Yılbaşından itibaren tam seçim ortamına giriyoruz. Bütün partilerde ortalık toz duman. Aday listelerinin başı için son bekleyişler de sürüyor. Üstüne üstlük iktidarla en büyük ortağı “Cemaat” kavgası bakan kellesi yiyeceğe benziyor. Gerçi başbakan çok inat ve tastaki su çamur da olsa içiyor. Bu sebeple böyle bir yola başvurması ihtimâl dâhilinde değil. Beklenen yolsuzluklar da bomba gibi patlamaya başladı. Sonu nereye kadar gider çok belli olmamasına rağmen “Cemaat” kavgada pek ısrarlı görülmektedir. Mahalli seçimlerde iktidarın muhalefet korkusu da doruk noktalara çıkmışken MHP ve CHP’de hatalarda ısrar edildiği gözden kaçmıyor.
MHP ve CHP’nin alttan üste, üsten alta birbirine güç transferi yaptığı artık gün gibi aşikâr. Her iki partinin de “Cumhuriyet ve Atatürk” vurgulamaları tabandan gelen sesi güçlendiriyor. Fakat iki partinin de buna ve başka kaymalara derin çizgilerle karşı olduğu aşırı sayılabilecek açıklamalarından anlaşılıyor. Hele iktidar partisinden CHP ve MHP’ye kaymalar her iki parti teşkilâtlarında da zorlu tepkilerle karşılanıyor. Herkes kendine göre gelin-güveyi oluyor ama parti genel başkanlarının teşkilât seslerine kulak kapamaları da mümkün olmadığı için kötü tablolar ortaya çıkmaktadır.
CHP’nin Sarıgül adaylığı İstanbul’u bu parti açısından sakinleştirmiş görülüyor. Buna karşılık MHP adayının teşkilâttan tepki görmemesine karşılık sesiz kalması zayıflığına delâlet etmektedir. Dolayısıyla CHP’nin iktidara karşı savaşını beğenmeyen “Cumhuriyetçi ve Atatürkçü” aydınların kültür merkezimizde MHP’ye meyli gazete sütunlarına kadar inmektedir. Buna karşılık Başkent Ankara’da Mansur Yavaş depremi ana muhalefeti derinden sallıyor. Belki de bir inat uğruna kaçırılan ve iyi değerlendirilemeyen Mansur Yavaş, tam bir Alparslan Türkeş sertliği ile tasfiye edilirken meselenin bu boyutlara gelebileceği hesaplanmamıştı. Bu sebeple özellikle aydınlar cephesinde Mansur Yavaş MHP’den çok rey götürür diyenlerin sayısı bir hayli artıyor. Her şey bir yana fikirler ortaya çıkmış, MHP-CHP tabanı ve aydınları iktidar karşısında bu derece birbirine yakınlaşmışken CHP’de özellikle Muharrem İnce’nin tepkilerine bir mana vermek kesinlikle mümkün değildir. Yani daha ortada kesinleşmiş bir teklif veya kabul yokken MHP menşeli bir şahsa bu kadar tepki nedendir? Hani aynı fikirleri taşıyordunuz ve partinizin kapısı herkese açıktı? Görülüyor ki, CHP’de hâlâ 12 Eylül öncesi ülkücü düşmanlığı ve sert tepkiler ayaktadır. Tıpkı Rahşan Ecevit’in iktidar ortağı Bahçeli’ye rağmen talihsiz ve ancak geçmişi ile açıklanabilecek beyanları gibi.. Yani anlaşılıyor ki, CHP’de vatandaş seviyesinde bile bir ülkücüye yer yoktur. Buna rağmen bazı ülkücü aydınlardaki CHP yandaşlığını anlamak kabil değildir. Böyle transferlere tabandan tepki gelmesi gerekirken tavandan gelmesi bu CHP’nin adam olmayacağının en güzel örneği değil mi? Öyle MHP’lilerin de kendi başına öküz pisliğinde altın arar gibi maksadı aşan eylemlere heves etmesinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Parti disiplinine uymak particiliğin ilk ve temel şartıdır. Tıpkı İttihatçılar gibi hata da olsa benim hatam deyip Tanrı huzurunda sorumluluğu takdir sahiplerine bırakmak en doğru yoldur. Tayyib’in oyununa gelip oyları düşürmenin bugünkü Türkiye ortamında zararını yine milliyetçiler çeker. Hele hele MHP, yüz ağartacak bir rey alamazsa kimsenin yüzüne bakamayız.
Bizim Adana’da daha en önemli Seyhan adaylığı boş duruyor. Hâlbuki transfer “Milli Görüşçü” Abdullah Çalışkan tabandan çok tepki görmemişti. Şu anda partizanlar da, sanki bu adayı Hüseyin Sözlü teklif etmiş gibi bu sebeple “Sözlü bizim adayımız değildir” kabilinden tuzaklara düşmeleri hayra alâmet değildir. Gerçi bugün Adana MHP teşkilatları Sayın Sözlü’nün tam olarak kervanına girmemekte ısrar ediyor ama bu noktada sorumluluk, onu tayin eden iradenin üzerindedir. Hâlâ siyasette Ceyhan’ı aşamamış ve her şeye ülkücü pencereden hayallenen Sözlü, belki altının oyulduğunun da çok farkında değildir. Bu hali ile Çukurova adayı Ali Uğur Akbaş, Adana’yı daha iyi kavramış ve hiç olmazsa “Taşmedreseliler” ile kendine sağlam ve aşılması pek zor olan bir taban bulmuştur. Sözlü ise daha adaylığının başında kendisine teklif edilen “Teşkilat” meselelerinin yeniden Ceyhan kanadında boşuna vakit kaybetmektedir. BBP’yi Durak bile ciddiye alıp adaylık için en son bu kapıları yoklarken sanırım Sözlü’nün bu camia ile teması bile olmamıştır. Bu partinin vazgeçilmez şahsiyeti Şahin Bilgiç her şeyden evvel ülkücüdür. Önümüzde, partiye yeni bir heyecan katan “Taşmedreseliler”e rağmen Sözlü’nün Akbaş’ın ustası Kadir Akgöllü, Seyfi Atmalıoğlu, Rahmi Eşelioğlu’nu da çek tanımadığı kanaatindeyim. Aytaç Durak’ın bütün artistliğine rağmen KTÜ Ülkücü temsilcilerinden Remzi Durak ve ezel-ebedi Ağabeyimiz Sabri Öge’den de pek malumattar değildir. Bunlar Sözlü’ye Adana kadar yakındır. Ve bu kişilikler fikirlerinden taviz vermeden dimdik ayakta duruyorlar.
Özellikle, son Adana görüşlerimize saçma hatta zırva diyenler olabilir. Hatta bunlar birer teferruat “Biz bunları çoktan aştık” gibi iddialar da ortaya konabilir. Ama ne olursa olsun oylarımızı helal edeceğimiz insanları bu kadar da uyarma hakkını sahiplenelim.
Sağlıcakla kalın..