Ali BADEMCİ
Günümüz gazeteci-yazar ve tarihçilerinden Murat Bardakçı biliyorsunuz Mustafa Kemal’in Konya ve Elâzığ vâlillerinden merhum Cemal Bardakçı’ın torunu, kendi vasıflarında olan İlhan Bardakçı’nın da oğludur. Çok iyi okul dışı eğitim almış Farsça ve Arapça’ya hâkim, İngilizce’si iyi, sanırım bir miktar da Rusça biliyor. Fakat onun en önemli ihtisası meskukatı sökecek kadar Osmanlı harfleri ve Türkçesi’ne hâkimiyetidir. Bir metre mesafeden gayet bozuk olan el yazılarını yaptırdığı ”dişçi gözlüğü”marifetiyle rahatlıkla okuyabilmektedir. Bizim günlerce uğraş vererek okumaya çalıştığımız metinleri o hemencecik okuyuveriyor. Bütün bunların üzerine atadan gelen şöhretle yakın tarihimize ait muazzam el yazması hâtıra ve arşivi ile ortaya olağanüstü ürünler koymaktadır.
Bütün bunlara karşılık maalesef çok yavaş bir insandır. Elindeki ürünleri çok uzun zaman içinde ancak okuyucuya aktarabilecek hale getirebilmektedir. Gerçi gazetecilik gibi bir meşgûliyeti aralıksız çalışmasına bir engel teşkil ediyor; lâkin o muazzam, evinin her tarafına saçılmış belgeleri de okuyucunun sabırsızlıkla beklemesi bir hak değil midir? Sanıyorum dört yıldan beri “Enver Paşa” üzerine çalışmaktadır. Çünkü Paşa’nın bir gün bile atlanmamış, rahmetli Nuri Paşa (Killigil) tarafından çok iyi muhafaza edilmiş hatıraları torun Osman Mayatepek tarafından ona tevdii edilmiştir. Gördüm ki pek titiz çalışıyor. Türkistan coğrafyasına ait en küçük isimleri bile Osmanlı-Çağatay lehçesi farklılıkları yüzünden çok inceliklerine kadar araştırmaktadır.
Bardakçı’nın elinde bulunan Enver Paşa meskûkatı İstanbul’dan ayrılışından Belcivan’da şehid oluşuna kadar en küçük detayları bile içermektedir. Bunlar genel olarak özel ve şahsi belgelerdir, ki bir dönemi ve düşüncelerini en samimi tarzda gözlerimiz önüne serecek mahiyettedir. Özellikle Naciye Sultan’a bir gün bile atlanmayan mektupları Paşa’nın Türkistan’daki ruh halini ve manevi dünyasını, kişiliğini ziyâdesiyle anlatabilecek kaabiliyettedir. Bizim “Basmacı” kaynaklarına dayanan yayımlarımızla birleştiğinde sanırım bu konuda eksik taraf kalmamış olacaktır. Şevket Süreyya’da biraz da zamanın şartları gözönüne alınarak muğlak ve anlamsız bırakılan hususlar hakkıyle aydınlığa kavuşacaktır.. Peki Murat eserin neresinde diye sorarsanız, 2000 sayfa kadar tutan tercümeleri bitirmiş sıra birbirine eklemeye kalmıştır. Şahsen iki aylık bir çalışma ile bu eser günyüzüne çıkar. Araya şu sıralarda yayınlanmış olan “İttihat Terakki”yi sokmamış olsaydı şimdiye kadar çoktan bitmiş olacaktı. Eğer koşuya gelip başka yeni bir iş çıkmazsa bu yılın sonunda tamamen biteceğini ifâde etmektedir.
