“Tarih” insandan ayrılmayan ve unsuru insan olan en eski bir öğretidir. Yaradılıştan itibaren insanoğlu hep kendisini ifâde etmek gibi bir dala sıkı-sıkıya yapışmış, önceleri insan hayatı demek olan “Tarih” insanlığın tekamülü ile birlikte coğrafya-entnoloji-dil-düşünce-din gibi sosyal hayatı oluşturan önemli ögeleri içine dalmıştır. İnsanlar “Medeniyeti”kavrayınca “Kültür” gibi milli elementler sahayı oldukça genişletmiştir. İnsanların kültür değerlerine yapışmaları ise “Milli Kültür” ve “Milli Tarih” mefhumlarını keşfederek “Milletleşme” süreci başlamıştır. Kişi veya kişilerin nereden geldiklerini, atalarının kim olduğunu sorgulamaları bu bakımdan ilk tarih arayışlarına yönelmelerdir. Ve böyle bir tesbit şu anda bile insan kafasında geçerliliğini korumaktadır. İşte bu arayışların disiplin haline gelmiş şekline “tarih” denilmektedir.
“Dinler Tarihi” bu arayışların tartışılması ve izahları ile başlar. İnsanlığın hangi coğrafya oluştuğu ise ise coğrafya ile tarihi birbirine ekleyen insanoğlunun düşünceye yönelişinin ilk tezahürleridir. Cudi Dağı’na oturan “Nuh’un Gemisi” ise milletleşmenin dini donelerle izhahıdır. Modern ideolojiler istediği kadar insanlığı materyalizm ile izah etsin “Milletleşme”nin hem sosyal hem de “Dini”verileri gözden geçirilmeden böyle hususların tesbiti mümkün değildir. Kutsal kitaplarda “Milletleşme”açık-seçik yer alırken birçok milliyetler de hikâyeleri ile birlikte mükerreren isimlendirilmiştir. Bunun ötesinde Kutsal Kitaplar üzerinde yapılan tefsir çalışmaları ise çeşitli imalarla zikredilmeyen milletlerin kimliklerini de anlatır haldedir. Bu yönü ile “Vahiy Kitapları”nın büyük ölçüde geçmiş hadiselere yer verdiğini ve hatta tarih dersi ile anlatımın desteklendiğini söylememiz mümkündür. Dolayısiyle insanoğlunda teşekkül eden ilk tarih şuurunun beşerin arayışları ile şekillenen ilahi kaynaklar olduğu görülmektedir.
İnsanoğlunun hareketi ve hareketsizliği de tarihtir. Bu sebeble çok hareketli bir millet olan Türkler’in tarihini izahda bilim adamları zorlanırken hareketsiz milletlerin tarihi kavramak daha kolaydır. Türkler’in tarihindeki hareketliliği o eskimiş ”Göçebe” görüşleri ile izah etmek ve “Otlak Aramak” sebebiyle yayıldıklarını açıklamak doğru bir görüş değildir. Yani Türkler’e lazım olan “Otlak” başka milletlere gerekli değil midir? İnsanoğlunun ilk kavradığı şey hayvancılıktır. Belki toprağa bağlılık çok sonraları ortaya çıkmıştır. Bu sebeble bazı insan topluluklarına “hayvancılık” çok gerekli değildir de diyemeyiz. ”Kuraklık” gibi görüşler de tamamen uydurmadır. Yani Tanrı kuraklık yıllarını hep Türkler’in ilk coğraflarına mı vermiştir? Halbuki hala biliyoruz ki Kingan’dan Moğolistan’a kadar Türkler’in ilk vatanlarının bol yağış almaktadır. Belki Amerika kıtasından sonra en çok sulu olan topraklar Asya topraklarıdır. Türkler’in hareketliliklerinin mutlaka manevi sebebleri ve bu ırka genetik olarak yüklenmiş ilahi misyonların varlığı üzerinde çalışılırsa daha dolgun sonuçlar elde edilebilir. İşte biz buna “Tarih Şuuru” diyoruz.
