
Sermaye birikimi; ekonomi öğretimi alan öğrencilerin birinci dersidir. Her öğrenci, bu dersi “okula yeni başlamanın heyecanı mıdır?” bilmem, iyi dinler ve öğrenir. Ama okulu bitirdikten sonra da fazlaca dikkate almaz.

SAFTER TANIK
Hocamız; ders anlatımına, iktisat ilminin tanımı, hedefi, stratejisi ve taktikleri ile başlar, bunun kanunlarından söz eder iken de soru faslına geçerdi. “Refahın kaynağı nedir?” diye sorar, soruyu biraz daha açarak, “Ne olmak istiyorsunuz?” derdi.
“ Öğrencinin biri; mezun olduğunda, babasının işyerini devralacağını, diğeri; kendisinin başında olduğu bir işyeri kuracağını, başka biri de; kamu ya da özel sektörde çalışacağını” söylerdi.
Daha sonra soru, şirazesinden çıkar, kamu, özel sektör tartışmasına dönüşürdü.
Hocamız, bu hararetli tartışmaya noktayı koyar, sorunun cevabını kendisi verirdi. Söze, “ Çalışmak sebep, refah ise bir sonuçtur.” sloganı ile başlar, bunun açıklamasına geçerdi.
Hatırladığım kadarı ile konuşması şöyle idi.
“Arkadaşlar! İster aile şirketini devralın, ister aile varlığı ile bir işletme kurun, isterse kamu ya da özel sektörde çalışın, neticede bir mal ya da hizmet üretmek, faaliyetinizi karla sonuçlandırmak, bundan aldığınız payın bir kısmını tasarruf etmek ve bunu değerlendirmek zorundasınız”.
“ Hedefe ulaşmanız bir zamanı gerektirir. Zamanın boyutu ise, hedefinizin küçük ya da büyük olması ile ilgilidir. Bu zaman dilimi içerisinde, ancak gerekli cesaret-kararlılık ve sabrı gösterenler, refah için gerekli servete ulaşabilir.”.
“Borçlanma, makul ölçüde kaldığı müddetçe, hedefinize hizmet eden bir araç olabilir, aksi halde varlığınızı bitiren bir araca dönüşür”.
“Borçlanma ile sağlanan refah sanal bir refahtır. Tatlı bir rüyaya benzer. Uyandığınızda gerçek ile yüz yüze kalırsınız. Bunlar, iktisadın temel kanunlarıdır. Bunları dikkate almayan, mevcudu korumayı bir yana bırakın, geçmişi bile arar hale gelir, varlığını kaybeder, mirasyedi pozisyonuna düşer, dosta, düşmana muhtaç olur”.
Refahı ise dört sihirli kelime ile açıklamıştı. Bunlar, çalışmak, üretmek, tasarruf etmek, tasarrufu yatırıma dönüştürmekten ibaretti.
1970’li yıllarda doğan, 1980’lerde popüler olan, 1991’de SSCB’nin dağılması ile de dünya genelinde benimsenen “Neo-Liberal Politikalar” geleneksel iktisadi anlayışı ve iktisadın temel kanunlarını alt üst etti.
Küresel sisteme entegre olan ülkelerde; bireyler, şirketler ve kurumlar akıl almaz bir ölçüde borçlanırken, devletlerin iç ve dış borç yükü de hızla yükseldi.
Dünyanın tanınmış bazı iktisatçıları; “ bu ekonomik politikaların, iktisadın temel kanunlarına aykırı olduğunu, başlangıçta bireylere-şirketlere-kurumlara ve devletlere yarar sağlasa da bunun sanal olacağını, büyük bir çöküntüye hatta felakete yol açacağını söyledi, durdu”. Bunların söylediklerini ise o pembe büyünün etkisi altında duyan da çok az kişi oldu.
Maalesef ülke ve toplum olarak, bu modaya biz de uyduk. Herkes lüks hayatın büyüsüne kapılarak, tüketim ve borçlanmanın hikmetinden söz ederken, üretim ve tasarrufun önemini unuttu.
Anlı şanlı bazı iktisatçılarımızın; sözü, “cari açığın önemli olmadığı” sözüne kadar getirmesi ise inanılacak gibi bir şey değildi.
Oysaki bu ülke; 1 doların, 1958’de 2,8 TL’ndan 9 TL’na, ,1979-1983 döneminde 25 TL’ndan 309 TL’na, 1994’te 15.000 TL’ndan 43.000 TL’na olan yükselişini bu nedenden yaşamadı mı?
Her ne kadar, 2001’de; 1 doların, 600.000 TL’ndan 1.700.000 TL’na yükselişi, sıcak paranın kaçışı, diğer bir ifade ile örtülü sermaye operasyonu ile ilgili ise de, zayıf bir mali yapıdan kaynaklanmadı mı?
2002’den itibaren; sıcak paranın ülkemize akışını sağlamak, adeta bir başarı sayıldı. Bunun verdiği rehavet ve sanal refah ile üretim-tasarruf, denk bütçe ve dış ödemeler dengesi gibi temel unsurları göz ardı ettik.
Geçmişten ders almamış gibi, Türk Lirası’nı değerli tuttuk, tüketim-borçlanma-rant eksenli bir ekonomi inşa ettik.
Sabit sermaye girişi, bütçe ve dış ödeme açıklarını kapamak için yabancılara yapılan şirket satışları, o gün için bir fayda sağlamış ise de, daha sonra kar transferi ile dış ödememize sürekli yeni bir yük getirdi.
Milyarlarca doları bulan bu kar transferlerin, Ocak ayındaki kur yükselişinde bir rolü yok mu?
TC Merkez Bankası; Aralık ayından bu yana, dövizde görülen yükselişi durdurmak için artan tutarda döviz satışına başvurdu. Dolar-TL kuru 2.39’a varınca da faiz silahına sarılmak zorunda kaldı.
Dolar-TL kuru; şok faiz kararı ardından 2.15’e kadar düşmüş ise de, 2.25-2.30 arasında dalgalanıyor, dalgalanmanın devam etmesi, TC Merkez Bankası döviz satışının devam etmesi ise düşündürücü.