Prof. Dr. Özcan Yeniçeri: “BDP’li vekiller dışarı çıkarılırken MHP Milletvekili Engin Alan’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için alelacele Yargıtay tarafından TBMM Başkanlığı’na yazı yazılması da manidardır”..
MHP Ankara Milletvekili Prof. Dr. Özcan Yeniçeri, parlamentoda düzenlediği basın toplantısında, BDP’li milletvekillerinin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıklarını anımsatarak, “BDP’li milletvekilleri için adeta seferber olan kurumlar, MHP Milletvekili Engin Alan için kılını dahi kıpırdatmamışlardır” dedi.
MHP Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri, cezaevinde bulunan MHP İstanbul Milletvekili Engin Alan için, “Bu kahraman adam o Sincan Cezaevi’nin sisli, kurşun gibi ağır olan o binasından çıkarılacaktır. Ama şöyle ama böyle ama oradan çıkacaktır” dedi.
BDP milletvekilleri dışarıya çıkarılıp, TBMM’ye gönderilirken, Engin Alan’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için Yargıtay tarafından TBMM Başkanlığı’na yazı yazılmasının “manidar” olduğunu ifade eden Yeniçeri, bunun “çifte standart olduğunu ve özü itibariyle PKK’yı dışarıya çıkartmak, TSK’yi içeride tutmak anlamını taşıdığını” iddia etti.
Yeniçeri’nin açıklamaları şu şekilde:
Gündemi Kapatmak ve Yönetmek!
Türkiye normali olmayan bir ülke haline geldi. Güneşin doğmasıyla başlayan “şok” ve “skandal” gelişmelergüneşin batmasıyla bir başka şok ve skandala yerini terk ediyor.
Türkiye’de bu yaşananlar tesadüf değildir. İktidar Türkiye’nin gündemini yönlendiriyor, değiştiriyor, dönüştürüyor ve kilitliyor. Kamuoyuna olan bitenden ne kadar haberi olması gerekiyorsa o kadar haber veriliyor. İktidar neyin konuşulmasını istiyorsa da onu konuşturuyor. Son birkaç gün içinde gündem olan olaylar izlenirse yapılmak istenen anlaşılacaktır.
Yalçın Akdoğan, “milli orduya kumpas kuruldu!” dedi. Birkaç gün sonra ‘bunu herhangi spesifik bir davayla ilgili olarak söylemedim’ diye değiştirdi. Bunun üzerine AKP’li yetkililerden kimisi malum davalara yönelik olarak “hukuki düzenleme yapılabilir” dedi. Adalet Bakanı da “hata yapmış olabiliriz. Hatadan dönmek erdemdir” diye cevap verdi.
MGK’da Genelkurmay Başkanının, “Askerlerin evlerine belgeler bırakıldı. Komutanlara da aynı kumpas kuruldu” sözleri medyaya düştü. Devamında Genelkurmay Başkanlığı, TSK mensuplarının yargılandığı davalar hakkında “TSK’yı hedef alacak şekilde suç delilleri üretildi, davlarda görev yapan adli kolluk, savcı ve hakimler savunmanın görüşlerini dikkate almadı, suç delilleri manipüle edildi” diyerek Başsavcılığa suç duyurusunda bulundu.
Eski Adalet Bakanlarından Mehmet Ali Şahin, “Yargıtay’da ‘cemaatin imamı’ denilen kişi bir dava hakkında karar vermesi için dosyayı Pennsylvania’daki Hoca Efendi’ye göndermişti” şeklinde açıklama yaptı. Bu konuyla ilgili olarak da YARSAV gerçeklerin ortaya çıkarılması için Başsavcılığa suç duyurusunda bulundu.
Başsavcılık, “Yargıtay İmamı” ve “yargıdaki farklı oluşumlar ve kumpas” konusunda “devlette yasa dışı örgütlenme” konusunda soruşturma başlattı.
