın başını, Uzun Hasan’ın hükümdar olması ile iyice toparlayan Akkoyunlular ile olan mücadeleler yedi ve böyle bir savaşta 1467’de Hasan, Karakoyunlu Hükümdarını öldürerek kafasını aldı.
Karakoyunlu tehlikesi ortadan kalkınca Akkoyunlular, Tebriz’e de hâkim olarak, bölgenin Osmanlılardan sonra en güçlü İran devleti oldular. Uzun Hasan, Trabzon Rum İmparatoru David’in kardeşi ve bilahare İmparator olan IV.Yuannis’in kızı Teodara ile de evlenerek Osmanlılara karşı bir himaye oluşturmuştu.
Bu arada asılları Gilan’lı olan Safiyüddin ailesinden Şeyh Cüneyd, kovulduğu Anadolu ve Suriye’yi dolaştıktan sonra canını Hasan’ın yanına atmıştı. Uzun Hasan “Şii” görüşlerinden ötürü Cüneyd’den Karakoyunlular’a karşı faydalanmak istemiş ve kız kardeşi Hatice Begüm’ü de ona nikâhlamıştı. Menşe itibariyle Sûfi bir aileden gelen Şeyh Cüneyd de, bu yönleri ile zapt edilir bir adam değildi. Dedesi Şeyh Ali’nin, Emir Timur’un ziyaret ederek çok değer verdiği bir şahsiyet olması dolayısıyla pek şöhreti de bulunuyordu. O da bir şeylerin peşindeydi.
Gerçi oğul Haydar, Uzun Hasan’ın Prenses Teodora’dan olma kızı Mariya ile evlenmişti ama Hasan’ın ölünden sonra Hükümdar olan Haydar’ın kayın biraderi Yakup Sultan’la Safevi-Haydariler’in aralarının iyice açılması bu niyetleri açığa vurmuştu. İşte Haydar ve Maria’dan olma Şah İsmail de daha 20 yaşını bulmadan Sünni Akkoyunlu mirasına böyle oturacak ve “12 İmam Şiası”nı devletin resmi dini olarak ilân etmek suretiyle Safeviler Devleti’ni yaratacaktı.
Şu tarihimizin inceliklerine ve bize verdiği derslere gerçekten şaşmamak mümkün değildir. Aşık Veysel’in dediği gibi tarihimiz, “Uzun ince bir yol”.. Ders alıp dersimizi de iyi çalışalım.
Sağlıcakla kalın.