Erol KILINÇ
Amerika’nın, kendi politikasına aykırı hareket ettiği için terbiye edilmesi gereken bir Türk kamu bankasında bir yolsuzluk tesbit edip bunu ortaya çıkarması, devletler arasında kıran kıran mücadele edilen bir dünyada olağan işlerdendir. “Bu yolsuzluk ve vurgunu ABD ortaya çıkardı, ABD kahrolsun, biz onun isteği doğrultusunda hareket etmeyiz..” demek sorumlu mevkidekilerin asla tevessül etmemeleri gereken bir iştir. Ortaya çıkaran kim olursa olsun, yolsuzluk yolsuzluktur, takip edilmesi, hesap sorulması ve ceza görmesi şarttır.
Çıkarına aykırı olarak dersaneleri ortadan kaldırma kararı alınıp bu konuda bir proje ortaya konulduğu, bir süreç içinde bu işin gerçekleştirileceği söylenince, yönetime karşı, menfaat saikasıyla başkaldırıp, onun aleyhinde kampanyalara girişmek, samimiyetsizliktir. Aleyhinde bir takım tenkide müstahak işler vardı da, şimdiye kadar size dokunmadıkları için “bin yaşasın!” diye alkışladığınız bu yöneticileri şu sebeple dile dolayıp karalamaya çalışmakla, aslında kendi çıkarcılığınızı ilan etmiş oluyorsunuz ki, yıllardır savunageldiğiniz iddialarınızı, çok basit bir menfaat karşısında kendiniz yalanlamış oldunuz. Hele şimdi tam da ABD’nin ortaya çıkardığı yolsuzlukla ilgili olarak, kadrolarınızı ve medyatik imkânlarınızı bu istikamette kullanmağa girişmeniz, menfaat söz konusu olduğunda ülke ve iktidar diye bir şeyi takmadığınızı, gerekirse, emperyal bir gücün bile güdümünde hareket edebileceğinizi, devlet-millet-hak endişesi taşıyan bir dava sahibi değil de manevi kisveli bir çıkar grubu olduğunuz hususunu, yani çıkarınız gerektirdiğinde uluslar arası mahfillerle de paralel hareket etmekte bir beis görmeyeceğinizi aleniyete dökmüş oldunuz. Bu da vahimdir.
Şimdi buradan hareketle, madem ki cibilliyetler bu yöndedir: yani iktidar yolsuzluk ve rüşvetle malüldür, kamu kurumları pis işlere bulaşmış durumdadır, adlî mekanizma ve Polis cemaatçıların adamlarıyla doldurulmuştur; o zaman geriye dönerek Ergenekon davasıyla ilgili iddia ve yargı makamları ile buraya malzeme/delil taşıyan polis/savcıların eylemlerine de bir kere daha bakmak lazımdır: Silivri mahkemelerinde, iktidar orduyu ve bölücülük konusunda aykırı ses çıkaranları sindirmek için cemaatten olduğu söylenen bu adamları tepe tepe kullanmış, hatta bunlar da iktidara umduklarından çok daha fazla hizmet etmişler, hukuk, kanun ve vicdan sınırlarını zorlayan bir baskı sistemini yıllardır uygulamaktan, hatta zevkle ve intikam alırcasına uygulamaktan mutluluk duymuşlardır. Onların buradaki bu şehvetli tutumlarına ise, iktidar bıyık altından gülerek “Şimdi sıra sizde!” mantığı ve kıyaslaması içinde, kişilerden ziyade müesseselerin baskıya alınmasına, asıl sorumlu kişilerden ziyade tali kişilerin ezilmesine, bunlara karşı halkın duyduğu güvenin sarsılmasına hukuk düzeni, yargı bağımsızlığı gibi laflarla ses çıkarmamayı tercih etmiştir. Bu ilkesizliktir.
Bu iktidarın politik icraatlarından biri de, AB’nin bizim iç hukukumuzla ilgili olup bölücü unsurlara imkân tanımayı hedefleyen, hükümranlığımızı bile yer yer tehlikeye sokan taleplerini kabul etmek suretiyle, AB’ye birçok tavizler vermeleridir. Nitekim Kıbrıs konusunda da AB’nin istekleri doğrultusunda millî hedeflerinden/taleplerimizden birçok noktada geri adımlar atmışlardır. Bütün bunların yanında, iç hukukumuzda Ordu müdahalelerinin kesinkes önlenmesi maksadıyla dış destek olarak AB’yi de devreye sokacak işler yapmışlar, beyanlarda bulunmuşlardır. Yani bir bakıma eski Bizans Ortodoks Patriğine nazire yapar gibi, ülkede asker postalı görmektense, AB müdahalesini tercih eder görünmüşler ve buna zemin hazırlamaya çalışmışlardır. Fakat gelinen noktada AB’nin bize sıcak bakmadığı, bizi sömürgeye çevirmek istediği açıkça görülmeğe başlayınca, “AB bizi isterse alsın; bizim ona ihtiyacımız yok” diyecek bir noktaya gelmişler, AB’ye girmenin pek de önem taşımadığı gerçeğini nihayet görmüşlerdir. O halde şunu sormanın sırasıdır: Mademki AB’yi umursamayacaktınız, ülke menfaatine aykırı olabilecek bunca tavizi neden verdiniz? Ülkemizin yüksek menfaatlerini bir takım tebessümler ve şirin laflara, çirkin tehditlere kanarak, millî tepkileri ve müesseseleri AB ile korkutarak baskı altına alma yolunu niçin düstur edindiniz ve iç hukukumuzu neden onlar lehine değiştirdiniz? Keza, dış politikamızda millî bazı meselelerimizi neden bu yolda taviz olarak verip tesçil ettirdiniz? Yoksa bunlar konusunda PKK’ya, Ermeni mahfillerine, AB mahfillerine, Yunan mahfillerine, ABD mahfillerine verilmiş sözleriniz mi vardı?
