İNSANLIĞI sarsan 55 bin fotoğraf gün ışığına çıkarıldı… Bir gazetecinin çektiği o fotoğraflara bakanlar, Esad ve ona karşı çıkanların, Suriye’yi nasıl insan mezbahasına çevirdiklerini anlıyor. Dile kolay, 11 bin ceset… Kadın erkek, yaşlı genç, önemli bölümü de çocuk… Hatırlamıyorum, siz söyleyin; bugüne kadar insanlık hiç, çoğu körpe 11 bin cesedi bir arada gördü mü? Hitler‘in bundan fazla Yahudi’yi katlettirmesini koyun bir kenara… Yanına da Stalin‘in binlerce antikomünisti katlettirmesini yerleştirin… Geçin Çin’e; Mao‘nun Uygur Türkleri‘neyaptığı katliamları unutmayın ve tabloyu oluşturun.
Ergun KAFTANCI
Göreceksiniz ki Suriye’de yaşanan katliam bunlardan hiç de geri kalmıyor…
Demek ki insan, yırtıcı bir hayvandan daha vahşi! ……………………….. Biz işte bu ülkeye yani mezbahaya, istihbarat teşkilâtımıza nakliyatçılık da yaptırarak silah ve mühimmat sevkediyoruz…
Söylediğimizde kızıyorlar; bu teşkilâtımızın görevleri arasında silah nakliyatçılığı ya da silah ticareti yapmak var mıdır; hatta özel yasasında “Kızılay gibi, insani yardım malzemesi taşıyabilir ve dağıtımını yapabilir” hükmü de bulunmakta mıdır!? Bir yandan yangını körükleyeceğiz, bir yandan da o yangının söndürülmesi gerektiğini bağırıp çağıracağız… Oradaki yangın, üzerine benzin dökülerek söndürülebilir mi; biz onu yapıyoruz! Olacak iş değil! Bu tavır, bize özgü çelişki yüklü ruh halinin son tezahürüdür… Ya helâk olan Müslümanların ardından ağıt yakmamıza ne buyrulur… İnsanları karşılıklı kıtale iteceksiniz sonra da oturup ağıt yakacaksınız ve masumları koruma altına alan yürekli insan rolüne soyunacaksınız… Gülerler adama! ……………………………. Türkiye’yi, Suriye’ye çöreklenmiş terör örgütlerine silah yardımı yapan, komşu ülkenin toprak bütünlüğüne kast içinde bulunan ve Orta Doğu coğrafyasında savaşın yaygın hale gelmesine neden olabilecek politikalar izleyen ülke olmakla suçlayan dış odaklar, ellerindeki argümanları henüz yüzümüze vurmuş değiller ama bu, günü gelince vurmayacaklar anlamında değildir. İzlediğimiz dış politikayı barışçı gibi göstererek halka yutturmaya kalkanların maskesini AB’nin kocabaşları çoktan indirip gerçek yüzümüzü gördü ama Avrupa monşerliği yüzünden olmalı, bir türlü
açığa vuramıyorlar…
ŞUNLARIN YAPTIĞINA BAKIN ————————————- YOLSUZLUK ve rüşvet operasyonunu yapan emniyet mensuplarıyla yedi yüze yakın âmir ve memuru bulundukları illerden ve görev yerlerinden aldılar başka illere ve pasif görevlere verdiler… “Benim polisim” diyorlardı, şimdi hepsini “Cemaatin polisi” ilan ettiler…
Erdoğan ve partisi vaktiyle, devletin birçok hizmet noktasında cemaate sığınmıştı; geçti o günler, cicim ayları da bitti, kısacası balayı sona erdi…
“Şimdi didişme zamanıdır” dediler ve kapıştılar…
Önümüzdeki günlerde taraflar arasında zuhur edecek daha başka ne tür tepişmelere tanık olacağız Allah bilir…
………………………………
Devlet memurları için kış günü bulunduğu yerden alınarak bir başka göreve atanmak kâbustur… Emniyetçiler için de bu kâbus söz konusu, savcılar için de… Çoğu evli ve çocuk sahibi. Aile düzenini kurmuş, çocuklarını okullara göndermiş, kışlık yakacağını ve yiyeceğini almış bu insanları yeni görev yerlerine apar topar yollamak hiç de insani bir davranış değildir.
Atamaların yapılması bu kadar acil miydi?
AKP’den yükselen yanıta göre bu atamalar acilen yapılmalıydı…
Zihni karışıklara göre Erdoğan’ın örgüt dediği cemaat, paralel devlet oluşturarak Türkiye’yi ele geçirmeye çalışıyordu, bunu önlemek gerekiyordu…
Yine Erdoğan’a göre örgüt, bir yandan emniyete diğer yandan yargıya sızmıştı ve bunların asıl hedefi da AKP ve devletti. Dolayısıyla bu atamalarla sivil darbenin önü kesilmiş oluyordu…
AKP’liler, emniyet ve yargının metodunu (!) da keşfettiler (!); örgüt (!) yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla iktidarı sarsacak, sonra da Başbakan’ın çocuklarına ve yakınlarına uzanacaktı. Böylece 30 Mart’ta AKP’nin sandıkta boğulup kalması sağlanmış olacaktı…
En müptedi polis memurundan yeni işe başlayan bir genç yargı mensubuna kadar bütün emniyetçiler ve yargıda çalışanlar, AKP’nin iktidardan uzaklaştırılması için böyle ekten püften işlere gerek olmadığını düşünür.
