Ali BADEMCİ
Kendinden evvel 500 yıla yakın bir zaman içinde Türklerin vatanlaştırdığı İran Coğrafyası’nda, hâlâ sebep ve sonuçları tartışılan hakiki bir sosyal depremin kahramanı olarak, soyadını bir devlet adı haline getirerek yeni bir İslâmî inancı dayatma suretiyle bir mecburiyet haline getiren bir kahramanı, aslında bu siyasi münakaşaların çok dışında tutmak gerekliydi. Lâkin insanoğlu yaradılış itibariyle düşünen bir varlık olduğu için bazen bu melekeyi çok basit işleri kovalar hale indirgemiştir. İşte zekâ dediğimiz nesne de burada ortaya çıkıyor ve olmazları olurmuş gibi tartışma ortamına sürüyor. Şah İsmail ”Kürt”müş. Gerçek şudur ki, olsa da çok şey ifade etmez. Fakat bu hususu “Milletleşme” gibi çarpık siyasi tecrübeler için kullanmak isterseniz, tabiî olarak herkesin gerçeği bilme hakkı doğar.
Şurası bir gerçektir ki, gerek Şah İsmail ve gerekse Safevi ailesini çalışma konusu yapanlar, tıpkı Anadolu’daki gibi benzer “Sûfi” hareketlerin tersine Hazar Denizi’nin doğusuna taşıyamamışlardır. Hiç gerek olmadığı için buna tevessül eden de olmamıştır. Şimdi bütün bunlara karşılık İsmail’i muhayyel “Kürt” vatanına taşıyarak ona “Kürt” demek safsatadan öteye gidemez. Zamanında benzer yolu deneyen “Farslar”ın da böyle bir sahiplenme için “Vatan” mefhumu aramalarına gerek olmadığı ve kolay yanıltmalar yapılabileceği halde başaramamaları, ortada çok önemli bir hakikat olarak durmaktadır. Hatta bunun gibi “Mevlâna”nın soyu-sopu ile ilgili yakıştırmalar dünyada kabul görmemiş, onun “Farsça” yazması bile, ilim âlemini kandırmaya yetmemiştir. Tabii olarak Şah İsmail meselesi bu derece yaygınlaşmamış, çok yeni ve çok taze, speküler ve gülünç bir iddiadır.
Şah İsmail’in Dede Safiyüddin’den gelen nesli bugüne kadar tarihteki konumu ile örtüşen bir şecereye kavuşturulamamıştır. Anne tarafı Hatice Begüm’ün ise Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın kız kardeşi olduğunu çok iyi biliyoruz. Türkmen Hatice Begüm, İsmail’in babası Haydar’ın annesidir. Dedesi de “Kızılbaş” görüşleri ideolojileştiren Şeyh Cüneyd’dir. Aile, Erdebil’e Hazar Denizi kıyısında bulunan Gilan’dan gelmiştir.
İsmail’in saklı tutulduğu çocukluk yılları da burada geçmiştir. Gilan, İran coğrafyasında müfrit Şiiliği ile öne çıkan ve belki de ilk İslami tartışmaların başladığı bir bölgedir. ”Deylemî” dediğimiz “Büveyhoğulları” da büyük ölçüde bu hamurun mayasındandır. Hatta Selçuklu Tuğrul’un, Abbasi Halifeliğini bunların tasallutundan kurtardığını tarihçilerimiz yazmaktadır. Buna karşılık Safiyüddin ailesi ve Ocağı Sünni-Şafii’dir. Son zamanlarda bizde ve özellikle Fars kaynaklarında, bu mezhep meselesi kökeninden itibaren yer almaktadır. Hatta Haydar’dan başlamak üzere Şah İsmail’in zorla Şiileştirdiği Sünni zümre iste bu Şafii unsurlardır.
Safevi ailesinin, bırakın Kürt olmayı, Kürtleri pek sevdikleri de söylenemez. Çünkü Haydar’ı öldüren Şirvanşah ordusunda en önde Kürt unsurların bulunduğunu bilmekteyiz. Gerçi sonradan İsmail devrinde, Osmanlı-Safevi mücadelesinde bugün dahi varit olan “Kürt-Seyyidliği” müessesesinin ortaya çıkmasına sebep olan da İsmail’dir; çünkü bu “Müktesebat”ı onlara bol keseden İsmail’in adamları dağıtmıştır.