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, ‘Başbakan Erdoğan’a 2 bin kişilik bir istihbarat raporu sunuldu. Devlet içindeki paralel yapının planı detaylarıyla yer aldı” diye yazdı. Sonra da bunu gazete manşetlerinden aldığını açıkladı.
Zaman Gazetesinden Hüseyin Gülerce, “Herkes, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar Cumhuriyet tarihinde görülmemiş sıkıntılara hazır olsun” dedi.
Bu arada KCK’dan tutuklu BDP milletvekillerinin tahliye kararı çıktı.
Yine tam da bu sırada Hatay’da MİT ve Emniyeti karşı karşıya getiren TIR konusu gündeme düştü.
Sizce de meydana gelen bu olaylar ya da böyle bir gündem normal mi?
Adaletin Çivisi Çıktı
Güncel tartışmalar bir kenara bırakılıp bakıldığında Türkiye’de yargı mekanizmasının ciddi biçimde hasarlı olduğu görülür. Yargının karar ve uygulamalarından hemen herkesin şikâyetçi olması, eleştirilmesi ve tartışması bunun kanıtıdır. Yargı açıkça Türkiye’de siyasallaşmıştır.
Başbakan Erdoğan’ın kendisini görülmekte olan bir davanın “savcısı” olarak ilan etmesi ya da “yargıya söyledik, gereğini yapacaklar” diyebilmesi bunun kanıtıdır. Özellikle iktidarla ilgili davaların savcıları görevden alınabilmekte yine iktidar bazı bürokratları sorgu yargıcının elinden almak için süratle yasal düzenlemeye gidebilmektedir.
Manzara şudur: savcı Yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun savcısı ‘operasyon talebim polis tarafından uygulanmamıştır, Cumhuriyeti Savcısı olarak görev yapmam engellenmiştir ve deliller karartılmıştır’ diyor.
Başsavcı ise savcıyı ‘yalan yanlış bilgi vermek ve soruşturmanın gizliliğini ihlal etmekle’ suçluyor. Bilindiği üzere ardından da soruşturma dosyası savcıdan alınmıştır.
Ortaya çıkan görüntü şudur: Savcı emir veriyor emniyet yerine getirmiyor. Savcı konuşuyor başsavcı yalanlıyor. TIR olayında olduğu gibi MİT görevlileri ile savcılık karşı karşıya geliyor. HSYK açıklama yapıyor, Başbakan “HSYK yargılanmalıdır” diyor. Hükümet kendi bakanlarının da içinde olduğu rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla ilgili olarak, operasyon yapan polis müdürlerini görevden alıyor. Adli Kolluk yönetmeliğini değiştiriyor. Bu değişikliğin yürütmesi Danıştay tarafından durduruluyor. Başbakan soruşturmanın savcılarıyla ilgili olarak çeşitli iddialarda bulunuyor. Yargıya seslenerek “siz de öyle temiz değilsiniz”anlamına gelen sözler ediyor.
İktidarın yargıya güvenmediği bir yerde halkın yargıya güvenmesi için yeterli bir neden bulmak gerekir. Türkiye’de gelinen aşamada yargının tarafsız ve bağımsız karar vermesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Çelişkili ve Hasarlı Bir Zihniyet!
Başbakan Erdoğan kumpas olarak nitelenen davaların “savcısı” olduğunu söylerken gelinen aşamada Başdanışmanı Akdoğan, “milli orduya kumpas” kurulmuş olduğundan söz etmiştir.
Bir taraftan “milli orduya kumpas” gerçeğini itiraf ederken diğer yandan bu kumpas sonucu mahkûm edilenler içeride tutulmaya devam etmektedir.
Bir taraftan demokrasilerde “Özel Görevli Mahkeme olmaz” gerekçesiyle bu mahkemelerin kaldırılmasına karar verilmiş diğer yandan bu mahkemelerin “özel görevi” gereği verdiği kararları hukukun gereği sayılmıştır.
Bu çelişkilerin izahı değil ancak telafisi olabilir.
