Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılacağını söyleyen Başbakan, sanıyorum ömür boyu birçok konu gibi bunu da izah edemeyecektir…
Hatırlayacaksınız, Devlet güvenlik Mahkemeleri yüzünden hukuk anlayışımız tartışılır olmuştu…
Avrupa Birliği‘nin hukuksal kriterlerine uygun bir yapıya kavuşmak için de 2004 yılında DGM’leri iptal ettik…
Bu ÖYM’ler o zaman, hem ihtiyaca (!) cevap versin, hem AB adındaki fincancı katırlarını ürkütmeyelim diye Erdoğan tarafından icat edildi…
Yeni icat beraberinde, özel yetkili yargıç ve özel yetkili savcı kurumunu da getirdi ve bu ikiliyi hukuk anlayışımızın göbeğine oturttu…
* * *
O tarihten itibaren hukukun kabuk değiştirmeye başladığını söylemek yanlış olmaz…
Zaten zayıf olan evrensel hukuk anlayışımız neredeyse tamamen yok edildi; yerini ise vesayetçi ve statükocu özelliğini, halkın inanç dünyasına yolladığı tınılarla gizleyerek adil bir anlayışa sahip olduğu havasını yaymaya kalkan, iktidarın sapkın hukuk anlayışı aldı…
Sonuç fiyasko…
İktidarın oyunu kabak gibi ortaya çıktı…
* * *
ÖYM‘lerin tamamen iptal edilmesi, bu özel anlayışa hayat veren ve en masum sesi bile susturmak için kullanılanTerörle Mücadele Yasası’nı da iptal sürecine soktu…
Herkes hatırlayacaktır; suç değil fakat kabahat kapsamındaki davranışlarda bulunan çocukları bile TMy’nin kapsamına sokmak için yırtındılar…
Yaptıklarının
Yazarı, gazeteciyi, bilim adamını, sanatçıyı, hatta askeri ve dahi Genelkurmay Başkanı’mızı TMY kapsamına sokarak perişan etmeye çalışmadılar mı…
İlker Başbuğ, Engin Alan, Dursun Çiçek, Kuvvet Komutanları, Generaller, Albaylar ve bunların değişik rütbelerdeki silah arkadaşları, ÖYM ve TMY kurbanı değiller mi?
Erdoğan ve şerikleri mahkeme-i kübra’da nasıl hesap verecekler acaba!
* * *
Şurası muhakkak ki ÖYM ve TMY olmasaydı Silivri Kampı da olmazdı…
Kimse içeride kalmaz, dışardakiler de yaşadıkları acıları kahırla yoğurmazdı…
Masumlara ah ve vah dedirtenler, üstlendikleri kin ve zulmün hesabını mutlaka vereceklerdir.
Zira ilahi adaletten kaçılamaz!
Kıçı kırık bir iktidar ve saltanat uğruna masum insanların ahını alanlardan ve sadece bedenlere değil ruhlara da sıkıntı verenlerden, bu yapılanların acısı derhal değilse bile aheste aheste çıkacaktır.
BÖYLE İMAMA CAN KURBAN
——————————
MEHMET Ali Şahin, bir kişinin “Yargıtay’da cemaatçi”lerin başı olduğunu ve oradaki cemaatleşmeyi yönlendirdiğini önce üstü kapalı ifadelerle dillendirdi, ardından baskılara dayanamayıp “Yargıtay’ın İmamı” diye suçladığı insan hakkında hazırladığı yazıyı bir zarfa koyarak ülkenin gündemine taşıdı…
İmam diye çıka çıka kim çıktı biliyor musunuz…
Türkiye Adalet Akademisi Başkanı Hüseyin Yıldırım…
TAA on yıl önce kuruldu, Yıldırım 5. Başkanı, üstelik en uzun süre görevde kalan başkan sıfatı da ona ait…
Yabancı hukukçular kendisini iyi tanıyor…
Yılda bin altı yüz yabancı hukukçuyu ağırlayarak evrensel hukuk anlayışı üzerinde fikir alışverişi yapan bir hukuk adamımız…
Tam yedi ülkenin genç hukukçularını da Türkiye’de eğiten Hüseyin Yıldırım yakın zamanda görevi bırakacak, çünkü süresi doluyor…
Yargıtay’ın İmamı diye karalamaya kalktıkları ve cemaatçi ilan ettikleri isim bu…
Oysa Yıldırım kendisini şöyle tarif ediyor:
-Hiçbir kimseyle, hiçbir grupla bağlantım yok. Benim referansım çok bellidir; özgürlükçü demokrasi, temel insan hak ve özgürlükleri, kuvvetler ayrılığı, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı. Onun dışında kimseden talimat almam, hiç kimsenin emrini yerine getirmem…
TAA başkanı Hüseyin Yıldırım işte böyle biri…
Keşke bütün imamlar onun gibi olsa!
ORTALIĞI KIZIŞTIRANLAR VAR
——————————
SEÇİM tarihi yaklaştıkça ortalığı kızıştırmaya kalkanlar da çoğalıyor…
Köşeli kelimelerle oluşturulan sert cümleler vızır vızır…
Siyasetçiler birbirleri hakkında ağızlarına geleni söylemeye başladı. Korkarım bu doz, giderek artacak ve hayli gergin bir havada sandığa gideceğiz…
Cümleler havada uçuşuyor da belgeler uçuşmuyor mu…
Balon vasfına sahip olan belgeleri AKP kullanıyor; F-16 vasfına sahip belgeler ise CHP’nin silahı.
Erdoğan hakkında da Adalet Bakanlığı’ndan TBMM’ye gelen ve gizlenen bir belge varmış; Kılıçdaroğlu, Erdoğan hakkında “Zimmet, kalpazanlık, resmi evrak ve kayıtlarda sahtecilik, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” gibi suçlamaların olduğu belgeyi gösterdi.
Derler ya, tencere dibin kara…
Bu belgeyi gördükten sonra karar verdim; her siyasetçi mutlaka sütten çıkmış ak kaşık değil…
* * *
“En büyük hırsızlık milli irade hırsızlığı” diyorlar…
17 Aralık operasyonuyla ortaya çıkanlar demek ki büyük bir suç teşkil etmiyor…
Milli iradeyi çalanların ikinci kategoriye ait hırsızlıklara ses çıkarma hakları olamazmış…
Mesela, devleti soyan, ya da halkı dımdızlak bırakan ve rüşvet alan zimmetçiler, para, bilet, akbil ve benzeri araç ve gereç üzerinde sahtecilik yapan, bu cürümleri işlemek amacıyla teşekkül yani çete oluşturanlar da, milli iradeyi çalmak kadar büyük suç işlemiş değildir.
Mantık şu; 17 Aralık’ta ortaya çıkan suçlar affedilmeyi bile gerektirir, yani suç değildir…
Peki nedir?
Bakalım propaganda sürecinde ortamı kızıştıracak benzer daha kaç belge gündeme taşınacak!