Erol KILINÇ
Gündemde bir yaygara koparılmaya başlayıp da medya ve bir takım unsurlar iyi niyetli bir takım gürültülü gösteriler yapmağa, birilerini itham etmeğe, muhayyel bir takım hedefleri yine muhayyilede asliyetini/hakiki veçhesini yitirmeğe başlamış suçlarla karalamağa başladı mı, hep içime bir kurt düşer: Acaba Türkiye ve Türk Milleti’nin asıl tongaya düşürülmek istendiği mesele nedir? Konuşulanlar, yaygarası koparılan şeyler mi, yoksa başka önemli meselelerimiz var da bu gürültülü kampanyalar onu mu kamuoyundan gizlemeğe çalışıyorlar? Diye…
Ben, ülke gündemini ince ayrıntılarıyla takip eden bir kişi değilim. Siyasi birikimim 1960-80 arasındaki olaylar, yine bu devredeki siyasi hareketler, propagandalar, seçimler, hükümetler, muhalefetler, ihtilaller, muhtıralar, darbeler ile 80’den sonraki dışarıdan gözlemlediğim sosyal ve siyasi gelişmelerden ibarettir. Ama, işin özünü kavradığımı sanıyorum. Ve detaylarda incelenmeye muhtaç konularda ahkâm kesmeyi işin araştırıcılarına, otoritelerine bırakmayı düstur edinerek, düşüncelerimi/ şüphelerimi genel hatlarıyla okur yazar takımının dikkatlerine arzetmenin lüzumlu bir aydınlatma görevi olduğuna inanıyorum.
Bu girizgâhtan sonra, dikkatlerimizi lütfen şu noktalarda toplamamızı teklif ediyorum:
– Bugünün gürültülü gündeminde, mücadele cemaat-iktidar çekişmesi ekseninde cereyan ediyor ki, yolsuzluk iddiasının, iktidar ve yandaşları tarafından “faiz lobisinin bir tezgâhı” olarak önemsizleştirildiğini görüyoruz. İktidar yolsuzluk karşısında “paralel devlet” kurmakla itham ettiği cemaati “dövmekle” meşgul; kendini sütten çıkmış ak kaşık gösterme gayretinde, ve “Yıkılırsak, ülke batar; maksatları bizi yıkarak ülkeyi batırmak!” mantığıyla sürüp gitmekte. Bu mantığın diktatörlüğe zemin hazırladığını daha önceki bir yazımda belirtmiştim…
– Halbuki yolsuzluk, kimin tarafından ve hangi gerekçeyle ortaya çıkarılmış olursa olsun, hatta birtakım usul tartışmalarına açık bile olsa, yolsuzluktur, ve takibi, cezalandırılması gereken bir suçtur. Bu husus, iktidarca ihmal edilmekte, “ikinci dalga operasyonu” denilen işlemlerde muhatap alınanlarla Türk ekonomisinin büyük çapta zarar göreceğini, ülkeyi bu zarardan korumak için vaziyete “seçimle gelmiş kudret” olarak el koyduklarını anlatmağa çalışıyor, “demokrasi”yi, “halkın oylarını”, “hukukun karşısında bir şey ifade etmez bir usul” haline düşürüyor ve hatta bu yolda yeniden yeni düzenlemeler yapacağını beyan ediyor.
– Şimdi, ülke gündemini bunlara gözlerimizi kapayarak düşünelim: Ülkenin en önemli meseleleri nelerdir?
a) “Açılım” adı altında yürütülmekte olan Erdoğan-Apo eksenli çalışmalar, işi, kamuoyunun da çok diline düşmeden, milletin şuurunu (fincancı katırlarını!) ürkütüp uyandırmadan, varılabilecek en son noktaya kadar bir an önce getirmek… Yangından mal kaçırırcasına bu işi sonuçlandırmağa bakıyorlar….
b) Seçimlerden (hem belediye seçimlerinden hem de arkasından yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerden) önce, dış politikada karşı karşıya bulundukları Suriye başarısızlığının detaylarının kamuoyunda tartışılmasından kaçınmak istiyorlar; bu konuyu kamuoyunun dikkatinden mümkün mertebe kaçırmağa çalışıyorlar. Çünkü, dış politikada genel olarak büyük oranda başarılar elde edeceklerini beklerlerken, tam aksine büyük başarısızlıklara uğradılar:
*Ermenistan konusunda başarısız oldular; gerek ABD’de, gerek AB ve Fransa bünyesinde, gerek Ermenistan’la olan ilişkilerde taviz veren daima biz olduk, taviz alan ve üstümüze üstümüze gelen Ermeni mahfilleri oldu.
*Kıbrıs’ta AB’nin ve Yunanistan’ın taleplerini büyük oranda kabullenmiş olmamıza rağmen, tamamını elimizden almayı bekleyen Rum tarafının diretmesi yüzünden, verdiğimiz tavizlerle mesafe kaybetmiş bir noktada kalakaldık.