BDP Milletvekillerinin Tahliyelerinin Anlamı!
Uzun tutukluluk süreleri ve yasama görevini yapmayı engellediği için Anayasa Mahkemesi yapılan başvuruları haklı bularak Balbay’ı ve ardından da BDP milletvekillerini tutuksuz yargılanmaları için serbest bırakılmasına karar verdi.
KCK’dan tutuklu BDP milletvekilleri 31 Aralık’ta Anayasa Mahkemesine başvurdu. AYM hemen Adalet Bakanlığından görüş istedi. Bu görüş birkaç saat içinde geldi. Daha önce 1-2 ayda ancak gerekçe yazan AYM aynı gün “Seçilme hakları ihlal edildi” diyerek tahliye yolunu açtı. Derhal harekete geçen Diyarbakır Mahkemesi tahliye kararını verdi. AYM aynı gün öteki 3 BDP milletvekili için de benzer bir karar verdi.
Yargının BDP’liler için hızlanması İmralı ile yapılan pazarlıkların sonucuydu. İmralı pazarlıklarının özünde de paralel Kürt Devleti yapılanması olan KCK’dan mahkûm olanların tahliyesi vardı.
Engin Alan’a Özel Tarife!
BDP milletvekilleri için adeta seferber olan kurumlar MHP milletvekili Engin Alan için kılını dahi kıpırdatmamışlardır. BDP’li vekiller dışarı çıkarılırken MHP milletvekili Engin Alan’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için alelacele Yargıtay tarafından TBMM Başkanlığına yazı yazılması da manidardır. Daha açıkçası yargı bir yandan BDP milletvekillerini TBMM’ye gönderirken diğer yandan Engin Alan’ın milletvekilliğinin bir an önce düşürülmesi için TBMM’ye yazı gönderiyor!
Buna çifte standart uygulama denir. Bu özü itibarıyla PKK’yı dışarıya çıkartmak TSK’yı içeride tutmak anlamını taşımaktadır.
Başbakan Erdoğan, TSK mensuplarına yönelik olarak açılan davaların “savcısı” olduğunu söylemiştir.
Böylece bu davaların bakıldığı mahkemeler tam anlamıyla siyasi hesaplaşma alanı haline gelmiştir.
Mahkemelerden önce medyada sanıklar yargılanıp linç edilmiş, soruşturmanın gizliliği ihlal edilmiş, sanıkların savunma hakları kısıtlanmış, sanıklar için rafine suç delilleri üretilmiş, telefonlara “sehven” suç delilleri yüklenmiştir. Bütün bunlar açıkça milletin gözü önünde yapılmıştır. Adeta malum mahkemeler önyargılı infaz yapmışlardır.
Gelinen aşamada özel görev ve yetki ile yapılan ve önyargılarla verilen mahkûmiyet kararları derhal hükümsüz ilan edilmelidir. Bu davalar ile ilgili iddialar genel mahkemelere intikal ettirilmelidir. Özel görev ya da “kumpas” sonucu verilmiş olan kararlar yok sayılmalıdır. Bu kararlar sonucu mahkûm olanlar derhal serbest bırakılmalıdır. İnsanların mağduriyetleri sona erdirilmelidir. Davalara “özel görevliler” değil genel, tarafsız ve bağımsız mahkemelere intikal ettirilmelidir.
Paralel Devlet Söylemleri!
2002 yılında iş başına gelen AKP iktidarı on bir yıldır Türkiye’de iş başındadır. Bu dönemde Türkiye’de“paralel devlet, KCK, eş başkan, derin devlet, devlet içindeki çete” gibi onlarca kavram ortaya çıkmıştır.
AKP’li yetkililerinin söylediklerine bakılırsa, Türkiye Cumhuriyeti devleti; paralel Kürt Devleti yapılanması (KCK), paralel cemaat/imam devlet yapılanması ve Kemalist devlete karşı AKP’nin kendi paralel devlet yapılanması olmak üzere üç ayrı paralel devlet ortaya çıkarmış durumdadır.
