
MHP’nin 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, büyükşehir belediye başkanlığı bazında; % 4, il genel meclisi bazında; % 7,4 oy alması, tabii olarak bir eleştiri konusu olurken, MHP İstanbul İl Başkanı Abdurrahman Başkan ile il yönetim kurulu bunun sorumluluğunu üstlenerek istifa etti. Bu da beraberinde ilçe yönetimlerinin feshini getirdi.
Seçimin, ikili tercihe dönüştürüldüğü bir ortamda; başka bir adayın, tercih edilmesi beklenemez.
Şüphesiz ki bu seçimlerde, seçimin sonucunu belirleyen en önemli faktör; seçimin ikili tercihe dönüştürülmesi, toplumun da önde ve güçlü görünen iki adaydan birine yönelmesi oldu.
Rüzgâra karşı koşulmaz! Ancak; bu, mazeret değildir. Çünkü icra makamının, mazeret gibi bir lüksü yoktur.
Seçimin sonucunu belirleyen, en önemli faktör; bunun, ikili tercihe dönüştürülmesi olmuş ise de, sonuçta “MHP İstanbul İl Başkanı Abdurrahman Başkan’ın bir payı yoktur da” denemez. Zira o makam; sebebi önceden görme, değişen şartlara göre de bir pozisyon alma yeridir.
Sonuçtan; kişi ya da kişileri sorumlu tutmak, işin kolayına kaçmaktır.
Doğu düşünce tarzında; kötü sonucu, kadere-topluma-kişi ya da kişilere bağlamak, günah keçisi aramak, çareyi ise kurtarıcı da bulmak gibi kurnazca bir kolaycılığa kaçmak vardır. Kimse; “nerde hata yaptık, başka bir strateji izleseydik ne olurdu, bunun çözümü nedir?” gibi soruları sormaz, sormaya da ihtiyaç duymaz.
MHP tarihi boyunca, İstanbul’da; hiçbir zaman, ’i geçen bir oy alamadı, işin esas düşündürücü tarafı da burası. Bu, onunla bununla değil, onların ötesinde derin ve karmaşık bir sorun.
İstanbul, 15 milyonluk bir şehir. Bu nüfus; yabancı ve gelip, gideni ile de 17, hatta 20 milyona ulaşıyor. Türkiye’nin; sanayi-iç ve dış ticaret-turizm-bankacılık-eğitim ve kültür merkezi. GSMH içindeki payı ise % 27.
Bir benzetme yapılacak olursa; Ankara, Türkiye’nin kalbi ise İstanbul’da beynidir. Seçmen sayısı ve Anadolu’yu etkileme gücü itibari ile de partilerin kaderini tayin eden bir şehir. Burada başarılı olmadan da iktidara yürümek mümkün değil.
İstanbul İl Başkanı, bir megakent için gerekli özelliklere sahip olmalıdır.
MHP İstanbul İl Başkanı; teşkilatı, iş-sermaye-aydın-siyaset-bürokrasi- medya ve sivil toplum çevresini tanıyan, bunlar ile kolaylıkla iletişim kurabilen, güven telkin eden, doğru-hızlı karar verebilen, inisiyatif kullanabilen, büyük hedefi ve bir plan ile programı olan, bilgili-cesur-atak, örnek bir kişi olmalıdır.
İstanbul İl Başkanı, geniş yetkiler ile donatılmalıdır.
İstanbul İl Başkanı’nın güçlü olmasından, bir çekince duyulmamalıdır. Bunun; bir takım risklere, yol açması da mümkündür. Ancak; önemli olan, O’nun güvenilir-samimi-ilkeli olmasıdır.
Çok koşmak değil, koşturmak ve çözüm üretmek önemlidir.
İstanbul gibi bir şehirde, İl Başkanı’nın; “dur, durak” demeden, ilçeler ile temsilcilikleri sık-sık ziyaret etmesi beklenemez. Bu hem mantıken mümkün değil, hem de doğru bir metot değildir. Ancak; askere, sırca köşkten de komuta edilemez!
İyi bir yönetici; arkasına bakmadan durup-dinlenmeden koşan değil, sistemi kuran-çalıştıran, kitleyi harekete ortak eden, aksaklıkları yerinde tespit edip çözen bir metot ile hareket eder.
Siyaset, özveri isteyen bir iştir.
Aktif siyaset; risk ile maddi ve manevi bir fedakârlığı gerektirir. Bunu göze alamayanlar, aktif siyaset içinde yer alamaz.
Yorgun, küskün ve umutsuzlar ile koşulamaz.
Siyaset, uzun mesafeli bir koşuya benzer. Kadronun; bilge kişiler ile istek ve hırs yüklü gençlerden oluşması doğru bir seçimdir. Aksi halde; yıldızlardan oluşan takımlar, her sene şampiyon olurdu. Yorgun, küskün ve umutsuzlar ile de bir yere varılamaz.
Beklentisi olmayanların, bir hedef ve heyecanı yoktur.
