İnanın düşümde görmüyor değilim. Adeta bir filim şeridi gibi bir kaç saniyede sanki o günleri yaşamışcasına ya da yaşarcasına at sırtında Bozkır’ın uçsuz bucaksız çöllerinden Batı’ya doğru gelişimi düşlüyorum. Kimi zaman tren seyahatimde, kimi zaman uzun bir yolculukta direksiyon ardında, kimi zaman yalnız kaldığımda bulutları seyrederken. Yani gözlerim açıkken bile düşümde görüyorum tarihte kalan Türk’ün mazisini.
Bilmiyorum neden ama çok merak ediyorum. Ne oldu da ta Tanrı Dağlar’ından, Ötüken’den, Amuderya’dan buralara gelindi. O kutlu topraklar hiç terk edilir miydi? Hele Isık göl geride bırakılır mıydı?
Tabiatın şartları mı, milletlerin kavgaları mı, umutların yollara sürüklediği mi bizleri buralara getirmişti? Yoksa bir Kızıl Elma mı buna sebep olmuştu, ya da bir İlahi emir mi?
Bilmiyorum ama bir merak mı ya da bir delilik mi bunca düşü açık gözlerle görmek. Ne var o kadar düşlere kapılacak, ne var o kadar tarihe dalmanın nedeni diye hep sorular alıyorum. Bende bilmiyorum bu merakın sebebini, ama içimden işte kaynağına bir türlü ulaşamadığım yerlerden bu düşlere beni iten var.
O güneşin yakıcı sıcaklıkları altında tozlara aldırış etmeyen saatlerce at topuklayan atlılar. Kondukları yerlerde otağlarını kurup obalaşan atalar. Gün geldiğinde otağları toplayıp tekrar ata binen o kutlu yaratıklar.
Adeta o günleri yaşıyorum. Yeri geldiğinde hürriyetimi kaybetmemek için dağlara çekiliyor ay ışığında kurt ulumasını dinliyor ve dinledikçe yeni umutlara kavuşuyorum. Sarp dağları eriterek aşılmazları aşıyorum. Oraları aştıkça kendime güvenim daha da artıyor ve hayata yeni umutlarla bağlanıyorum. Güven, umut, heyecan bir arada olduğunda ise yeni hedeflere doğru koşuyorum.
İnan bilmiyorum neden bu düşleri görüyorum. Dedim ya bir türlü ulaşamadığım içimdekine kulak veriyorum, adeta bir ses tarihe git, oralarda kalanlarla kucaklaş diyor.
Dalıp gidiyorum ıssız bucaksız yerlerde otağımda gecelerken. At sesleri ile sabahı kucaklıyorum. Delicesine toprağı topuklayan o atlar, atalarımın ehilleştirdiği o mübarek atlar. Onların sayesinde tarihe bir gidiyor bir geliyor ve adeta atiye köprüler atıyorum.
Bilmiyorum ne zaman, nereden ve nasıl olarak buralara yöneldiğime. Ama olsun onların izini sürmek bile ayrı bir heyecan veriyor bana.
Gün oluyor gönlümü hoş tutmak için, gün oluyor karamsarlıktan kurtulmak için şöyle bir tarihime dalıyorum. Bir adım, iki adım derken o tarihin enginliklerine ulaşıyorum.
Kopuz sesi altında o söylenen güzelim sözler. Bizlere öğüt olup her daim yön veren o güzel cümleleri dinlerken kımızımı yudumluyorum. Ve o atlar, işte onlar hiç mi yorulmazlar.
Tabiatın önlerine çıkarmış olduğu engellere rağmen, üstünden hiç inmeyen bana karşılık vermeden beni tarihin sayfalarında sırtında taşıyan o atlar. Yüce Tanrı’nın nimeti olan o atlar.
İşte o düşler hiç eksik olmuyor bende, hemde gözlerim açıkken. Olsun bir düş bile olsa o güzelim Ata Yurda özlem gidermek bile güzel birşey. Hani derler ya “herşey bir düşle başlar diye. Bizlerde işte sevdamıza şimdilik bir düş ile cevap vermekteyiz.
Düşümde görmüyor değilim de gerçekten çok ilginç bir tarih. Ata yurttan çık, çeşitli yurtlar edin, en sonunda Anadolu’ya “Ana Yurt” de ve şimdi ise Avrupa’nın en ücra köşesinde Yeni Yurt’ta bul kendini. Kim bilir şu gök çökmedikte, altta yer delinmedikçe nice Yeni Yurtlar edineceğiz.
Düşümde görmüyor değilim oraları, hele şu Nevruz yaklaştıkça ne düşler görmekteyim.