Erdoğan, paralel devlet yapılanmalarından yakınıyor ama gerçekte bizzat AKP’nin başında bulunduğu devlete karşı kendi paralel devletini oluşturduğu bir vakıadır. AKP, muhaliflerin fişlediği, rakip siyasi partilerden olanların devlet ihalelerine sokulmadığı, AKP’li olmayan bürokratların kıyıma uğradığı yeni bir Türkiye ortaya çıkartmıştır.
AKP, iktidarı devraldığında, milli ve üniter yapısı olan bir Türkiye Cumhuriyeti devleti vardı. Gelinen aşamada Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle Türkiye paralel devlet taslaklarından geçilmez olmuştur.
Tek başına iktidar olan AKP’nin acziyet içinde güç odaklarından söz etmesi, birilerinin komplolarından yakınması ve mağdur edebiyatı yapması da ilginçtir. Anlaşılıyor ki AKP, on iki yıldır iktidar olmuş ama gerçek anlamda muktedir olamamış, AKP, on iki yıldır hükümet olmuş ama hükmedememiş!
İşin ilginç tarafı bütün bu yapılanmalar olup biterken AKP iktidardadır. Eğer gerçekten böyle bir paralel devlet yapılanması varsa, AKP iktidarı bugünlerde yakındığı bu paralel devlet yapılanmasını kurduğu iddia edilenlerin dün en yakın müttefikiydi. Seçimler ve Anayasa referandumunda AKP’nin bu yapılarla işbirliği yaptığı cümle âlemin malumudur. AKP adeta dün yardımcı olduğu, desteklediği, izin verdiği, görmezlikten geldiği ve göz yumduğu yapıları bugün düşman ilan etmiş bulunmaktadır.
Başbakan çıkmış “Devlet içinde yargı çetesi var” diyor. Varsa böyle bir “çete” bunu devletin içine sızdıran AKP değil midir? Eğer AKP bunu bizzat yapmamış ise bu “çete” devlete sızarken AKP iktidarı ne yapmıştır? Bir “çete” koca devlete sızarken iktidarın elleri ya da görevlileri armut, elma mı topluyordu? Asıl bunun hesabını verin!
Başbakan Erdoğan, açıkça on bir yıllık iktidarında Türkiye’yi bütün bir devlet olarak yönetemediğini ve paralel devletçiklerin ortaya çıkmasına sebep olduğunu itiraf etmektedir. Paralel devletin varlığı devletin başındakilerin zaaf ve acziyetlerin kanıtıdır. AKP iktidarı, başında bulunduğu devlete karşı paralel devlet yapılanmalarına isteyerek ya da istemeyerek izin vermekten suçludur.
Başbakan Erdoğan, resmen ‘on bir yıldır devleti yönetemedim, devletin derinliklerinin paralel devlet taslaklarıyla doldurulmasına neden oldum, çeteleşmeye sebebiyet verdim’ diyor. Bu itirafın arkasından istifanın gelmesi gerekirken, Başbakan Erdoğan, “hırsız var” der gibi “çete” var diye bağırıyor.
Yolsuzluğu Örtmek, Önemsizleştirmek ve Unutturmak!
Başbakan Erdoğan, bir guruba karşı verdiği iktidar mücadelesini yolsuzluk ve rüşveti örtmede bir araç olarak kullanıyor. Komplo, Küresel suikast, çete ve paralel yapı söylemlerini rüşvet ve yolsuzluğuönemsizleştirmek için kullanıyor. Gündemi komplolarla, mağduriyetlerle doldurarak rüşvet ve yolsuzluğuunutturmak istiyor.
Başbakan Erdoğan, sözü edilen paralel yapıyı her şeye kadir, küresel güçlerle bağlantılı, Türkiye’ye karşı kullanılan devasa bir araç olarak kamuoyuna sunuyor. Hedefe koyduğu düşmanı küçültmek için önce büyütüyor. Bu bir stratejidir. ‘Önce büyüt sonra yok et’.
