Genellikle bu tip yazılara baştan başlanır. Yani tarihçe mâlüm olan ilk şahsiyetten itibaren. Ama ben sondan başlayacağım. Tabii ki âilede Türklüğün var olma mücâdelesinde tepededekinin çok yakınında bulunmuş kişi en önemlisidir. Balıkesir Burhaniye’li İsmail Hakkı Efendi’den bugünkü Murat Bardakçı’ya kadar en az babası Cemal Bardakçı kadar renkli olmaktan ziyade inişli-çıkışlı hayatı ile en dikkati çeken adam İlhan Bardakçı’dır. Âcizâne 45 yıldan beri bugünün en dinamik siyasi gurubu içersinde bulunurum. Özellikle 1980 sonrası cezaevine düşen veya Almanya’ya kaçarak bu zulümden kendini kurtarmak isteyenlerin hâfızalarında hep bir İlhan Bardakçı resmini ve kişiliğine şahid oldum. İşte bu yazıyı yazmaktaki esas maksadım budur.
İlhan Bardakçı sanıyorum 1924 veya 25 doğumludur. Yâni Cumhuriyetin en çileli günlerinde dünyaya gelmiş gözünü Mustafa Kemal’le dünyaya açmıştır. 1948 yılında başladığı gazetecilik hayatı Yeni Sabah-Milliyet-Havadis-Cumhuriyet gazetelerinde onu zirveye taşımıştır. 1956 Macar İhtilali’ni izleyen tek Türk gazetecisi olduğu biyografilerinde kayıtlıdır. Fransızca-İngilizce-İtalyanca dilleri dışında fevkalade “Osmanlı Meskûkatı” derin vukfu çalışmalarından anlaşılmaktadır. Sanırım ki bir süre Basın Yayın Yüksek Okulu’nda öğretim üyeliği de vardır. Herhalde gazeteciliğe başladığı yıllarda Tülay Hanımedendi ile evlenmiş ve bu evlilikten tek evlâtları Murat dünyaya gelmiştir. Aynı zamanda “Basın Şeref Kartı” sâhibi olan İlhan Bardakçı tıpkı bugünkü oğul Murat gibi “Gazeteci” ve “Tarihçi”idi. Murad’dın davranış ve çıkışlarında “Gazetecilik” ağır basmasına karşılık Üstad’a bunlar eşit taşınmıştır.
Ülkenin 1980’de üstüne çöken karabulutun siyasi hayatımız olduğu kadar düşünce hayatımızı da derinden etkilediği bir gerçektir. İşte bu sebeble mesleğinin zirvesinde tek adam iken İlhan Bardakçı’nın da şiddetle etkilenip 1985 yılında elinde bulunan bazı belgeleri “Irak ve Libya”ya sızdırdığı için tutuklanarak 15 yıla mahkum olmuştur. İşte cazeevinde bizim ülkücülerle Bardakçı’nın dostluğu burada başlamış ve cezaevinden çıkıp da gittiği Almanya’da buradaki sürgün ülkücülerle kaderi yeniden birleşmiştir. Onun tedrisinde bulunmuş ülkücülerin tamamında o bilge adamın esintileri bir efsâne gibi anlatılmaktadır.
Peki İlhan Bardakçı’nın suçu neydi? diye sorarsanız herkesinki gibidir demekten başka bir cevap bulamayız. Bardakçı sanki devletin gizli arşiv müdürü imiş gibi “Casusluk”la itham edilerek incitilmiştir; lâkin böyle bilgilere sahip olup olmadığı hususu açıklığa kavuşmamıştır. Devletle ilişkisi olmayan bir insanın böyle bilgilerle mücehhez olduğunu düşünmek bile büyük bir hatadır. Böyle işler dünyanın her yerinde bedeli mukabili yapılır. Dede Cemal Bardakçı elinde saysız imkânlar olduğu olduğu halde arkasında maddi bir servet bırakmamışken bugün Murat Bardakçı’nın “Bir lokma bir hırka için” aralıksız çalıştığına bakılırsa İlhan Bardakçı’nın da bir şey bırakmadığını anlarız. Bunlar da para aşkı olsaydı acaba bu âile bugün için Murad’ın şahsında böyle olur muydu? Ben öyle sanıyorum ki bu işi, çekemeyen bilgisiz ve i’zansız kişiler ona yaftayı yapıştırarak 80’li yaşlarda ölümünü hazırlamışlardır.