Suriye konusunda da çuvalladınız. Bu konuda da sizin ana politikanız neden çalışmadı? Müsait olan durumları değerlendirmekte mi kusur işlediniz, yoksa hiçbir değerlendirme ve hesap kitap yapmadan PKK’nın ve ABD’nin gazına mı geldiniz de bu işi ülkemizin aleyhine olabilecek bir noktaya getirdiniz? Hani Suriye’nin en fazla 6 aylık bir işi vardı, Esed gidecekti! Böyle beyanlarda bulunmuştunuz?
Cemaat ve onların yayın kuruluşları bütün bu işlerde en gayretli militanlara has bir performansla iktidarı daima destekledi ve muhalefeti daima karaladı: Karalama işi bu mahfillerde o noktalara kadar geldi ki, ana muhalefet partisinin genel başkanı bir kasetle yerinden edildi. Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanlığı için Gökçek’e rakip olabilecek tıynette AKP’den aday olacağını açıklayan MHP kökenli eski Keçiören Belediye Başkanına da bir kasetle şantaj yapılınca, o da adaylıktan çekildi. MHP milletvekili adayı olan bir miktar insan da aynı kaset şantajıyla adaylıktan çekilince propaganda üstünlüğünü kaybedip üçüncü parti durumunda kaldı… Bunlar hakkında bu kasetleri basına/medyaya servis eden çevre ve merkezler hakkında en küçük bir soruşturma, takip ve sonuç alma söz konusu olmadı… Bunlar iktidara hizmet eden kirli oyunlar olduğu halde, namus ve ahlak fedaisi gözüken iktidar ve başbakan bu işlerin üstüne gidilmemesinden adeta memnun göründü ve bu haksızlıklar karşısında sustu!
Memnun olmasına memnun, susmasına suskun ama, biz işin başka taraflarını da merak eder olduk: Acaba açıklanan bunca kaset dışında, bunca bakanın, genel müdürün, müsteşarın, vb. etkili ve yetkililerin haklarında hiç kaset yok mu? Yolsuzluk ve rüşvet sadece ABD’nin ortaya çıkarttığı yerde ve o kadarla kalmış mıdır? Bunun dışında daha dünya kadar “iş” alanı var; yolsuzluk oralarda yok mudur? Var olduğunu şüphesiz kabul edebiliriz. Çünkü biliriz ki, bu kirli işlerin duyulanı duyulmayanları yanında devede kulak kalır. Eee, açığa çıkmamış olan kasetler acaba nasıl bir fonksiyon ifa ediyorlar dersiniz? Olanlardan, açıklanmayan kasetlerin taşıdığı potansiyeli değerlendirmek çok zor değildir: Bunca ihaleler, bunca icraatlar, devletçe, belediyelerce yapılmış bunca akçeli büyük işlerin söz konusu olduğu yerde, kim bilir bu aleniyete çıkmamış kasetler nice işler görüyordur? Bunu erbab-ı akılın hayalhanelerine bırakıyorum ve günün birinde birer umulmadık vesileyle bunların da günyüzüne çıkıp kirli yüzlere hakkın tokadının ineceğini ummak istiyorum.
Velhasıl üzüntüm büyük:
Her şey bir kirli menfaat içinmiş,
Gerisi kîl-ü kal imiş ancak…
Kalmamış Türk Milletinin ve ülkesinin yüce istikbaline himmet edecek babayiğit!
En büyük vurgunlar gözler önünde yapılıyor. En açık hukuksuzluklar alenen işleniyor. En büyük yalanlar yalan nakil ve yayın istasyonları haline gelen medyada gözleri ve kulakları doldurmakta. Ama bunları açığa çıkarmak işi ne cemaatin, ne partilerin, ne kamu denetçilerinin himmetiyle değil de ABD’nin himmetiyle gerçekleşiyor.
Aman Yarabbi! Himmet de Senden, Kudret de Senden, Adalet de Senden! Medet de Senden!