Hatırlatalım Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olmasının dünya için nasıl büyük bir tehdit olduğu yalanını ABD’de zamanın başkanı ortaya atmıştı. Sonra da Saddam’a yönelik savaş başlatıldı ve Irak’ta ne kitle ne de imha edilecek silahı bulunabildi.
Başbakan Erdoğan, panik içinde dikkatleri rüşvet ve yolsuzluklardan paralel devlet iddiaları üzerine çekmeye çalışıyor. Çünkü kamuoyunun dikkatleri paralel yapıya çevrilince yapılan rüşvet ve yolsuzluklar unutulmuş olacaktır.
Dahası rüşvet ve yolsuzluk görüntüleri milletin gözüne sokulmuşken Başbakan Erdoğan, hala gerçekte rüşvet ve yolsuzluk yoktur, makbuzu vardır! Her şey bir senaryodur! demeye getiriyor.
AKP’nin Halka Karşı Yürüttüğü Psikolojik Harekât!
Hükümet rüşvet ve yolsuzluk algısını değiştirmek için geniş çaplı propaganda savaşı başlattı. Bu bağlamda kamuoyunu devasa bir komployla karşı karşıya olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Ancak kamuoyunu buna inandırmak çok da kolay değildir.
İktidar bu amaçla yolsuzluğun daha az, cemaatin devlet içindeki paralel yapılanmasının daha çokkonuşulmasını istiyor.
Bu amaçla AKP, halka karşı amansız bir kamuoyu diplomasisi yürütüyor. Başbakan her fırsatta konuşuyor, bütün televizyon kanalları onun konuşmasını canlı yayınlıyor. Yandaş gazeteler ve televizyonların tek görevi Başbakan Erdoğan’ın söylediklerini genelleştiren yazılar ve program gerçekleştirmek.
AKP, halkı somut bir biçimde ortaya dökülen ayakkabı kutularını, dolarları, çantaları ve kasaları görmemeye ve önemsemeye çağırıyor. İktidar ve onun resmi ideolojisinin savunucuları bütün yol ve yöntemleri kullanarak var güçleriyle dikkatleri sanıklardan savcıya, rüşvet ilişkilerinden Paralel devletyapısına çekmeye çalışıyor.
İktidar yazılı, görsel ve sözel propagandayla rüşvet ve yolsuzluk algısını değiştirmeye çalışıyor. Halk ise rüşvet ve yolsuzluk olgusuyla göz göze, yüz yüze ve karşı karşıya somut bir biçimde kaldığından AKP’nin propaganda makineleri fazlaca etkili olmuyor. Aslında yolsuzluk iddialarıyla muhatap olan dört bakanın istifa etmesi de halk nezdinde oluşan “’her yer rüşvet, her yer yolsuzluk’ algısının değiştirilemediğini gösteriyor.
Eğer bir yerde yolsuzluk iddiası sağlam kanıtlarla da destekleniyorsa, öyle yabana atılacak, üstü kapatılacak ve unutturulabilecek bir olgu değildir. Ortaya çıkan para dolu ayakkabı kutularını, kasaları, hediye saatleri, hediye umre seyahatlerini tevil yoluyla savunmak yerine somut kanıtlarla halkı ikna edecek delillerle bunları cevaplandırmak gerekiyor. AKP iktidarı döneminde dönen rüşvet ve yolsuzluk çarkı manipülasyon ve diğer yöntemlerle kapatılacak gibi değildir.
Vatandaş resmen şunu soruyor: Çeteyi anlattın anladık. Kumpas dedin inandık. Darbe dediniz hadi kandık. Söyleyin o ayakkabı kutularındaki dolarlar neyin nesi, o rüşveti belgeleyen konuşmalar ne oluyor, o özel jetlerle hediye umre seyahatlerinin anlamı nedir? Hele hele elbiselerin içinde gönderilen kravatlar, 750 bin liralık kol saatlerinin hangi defile için olduğunu vatandaş ikna edici delillerle anlamak istiyor. Halk, AKP’ye kolektif aklımla alay etme diyor!