* Barzani ve Kuzey Irak konusunda Türkmenleri hemen tam anlamıyla unuttuk, hatta bakanlarımızın ziyaretlerine bile “güvenlik bahanesiyle” izin verilmedi, kısaca oralardaki Türk varlığını da Cemaatin birkaç okulunu kâr belleyerek, ve ABD’nin koruyucu şemsiyesi altındaki PKK ve Barzani’ye bırakarak geri çekildik.
* Libya’ya kurtarıcı olarak el atamadık. Önce “Nato’nun Libya’da ne işi var!” diye ağzımızdan bir laf çıktıysa da, sonra Nato’ya üslerimizden bombardıman uçakları kaldırmaları için izin verip, ardından da bir kısım Libyalıların gönlünü almak üzere bir miktar dolar götürmekle vaziyeti kurtarmağa çabaladık.
*Tam bu sırada Suriye meselesi ortaya çıktı. Erdoğan ABD ile görüşüp geldi. “Ben bu çıbanbaşı olan Suriye yönetimini/Esed’i hallederim; bunların altı aylık işi vardır!” diye beyanlarda bulunarak Obama’nın kuşkulu ve AB’nin yarım yamalak desteğini de alarak işe bir fatih edasıyla girişti. Girişti ama, iş üç seneye yaklaştı, sonuçlanamadı, hatta bizim aleyhimize gelişmeğe başladı. Bunun üzerine bir daha konuyu Obama ile görüşmeğe ve ABD’nin desteğini talep etmeğe gitti, bu sefer Obama onu boş çevirdi, ve Cenevre görüşmelerini tekrar günmdeme getirdi… Herhalde ABD’yi de Türk Milletini uyuttuğu gibi o güne kadar “Altı ayda iş tamam” diye yanlış bir kanaate sevketmiş olmalı. Çünkü bunlar devlet idaresini peynir gemisi yönetmekle karıştırdılar: PKK’nın, içeriden güçlerini çekmesini, isteklerini görüşmeler yoluyla halledeceğimizi söyleyip Kuzey Irak’a çekilmelerini sağlarken, aslında Kuzey Suriye’deki PKK unsurlarını bu kuvvetlerle hem fiziken, hem moralman destekleyip Kuzey Irak’tan sonra bir de “Kuzey Suriye Kürdistan Bölgesi”nin gerçekleşmesi için dolaylı ve büyük bir destek verdiler; hem 600 bin civarında göçmeni ülke içinde barındırmakla himaye ettiler, hem de buradan Esed karşıtı güçlere (muhtelif güçlere) lojistik destek vermek suretiyle işe açıkça müdahil oldular; bu yolda çok açık toplantılar yaptılar, beyanlarda bulundular. Ama Suriye istihbaratının ülkemizdeki beşinci kol faaliyetlerine engel olamadılar; en son olarak da Türkmenlere gönderildiği söylenen yardım malzemesi ve silahların aleniyete dökülmesine –belki de Suriye ajanlarının bir ihbarı ve sızdırması ile tongaya düşürülerek- yol açtılar ki, bunun başka bir vahim tarafı da, Suriye’deki Türkmenlere gönderilen silah ve yardım malzemelerinin onların eline geçmemesi, dolayısıyla yardımdan mahrum kalan kardeşlerimizin hayal kırıklığına uğramaları, belki de Esed güçleri karşısında katliama maruz kalmalarına yol açılmasıdır… Kaldı ki, bu Suriye politikasındaki acemilikler ve başarısızlıklar, galiba şaibeli bir takım terörist grupların desteklenmesine kadar da uzandığı için, Türkiye’nin imajının o yönden de yara almasına ve dolayısıyla politik beceriksizliğinin tesçiline de sebep olmuş olacaktır.
Velhasıl yolsuzluk ve cemaat-iktidar mücadelesi etrafında koparılan gürültünün, Türkiye’nin gerçek gündemini; asıl meselelerimizi unutturmaya yönelik bir köpürtme olduğu kanaatindeyim. Yoksa evinde 4,5 milyon dolar bulunduran bir banka müdürü sebebiyle bir banka yıkılmaz; yerine yenisini getirir, eskisini mahkemeye havale edersin, işlemler devam eder gider. Ne yani, bunlar âlemlere rahmet olarak mı gelmişlerdir ki, onlarsız banka batacakmış gibi laflar ediliyor? Hem onun yerine ABD’nin bankasının Kuzey Irak Petrol satışında devreye girmesini, ABD’nin kendisine müzahir olabilmesi için Barzani’nin şart koşup da kabul ettirmediğini kim iddia edebilir? Elin gâvuru politikasını lafla değil, ince ince hesaplarla planlayıp uygulamaya koyuyor; “Van minut!” deyip basın toplantısında efelik taslamakla, bir takım dindaşlık, kardeşlik laflarıyla işin bitirilivereceğini zannederek değil…