Konu başlığımız olan “Tarihin Arka Odası”programlarına gelince, hepsi birbirinden güzel çalışmalar. Gerçi konuk seçiminde pek acele davranıyor ve program sırasında rahat durmayıp müdahalelerde bulunuyorsa da, konuklara biraz daha zaman tanısa balından yenmeyecektir. Bir misal olmak üzere geçtiğimiz hafta programında Prof.Tufan Gündüz’ü biraz daha konuştursaydı daha iyi olmaz mıydı? Durmadan depreşen gazeteciliği sanki onu “panik atak” hale getiriyor ve konuğa tam olarak dünyasını ifâde etme hakkı tanımıyor. Ben ”yahu bu Türk insanı nasıl törpülenir” dediğinde “Senin törpü tutman mümkün değildir” diye cevap vermiştim. Haksız mıyım? İlber Hoca ile yaptığı “Osmanlı” programlarına söyleyecek laf var mı? Ortaylı bin kere programa çıksa seyircinin usanacağını sanmıyorum. Keşke sıhhati müsait olsa da İnalcık Hoca’yı da görebilsek. Âçizane ben kendilerine günümüz Amerikan Türklog’larından Peter Golden Hoca’yı tavsiye ettim. Türklük ile ilgili en yeni çalışmalar ondadır ve çok değişik bir program olur kanaatindeyim..
Bu arada ilgili bir programda Enver Paşa’nın kızından torunu Osman Mayatepek ve yegâne oğlu Ali Enver-Arzu Enver’den olma torun Burak’ı da bir arada görmek istiyenler çoktur. Şahsen ben de arzu ederim.
Allah kısmet ederse Şubat ayı içersinde “Suriye Türkmenleri ve Bayır Bucak”konulu bir program yapacağız. Biliyorsunuz özellikle Kuzey Suriye Şam sahil hattı genellikle Şam ve Halep Bayatları ile meskundur. Bayır’dan Halep’e doğru gidildikçe tıpkı Hama ve Humus’da olduğu gibi Türkmenler Türkçe yerine Arapça konuşurlar ama onları Araplar’dan sadece gelenek ve kültür yönünden değil dini farklılaşmalar sebebiyle de kolayca ayırdebilirsiniz. Fakat özellikle Humus’a varana kadar Suriye’de bulunan ve Türkçe konuşan Bayır-Bucaklılar bizim için ehemmiyetlidir. Lazkiye-Şam arasındaki sırtlarda da Şambayadı dediğimiz Türkmen unsurları bulunmaktadır. Bayır Humus arası, aynı Türkiye tarafında kalan Kuseyr ve Yayladağı gibidir. Her bakımdan birbirini tamamlarlar. Bir zaman Hatay Cumhuriyeti’ne de bağlı kalan buralar Türkiye’den yoğun Ermeni muhacereti sebebiyle hemen Yayladağı’na yakın bulunan Keseb’in Ermeni kesafeti yüzünden Suriye’de bırakılmıştır. Daha evvel de yazdım sayılarının 400 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. İnşallah dostum Murat Bardakçı’nın gazeteciliği yine ağır basmayıp müsaade ederlerse meramımızı tam olarak anlatmış olacağız. Bu konuda ne yazık ki Prof.Mustafa Kafalı ile Prof.Cengiz Orhonlu’nun birer ilmi makalesinden başka yayınlanmış çalışma maalesef mevcut değil. Çok derin olmasa da “Umumi Türk Tarihi” ile alâkadar olan arkadaşların çalışmaları var. Özellikle yayınlanmamış çalışma olarak Maraş Sütçü İmam ve Hatay Mustafa Kemal eğitim müesselerinin çalışmalarını sayabiliriz.
Bardakçı, gerçi evvelki programda “Ben çok anlamam buyurun anlatın” dedi ama yine de belli olmaz. Çünkü gazeteci ve tarihçi olarak persektifi her alanı içine almaktadır. Program saati biraz geç vakitlerde. Lâkin ertesi gün akşama kadar uyuma gibi bir lüksünüz varsa Sayın Bardakçı’yı seyretmemek ve dinlememek mümkün değildir. Bir kere fevkâlade ufkunuz açılıyor. Konu ile ilgili sağlam bibliyografya veriyor ve uydurma görüşleri şiddetle eleştiriyor ki hemen hemen hiçbir konuğu böyle birşeye tevessül etmiyor. Vallâhi yerinizde olsam hiç kaçırmam; kaçırırsanız da ertesi gün benim gibi “You-Tube”den izleme imkanınız var. Hatta “CD”ile arşivleme imkânınız bile mevcut.. Muhabbetle..