17 Aralık’tan bu yana bütün dünyanın şahit olduğu rüşvet ve yolsuzluk gerçeğiyle Başbakan Erdoğan’ın halka göstermeye çalıştığı paralel devlet yapısı gerçeği birbirinden çok farklı şeyledir.
Bu bağlamda yine vatandaş diyor ki; paralel devleti anladık, paralel yargıyı anladık, paralel komployu da anladık ve hatta paralel imamı da anladık. Şimdi bize içi dört buçuk milyon dolarla dolu paralel ayakkabı kutularını, paralel bankaları, paralel kasaları, paralel kol saatlerini, paralel takım elbiselerini ve nihayet paralel hediye umre seyahatlerini de anlattın da anlayalım!
Yurttaş bunu öğrenmek istiyor. Diğeri devlet işi onun için gereğini yapmak yetkililerin görevidir.
Buna karşı AKP iktidarı, bu kez devreye yandaş, yoldaş ve paydaş yazar/çizer/konuşur takımını devreye sokuyor!
Dolmabahçe’de Neler Dolduruldu?
Başbakan Erdoğan bunu hissetmiş olacak ki yandaş ve işbirliği içinde olduğu gazetecileriyle Dolmabahçe’de toplanarak onlardan daha fazla yandaş olmalarını talep ettiği anlaşılıyor. Dolmabahçe’ye çağrılan gazetecilerin Başbakan Erdoğan’ı öven, onu üzecek hiçbir yazı yazmamış, söz etmemiş ve soru sormamışlar arasından seçilmesi ciddi bir mesajdır.
Rüşvet ve yolsuzluk iktidarları yozlaştıran ve çürüten en büyük sorundur. Bu sorunu hiç sorgulamayan, insanların vicdanlarına bir tokat gibi inen milyon dolarlık rüşvetten habersiz gibi davranan gazeteciler üzerinden Başbakan vereceği mesajı vermiş olmalıdır. Uysal ve sevimli gazeteci ve yazarları etrafına toplayan Erdoğan “küresel komplo” dedi diye, “yargı darbesi” dedi diye rüşvet pisliğinin üstü kapanıp gitti mi?
Sorun şu; AKP siyaseti, AKP yandaşları, AKP’nin gazetecileri, AKP sivil toplum kuruluşları yolsuzluk ve rüşvet görüntülerinin üzerini örtebilecek midir?
Hiç kimse bunu beklemesin! Çünkü ortada çok ciddi rüşvet ve yolsuzluk iddiaları ve kanıtları var. Başbakanı emekliliğinde bile ‘her yer rüşvet, her yer yolsuzluk’ sloganları rahatsız etmeye devam edecektir!
Fethullah Gülen tarafından gönderilen mektup
Yeniçeri, gazetecilerin, Fethullah Gülen tarafından gönderilen mektupla ilgili soruları üzerine şunları söyledi:
“Böyle ılımlı bir hava oluşmuşsa, bu havaya ılımlı bir şekilde cevap vermek esastır. Böyle olması gerekiyor. Kim yanlış yapmışsa gereğini yap. Yanlış yapanlara, hatalı davrananlara bir takibat yapılmasına hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Sayın Başbakan savaştan söz ediyor. İnsanın aklına dış düşmanlarla savaş gelir. İçerideki herhangi bir kitleye, gruba, cemaate ya da bir kısım insanlara karşı savaş olur mu? Burada suç işleyenler varsa onlara kamuoyu gereğini yapar. Böyle bir mektup gelmişse bu mektupta bir sağduyu çağrısı varsa bu sağduyunun değerlendirilmesi gerekiyor. Ama AKP’de ne sağduyu var ne de mantık var.”