İstisnalar dışında, milletvekili ve yerel yönetim adaylarının; yıllar önce belli olması gereklidir. Bu durum; Parti’de görev alacak kişinin, bunun motivasyonu ile çalışmasını sağlar. Ayrıca, propagandanın; bir seçim dönemi ile sınırlı olmayan, uzun ve sürekli bir koşu olduğu da unutulmamalıdır!
Bütçe
“Ne ka ekmek, o ka köfte” diye bir laf vardır. Ne kadar büyük bir hedef ortaya koyuyorsanız, o kadar büyük bir harcama yapmanız gerekir. Bu da buna paralel bir bütçeyi gerektirir.
Amerikan tipi parti düşüncesi, Türkiye’nin gerçekleri ile uyuşmaz.
Bazıları; “altyapı kuruluşları olan, güçlü, yaygın bir teşkilat ağına ne ihtiyaç var” diyor.
Başkanlık ve ikili parti sistemi ile güçlü lobilerin olduğu A.B.D.’de bu doğru olabilir. Ancak; parlamenter, çok partili sistemin bulunduğu, ciddi kurumsal bir sosyal yapının olmadığı ülkemizde ise ciddi sakıncalar doğurur.
Siyasi yapı itibariyle bize benzeyen ülkelerde; ciddi kurumsal sosyal yapıya rağmen, partilerin gücü üye sayısı ile ölçülüyor. Bu da altyapı kuruluşlar ile yaygın bir teşkilatlanmayı gerektiriyor.
Amerikan tipi parti düşüncesinin; bir de partide kişi ya da kişileri egemen kılma, partinin para babaları ile tarikat-cemaat-aşiret ağalarına ihtiyaç duyması, bireyin siyasetten soğuyarak kabuğuna çekilmesi, ilgisiz, tepkisiz kalması gibi derin-kötü sonuçları var.
Son yerel seçimlerde; 90 yıllık bir maziye sahip olan CHP’nin, sandık başlarında duracak eleman sıkıntısı çekmesine karşılık, AKP’nin adeta sandıklara hâkim bir görüntü vermesi, 4-5 parti dışında, diğer siyasi partilerin bir tek gözlemcisine bile rastlanılmaması Amerikan-Ortadoğu sentezi bu parti düşüncesinin bir eseridir.
Kurumsallaşma
Parti’ye girişin, görev almanın, yükselmenin, ödül ve cezanın temel- değişmez kuralları olmalıdır. Herkes “nasıl, ne şekilde, ne zaman, neden olacağı” gibi soruların cevabını peşinen bilmelidir. Bu aynı zamanda kurumsallaşmanın da temel şartıdır. Zira paraşütçülerin ve generallerin çok olduğu bir ortamda; hiyerarşi, disiplin ve başarıdan söz edilemez!
Kurumsallaşma; “ben” değil “biz” bilincini ortaya çıkarır, kötüyü dışlar, yanlışı süzer, en doğru ve en iyi olanı öne çıkarır, kaynak yaratır, partiyi para babaları–tarikat-cemaat-aşiret ağaları ile kişi ya da kişilerin sultasından kurtarır.
Dernek ve Vakıflar
Dernek ve vakıfların; toplumun çeşitli kesimine, nüfus etme gibi bir özelliği vardır. Bugün, siyasette öne çıkan birçok ismin; siyasete olan ilk adımını burada attığını, siyasi bilgi ve tecrübeyi de burada kazandığını görüyoruz.
Partiler için taraftar kazanmak kadar, taraftarı kaybetmemek te önemlidir. Eğitim-sağlık ve sosyal yardımlaşma amacıyla kurulan vakıflar; bu amaca hizmet ettiği gibi, siyasi hareketlerin kitleleşmesini de sağlar.
Sonuç olarak; dernek ve vakıflar, siyasi hareketlerin altyapısını oluşturur. Buna önem vermeyen, siyasi hareketler; halk ile bütünleşemez, gelişemez, kitlesini koruyamadığı gibi kaybeder.
Almanya ve Fransa gibi ülkelerde, partilerin; kurumsal bir kimliğe sahip olması, siyasi dengelerin kolay, kolay değişmemesi, bunun gelişmiş bir modelinin olması ile ilgilidir.
İstanbul, eğitim-kültür-gelir dağılımı itibariyle; önemli farklılıklar gösteren, kozmopolit bir megakent.
İstanbul, eğitim-kültür-gelir dağılımı itibariyle; bırakınız il genelinde, ilçe sınırları içinde bile, önemli farklılıklar gösteren bir megakent.
Kent ile kırsal, yüksek ile yoz ya da alt kültür, modern ile muhafazakâr yaşam tarzı, cehalet ile aydınlık, sefalet ile debdebe yan yana.
Eğitim ve kültür merkezi ama alt ve yoz kültür ile kültürsüzlük, birçok yerde göze çarpan ve aklı karıştıran bir görüntü. Bencillik, duyarsızlık, ilkesizlik, para ve rantiye prim yapan bir değer.
Seçmen davranışında, kent merkezinde; siyasi görüş ve ekonomik istikrar öne çıkarken, kentin kenar mahalleleri ile varoşlarında; din-mezhep-etnik kimlikler, hemşeri bağları ile işsizlik ve sosyal yardımlar öne çıkmış.