Halkın 30 Mart’ta iktidarı sandığa gömmekte kararlı olduğunu bilen akıllı insanlar, herhalde ahı gitmiş vahı kalmış bir iktidarı yıpratmak için ayak takımına özgü böyle bir tezgâhı kuracak kadar ebleh değildir.
PARALEL DEVLET KİM, AÇIKLANSIN
—————————————– “PARALEL Devlet” diye tutturdular…
Ne olduğunu, kimlerden oluştuğunu filan söyleyemiyorlar…
Oysa herkes görüyor; bizatihi kendileri paralel devlet…
O nedenle insanın aklına paralel devlet kavramının halkı şaşırtmak, tahrik ederek AKP karşıtı odakların üzerine salmak için kullandıkları düşüncesi geliyor…
Örgüt dedikleri cemaat, polis ve yargı üzerinden yürüyerek ve AKP’nin paralel devlet anlayışını da aşarak bir başkaparalel devlet gücü olarak ortaya çıkabilir mi?
Korkuları asıl bu…
………………………..
Örgütün (!) bankası varmış, finans kaynakları varmış, iş çevrelerinde güçlü imişler, polis ve yargı onlarla doluymuş; dershaneler, okullar hatta üniversiteler derken eğitim kurumları ve sağlık sektörü örgüt elemanlarından geçilmiyormuş…
Eğer öyle ise bu oluşumun yeni olduğunu söylemek mümkün değil; bazı kuruluşlarla kurumların yıllardan beri cemaatçi diye anılanlarla dolu olduğunu zaten herkes biliyordu…
Erdoğan da biliyordu!
Fethullah Gülen‘i de bunu bile bile Türkiye’ye çağırmadı mı?
Gülen gelseydi ne yapacaktı acaba!?
………………………………
Erdoğan’ın paralel devlet diye işaret ettiği anlaşılan Fethullah Gülen Cemaati. İktidar düne kadar bu cemaatin destekçisiydi. O zaman cemaat örgüt değildi, paralel devlet tehlikesi de yoktu. Birbirlerine karşılıklı destek veriyorlardı.
Ne oldu da aralarına karakedi girdi bilinmiyor…
Yoğun söylentiye bakılırsa neden, aralarındaki çıkar çatışması…
İyi ki patlak verdi de tarafların kirli çamaşırları, yolsuzluk ve rüşvet gibi kepazelikler ortalığa dökülmeye başladı..
Dilerim kapışma sürer…
Türkiye de iyice temizlenir!
HSYK AB ÜLKELERİNDE VAR MI?
—————————————-
HSYK‘yı iktidarın arka bahçesi yapmaya kalktılar, olmadı.
Niyetleri anlaşılınca kıçüstü oturdular.
Bahçe yapma girişimi bitmiş değil, didinip duruyor, yeni bir yasa tasarısını parlamentoya, yani milli iradeye dayatmaya çalışıyorlar; mübarekler sanki peyzaj mimarı!
Başbakan Brüksel’de, AB’nin kocabaşlarına HSYK’yı anlatmaya çalışmış ama adamlar bir şey anlamamış.
Köşe yazarının biri de konuyu bu noktadan ele alarak ulusal nitelikli gazetesinde yazmış…
Anlamazlar tabii; onlarda HSYK diye bir kurum yok; o kurum dünyada bir iki ülkede var, biri de bizde…
Böyle nadir rastlanan nadide bir kuruluşu bütün çizgileriyle anlatsanız, adamların kafası almaz, almamış da…
Köşe yazarı “Onlarda böyle kurumlar yok, yargıç ve savcı kurumları için seçimi parlamento yapıyor” diyerek bizde de yargıç ve savcılar kurulunun Adalet Bakanı’na, onun da üzerinden Meclis’e bağlanabileceği imasında bulunuyor…
Onlarda HSYK yok; çünkü bizde olmayan hukuk onlarda var…
O nedenle toplum parlamentosuna, hukukun dışına çıkmayacağı konusunda inanıyor..
Bizde öyle mi!
Evrensel hukuk yok, yerine ikame edilmeye çalışılan iktidarın hukuku var…
Parlamentoya gelince; kim kavganın bol, didişmenin olağan, antidemokratik yasa çıkarma yarışının maraton şeklinde sürdüğü bir parlamentoya Avrupalı’nın kendi parlamentosuna beslediği güvenin benzerini besleyebilir!?
Öyle bir duygu ve düşünce içimizde yer etmiş olsaydı, onlarca sorun çözülmemiş halde ve sürüncemede kalır mıydı?
Hak, hukuk, adalet için HSYK’ya ihtiyaç duyulur muydu!?
Ne Paralel devlet çeteleri ortaya çıkardı, ne de iktidar çıkma başarısı gösteren olursa karşısında bugünkü gibi acze düşerdi…