İnsan hayatında açıklanamayan daha birçok hadise vardır. Manevi görüşleri, bir kenara atıp materyalizme sarılmanın adı ilim oluyordu, manevi yorumlar ve açıklamalar neden ilim dışı kabul ediliyor. İkisi de bir hipotez ise “Mânâ”denen mefhumu hiçbir şekilde reddemeyiz. Şüphesiz ki ister kitap getirsin isterse getirmesin hiçbir Peygamlber’in tarihçi olduğunu söyleyemeyiz. Fakat menkıbe de olsa kitap getirmeyenlerin ve getirmiş olanların tebliğ ettiği beyanların yanlışlığı bugüne kadar kesinlikle ispat edilmemeştir. Bu sebeble “Tarih” din kadar insanoğluna yapışık ve ondan ayrılmayan her türlü sosyal hadiselerin bütünüdür. Zaten “Din” de böyle ancak “Sosyal Bilimler” ile izah edilebilecek bir intisab değil midir? Dikkat edersek dinler medeniyet devirlerinde anlam kazanmışlardır. Yani dinleri kesinlikle kültür penceresinden görmedikten ve insanların hayati ihtiyaçlarını karşıladığını bilmedikten sonra hiçbir şekilde “Tarihi materyalizm” dışına çıkaramayız.
Din gibi tarihle kültür de iç içedir. Kültür unsurları taşımayan bir tarih de zor kabul edilebilir ve güç anlaşılır. Çünkü insanoğunun din evvelli intisabı kesinlikle kültür unusurlardır. Yaşama şekli, insanlararası münesebetler, inanç temayülleri ve hepsinin ötesinde insanların birbiri ile konuşmaları birer kültür unsuru değil midir? Milletleri milli kültürlerinin bir literatür oluşturması ortaya çıkarmıştır. İşte böyle bir sosyal düzen otoriteye ihtiyaç hasıl etmiş ve medeni bir mefhum olan “Devlet” düşüncesi oluşmuştur. Tabii olarak “Devlet” milletlerin teşkilatlanmış şeklinden başka bir şey değidir.
İptidai “Devlet” oluşumları bile daha ilk günden itibaren tarih yazımı yapmışlardır. Çok eski olan bugün elimizde olmasa da en azından böyle bir görüşü ileriki davranışların ışığında bu şekilde düşünmek gibi bir mecburiyetimiz vardır. Milât sonrası süreçte ne kadar tereddütler olursa olsun insanoğlunun belli bir tarihi olduğu ortaya çıkmıştır. Hatta çok daha evvelki asırlara ait arkeolojik bulgular bugün o devri yazacak ve sistemleştirecek kadar bol materyaller taşımaktadır. ”Hammurabi Kanunları” M.Ö. 2000’lere ait yazılı bir kaynakdır.Bu kanunların ortaya koyduğu tedbirler “Kutsal Kitaplar”da da benzer şeklilde yer almıştır. Çivi yazısı ile kazınan bu taşlar aynı zamanda ilk tarih yazılı metinleridir ve insanoğlunun belli bir medeni seviyesini göstermektedir. Şüphesiz daha eski örnekler de bulunabilir. Fakat milat sorası aydınlık devirlerde artık insanlar kendi kayıtlarını tutacak ilk “Vak’a-Nüvis” kullanımına başlamışlardır.
İslâmiyet’in intişarından sonra tarih yazımı Müslümanlardan başlamak üzere daha modern hale getirilmiştir. Bu sebeble İlk İslâm Devlet’inden itibaren dünyanın elinde çok sağlam kayıtlar vardır. Türkler’in İslâmiyet’ten evvel ilk ve dört başı mamur yazılı kaynakları tabii ki “Orhun Abideleri”dir. Bir medeniyet ve tarih mahsulü olan bu taşlar aynı zamanda Türkler’in tarihe ne kadar önem verdiklerinin açık delilidir. Öyle sandığımız gibi hiç de bir göçebe ve ürkek toplum delilleri sayılamaz.
Bütün bu sebeplerden ötürü bugünün Türk insanı tarihi böyle geniş bir pencereden görmeli ve sağlam bir “Tarih Şuuru”na sahip olmalıdır. Geçmiş nesillere karşı ancak böyle görevlerini yapmış insanlar olduğumuzu ispat ettiğimiz gibi gelecek ile ilgili kararları da daha isabetli vermemizi sağlarız. İşte tarihin önemi budur.
Sağlıcakla kalın.