Varoşlar ve kenar mahalleler, muhafazakârlık ile karışık bir alt ve yoz kültür, sosyal yardım ve ekonomik istikrar ise şehrin kaderini tayin ediyor.
Bir yerde hararetle alkışlanan bir söylem veya slogan, başka bir yerde hoş karşılanmıyor. Batı tarzı propaganda; bir yerde başarılı olurken, başka bir yer ise doğu tarzı propagandayı gerekli kılıyor.
MHP, her yerel seçimde; belli bir bölgede yoğunlaşsaydı, bugün; 3-5 ilçede, iddialı hale gelebilirdi.
MHP’nin, her yerel seçimde; İstanbul genelinde, başarı sağlama gibi bir propaganda stratejisinin olduğunu görüyorum. Bu olsa, olsa hedefi olmalıdır, propaganda da gücünü tüm İstanbul sathına yayması ise yanlış bir metottur.
Dünden, bugüne; seçmen sayısının az olduğu, çevre ilçelerde, yoğun bir seçim kampanyası sürdürse idi, üç beş ilçede, yerel yönetim seçimini kazanabilecek bir seviyeye gelebilirdi. Zira büyükşehirlerde; başarı, çevreden merkeze doğru, bir yayılım ve gelişim gösterir. Refah Partisi’nden doğan AKP’nin; İstanbul, MHP’nin; Adana ve Mersin başarısı da bu esasa dayanır.
Propaganda da öncelikle gençlik ve kadın kesimi hedef alınmalıdır.
Orta yaş ve üstü erkekler, risk almaktan çekinir. Bunun için de mevcut alışkanlık ile tutum ve davranışlarını sürdürmek eğilimindedir. Gençlik ve kadın kesiminde ise his ve heyecan öne çıkar. Bu da onların yenilik ve değişime açık olmasını sağlar.
Eğitim-sağlık-sosyal yardımlaşma alanlarında faaliyet gösteren dernek ve vakıflar olmadan, gençlik ve kadın kesimine hitap edilemez.
Gençlik ya da kadın kesiminde, büyük taraftar bulan bir tepki ya da eyleme; söz, tutum ve davranışlar ile karşı çıkılmaktan sakınılmalıdır.
Gençlik açısından sosyal medya, kadın kesimi için de görsel medya önemlidir.
Sosyal medya takipçilerinin, genelde; gençlik kesiminden oluştuğu, toplumdan farklı bir his-heyecan ile kültür ve düşünceye sahip olduğu, marka-müzik-sanat grupları oluşturduğu ve bunları popüler kıldığı görülüyor. Bu nedenle de sosyal medyada aktif olmadan, gençliğe hitap edilemez. Ancak; bu da, sosyal-psikolojik yaklaşım ile bir kadro çalışmasını gerektirir.
Okuma alışkanlığı olmayan, eğitim ve kültür seviyesi düşük olan ülkemizde; görsel medya, özellikle ev kadınının hem günlük olayları takip, hem de en önemli eğlence aracıdır. AKP’nin ev kadınları arasında büyük bir taraftar bulmasının bir nedeni de budur. Bu da MHP’nin ciddi bir görsel medyaya ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
Aktiviteler; kadro ile tabanı dinç ve çalışkan kılar, aynı zamanda da taraftar kazandırır.
Günün anlam ve önemi adına düzenlenen; statlara kadar varan kapalı ve açık salon kutlamaları, gösteri ve yürüyüşler, tarihi yerler ile köy ve kır gezintileri, yayla şenlikleri, spor ve milli kültür yarışmaları kadro ile tabanı dinç ve dinamik kılarken, aynı zamanda taraftar kazanılmasını sağlar.
Bunun; bir takım riskleri doğurması mümkündür, ancak; siyaset, risk almadan yapılamaz. Ayrıca propagandanın; belli bir zaman ile sınırlı değil, belli dönemlerde dalga boyu zirveye ulaşmakla birlikte, sürekli ve kesintisiz sürdürülen bir çalışma olduğu da unutulmamalıdır.
“Karşıyım, karşı !” demekle kitleler kazanılamaz.
Propaganda; karşıtlık ilkesine dayanır, ancak; sadece karşı olmak ile de kitleler kazanılamaz. Zira insanlar, öne çıkan istek ve beklentilerine cevap veren söylemlere itibar eder. Bu tür söylem ve sloganlara yer vermeden kitleler kazanılamaz. Bunun için de bir düşünce sistemine ihtiyaç vardır.
Bir düşünce sisteminin var olabilmesi için onun “din-millet-devlet-yönetim yapısı, yönetim şekli, milli kültür, ekonomi” tanımı ile analiz, yorum ve çözümü içeren sistematik, mantıklı bir açıklaması olması gerekir.
Birbiri ile çelişkili, zaman ve şartlara ters düşen söylem ve sloganlar; kafa karışıklığına yol açtığı gibi, aydın ve halk nezdinde dikkate alınmaz. Aydın çevrede tartışılmayan bir düşünce de yok gibidir.