Tarihi seyir bu. Peki, kültür ve inanç yönünden Şah İsmail’in “Kürt” olması mümkün mü? Meselâ İsmail’in Kürt lisanı ile söylenmiş kaç tane deyişi vardır? Haydar bir inanç için Erdebil’e insan çağırırken, milyonu bulan Türkmen akışına karşılık kaç Kürt yerinden oynayarak yüzünü o tarafa çevirmiştir? Bugün bile Kürt’ün bırakın Kızılbaş’ını Alevi’si bile parmakla sayılacak kadar azdır. Tarih onların Osmanlı ve Safevi mücadelesinde “Hangi taraf kuvvetli ise o tarafa” meyletmeleri şeklinde doğru bir karar vermiştir. Belki kendileri için o zamanda en akıllı tutum da bu idi. İstediği kadar İdris-i Bitlisi’yi Osmanlı mevzuunda suçlasınlar övündükleri Şerefname yazarı Şerefhan’ın oğlu dahi böyledir.
Özellikle, gerek özel hayatı ve gerekse ortaya koyduğu görüşler itibariyle, Şah İsmail gerçek bir Türkmen’dir. Hatayi mahlası ile yazdığı en güzel ve duru Türkçe ürünü şiirleri bile onun başka milliyete mensup olmadığını ispata yeter. Yarattığı ideologya örgüsünün ise Türkistan menşeli olduğu, Şamanizm gibi inançlardan kaynaklandığını bırakın bizleri, oryantalistler tarafından ispatlanmıştır. Yeni ve modern çalışmalar mutlaka onunla ilgili daha uzaklara giden bir şecereyi de mutlaka Türkmen kültür tarihine kazandıracaktır.
Âlim geçinen eski Marksist bozuntusu ve zamanımız “Avara Kürtçüleri”ne mutlaka şu hususu da hatırlatmak lâzımdır: Bulunduğumuz coğrafyada, Türk unsurları hesaba katmadan bir Kürt varlığından ve tarihinden bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Gündelik politikalardan sıyrılarak ve “Şu olmuş bu olmuş” telâkkilerini şimdilik bir kenara bırakarak neden Türklüğün Kürt varlığını himayesinden bahsetmeyiz. Yani 1000 yılı aşkın müşterek tarih ve hatıraların hiç mi güzel yanları olmamıştır? Türk kültür tarihi açıkça son yıllardan etkilenmeden Kürtlerin belirgin katkılarını bugünkü siyasetten habersiz ortaya koyarken, son yıllarda Kürt aydınlarının hiddetini de insafla bağdaştırmak mümkün değildir. Özellikle Anadolu’da hangi Türk oluşumunun hangi safhasında Kürt aydınlarına yer verilmemiş hayat hakkı tanınmamıştır? Kendileri bu hakları yeterince kullanmamışsa kabahat Türklerde mi? Konumuz olmamakla beraber şahsen meseleye bu açıdan bakınca, Kürtlerin Ermeni havariliğini de anlamak ve insaf ölçüleri ile bağdaştırma imkânı yoktur. Bunu Halaçoğlu’nun tespitleri ile de açıklayamayız. İnsan bugün için ne diyorsa odur. Mutlaka bu işi dış mihraklara bağlamak gibi “Komplo” teorilerinden başımız dönmüştür. 1915 öncesi uzun yılları düşünecek olursak, Türk Devleti’nin Ermenilerden de zarar gördüğünü söyleyemeyiz. Bu görüşü Osmanlı unsurları için teşmil edebiliriz.
Şah İsmail’in Kürt olduğunu ileri sürecek derecede şaşırmışlığın göstergesi olan Türklüğe karşı olmak, hiçbir ne Kürt’ün ne de başkalarının hayrına değildir. Birer Türk, Kürt hatta Ermeni olarak bu şekilde yaratılmamız elbette elimizde olan bir husus değildir. Meseleleri böyle şımartıcı sloganlara dökerek halklar arasında mesafe açacağımıza, oturup meskûkât çalışmak, doğruları bulup insanları aydınlatmak, tartışılacak ve ders alınacak kısımlar varsa bunları yapmak daha doğru değil mi? Cengiz Han, çoğunluğu Türk olan bir ordu ile medeni Türkleri kesmekle bitirebilmiş mi? Çar ve Bolşevik jenosidi, Orta Asya’dan Türklüğü silebilmiş mi? Koca bir Cihan Savaşı, küçük Anadolu’da Türklüğü yok edebildi mi? Böyle kesme vurma hayalleri ile insanın kökünü silmek mümkün değildir. Böyle bir şey yaradılış kanunlarına da aykırıdır. Bilerek veya bilmeyerek, hata varsa ve geçmişin ölçüleri ile düzeltilememişse yaşadığımız çağın medeni ölçüleri her meseleyi çözmeye muktedirdir. Öyle kışkırtıcılıktan da bir an evvel dönmek ve itidalli olmak zorundayız. Belki bu son görüşlere karşı çıkanlar olacaktır ama bu coğrafyada huzur içinde yaşamanın başka yolu olacağını sanmıyorum. Deli deliyi ıslah edemez.
Sağlıcakla kalın.