Bir de şu şerefsiz zâtın âile üzerinde istifham uyandıracak çamurları var ya insanın çileden çıkmaması mümkün değildir! Milli Mücâdele’de hayrı dokunan her insana “Sebataist” demek geçmiş yıllarda moda olmuştu ya.. Bir da işin bu yüzü var. Bu inançta olanların Milli Mücadele’de özellikle İzmir’in kurtuluşunda çok büyük hayırlarının dokunduğu bir gerçektir. O günün şartlarında Bolşevikler’den üç kuruş yardım üç-beş ay beklenirken yıllardır beraber olduğumuz insanların yardımları ve milliyetçi harekete destek olmalarını ellerimizle itecektik? Kaldı ki Milli Mücâdele’nin bu eğilimlerinde “Bardakçı Âilesi”nin zerre kadar ilgisi yokken onları da “Sebataist” addetmek zina çocuğu olmakla eşdeğerdedir.
“Bardakçı”âilesinin kesinliği ispat edilmiş 200 yıllık şeceresi vardır. Âilenin menşeyi “Burhaniye”dir. Sırasiyle Burhaniye Rüşdiyesi-Bursa İdadisi ve Mülkiye Mektebi mezunu olan âilenin en tanınmış ve dolu adamının devletteki hayatı da bellidir. Milli Mücâdele başladığında “Kaymakam”olan Ali Cemal Bey mutasarrıflıktan sonra 1925-1933 arasında Atatürk devrinin en hareketli zamanlarında Dıyarbakır-Elazığ-Çorum-Konya Vâliliği yapmıştır.
Cemal Bardakçı eski bir ittihatçı olarak Milli Mücâdele’de en öndedir. 1919’da daha “Besmele” çekilirken Ankara Emniyet Müdürüdür. Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya gelişinde Atatürk’ü ilk karşılayanlardan birisi kendileridir. Atatürk’ün Ankara’ya ilk gelişinde istihbar edilen Çorum ayrılıkçılık hareketlerini bastırmak üzere onun tarafından “Mutasarrıf” olarak görevlendirilen Cemal Bey burada çok üstün hizmetler ifâ etmiştir. Buradan Atatürk’e gönderdiği raporlarla aleyhte ilk hareketler anında bastırılmıştır. ”Çapanoğlu İsyânı”nda da onun gayretlerini ve elde ettiği başarıları görüyoruz. En gaileli zamanda “Doğu”da huzuru sağlayan yegane Milli Mücadele kahramanlarından olan Bardakçı’nın Cemal Kutay tarafından parça parça neşredilen, bizim zamanın “Türk Kültürü” dergilerinde de yer alan hâtıraları ve yazıları ne yazık ki mütemmim bir eser olarak elimizde değildir. Yakından bildiğimiz ve Konya valiliği sırasında telif ettiği “Aleviler”le ilgili kaynak kitap hâlâ ehemmiyetini korumaktadır. Zamanın “Cumhuriyet Gazetesi”nden alınarak bir tez içinde değerlendirilen Elâzığ hizmetleri için”El-aziz Vilâyetinde bulunduğu sıralarda Dersim, Türkler için ikinci bir Yemen olmaktan kurtulmuştu. Oralarda yaptığı ilmi tetkiklerde Dersimliler’in Türk olduklarını ve el’an Türk Kültürü ile çerçeveli bulunduklarını meydana çıkararak; bunu Dersimliler’e de anlatmıştır” ifâdeleri bu cümledendir.
Cemal Bardakçı’nın Cumhuriyet ideâli damarlarına kadar işlemiştir. 1944’de Nihal Atsız’dan önce Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız” sözlerini ilk hatırlatan ve kendinin de bu fikirde olduğunu haykıran tek adamdır. İşin İsmet Paşa’nın idâre-i maslâhatı ile yürüyemiyeceğini ve devletin raydan çıktığını görüp bu sebeble âdeta ”İsmet buraya kadar” deyip 13.Temmuz.1943’de emekliliğini isteyen de odur. Aslında emekli olması kendi isteğinden ziyâde esası 1944’de cereyan edecek Stalin’e şirin görünme tasfiyesinden başka bir şey değidir. Milli kahramanlarımızdan Cemal Bardakçı 6.Haziran.1981 Ankara’da 94 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuştur.
İşte Bardakçı âilesi böyle engin ve derin hizmetlerin yanında korkunç bir servet yapacak imkânların içinden gelmiştir. Bir ay evvel Murat Bardakçı’ya “Âile’den kalma bir şey yok mu” diye sorduğum da “Babama kalmamış ki bana intikal etsin. Şükür benim kazanımlarım ve eşimin âileden getirdikleri ihtiyacımız olmamasına rağmen bize yeter.” dedi.
Ne yazık ki Ayşegül ve Murat bir evlât dünyaya getiremezse koca çınar kuruyacaktır. Biliyorum sevgili Murat belki son cümleye kızacaktır ama ne diyeyeyim “Hakk Teala”nın emrine uymak biz dünyadakilerin tek görevidir.
Kalın sağlıcakla.