
Tanrıkulu: “Sadece kesilen ağacın yerine ağaç dikmekle çevreci olduğunu düşünen ve kendisini “en çevreci Hükûmet” diye ilan eden bir Hükûmetle karşı karşıyayız. Bunların ayırdığı çevre koruma hizmetleri ise sadece ve sadece 284 milyon lira. Bu ödenek toplam bütçe ödeneğinin ancak binde 1’ine tekabül ediyor.”
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesi üzerinde söz alan MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, “inşaatçı bir anlayışın çevreci diye yutturulmaya çalışıldığını” öne sürdü. Tanrıkulu, şunları söyledi:
“Burada, Türkiye’nin 60 milyar dolardan daha fazla enerjiye para veren bir ülke olduğundan bahsederek, nükleer santral yapmadan bu işin altından kalkılamayacağını ve HES’lerle bu işin olmayacağını, ufak derelerin mahvedildiğini, artık 10 megavattan daha aşağı enerji üretecek HES’lere de kesinlikle izin verilmeyeceğini açıklandı. Bu açıklamadan sonra da 2014 tarihinden sonra bunun hesabının kendilerinden sorulması ifade edildi. Şimdi, adeta bir ikrar ve günah çıkarma şeklindeki bu açıklamalarla 11 yıllık iktidar arasındaki dönemde, kendi tanımlarıyla ufak derelere yapılan HES’ler sonucu yok olan endemik yapının, ekosistemin bozulmasının, fauna ve floral yapının hesabının kimlerden sorulacağı maalesef açıklanamamaktadır.”
Tanrıkulu’nın MHP Grubu adına yapmış olduğu konuşma şu şekilde:
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2014 yılı bütçe ve kesin hesapları üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Öncelikle yüce Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Ekonomik ve sosyal geleceğimizi belirlemede bütçelerin çok önemli görevleri bulunmaktadır. Bu, bütçelerin sosyoekonomik ve siyasal yol haritaları olduğu öteden beri hepimizin malumudur. O yüzden, dengeli, hesap verebilir, kaliteli, güvenilir ve sürdürülebilir bütçeler olması iktidarın da en önemli görevidir. Ancak geldiğimiz noktada, bu bahsetmiş olduğumuz nitelikleri taşıyan yeterli hizmet ve yatırımları sunabilecek bütçeleri de maalesef bu Genel Kurulda görüşemiyoruz.
Bu kapsamda, 2012 yılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kabul edilen başlangıç ödeneğine baktığımız zaman, 930 milyon Türk lirasıyken yılsonunda gerçekleşen harcaması yüzde 100’ün de üzerinde artarak 1 milyar 939 milyon lira olmuş. Hemen ardından 2013 yılı yani bu içinde bulunduğumuz yılın ödeneğine baktığımız zaman yine Bakanlığa 1 milyar 830 milyon lira ödenek tahsis edilmiş. Bu yıla geldiğimiz zaman sayın milletvekilleri, yani 2014 yılı için 1 milyar 329 milyar ödenek tahsis edildiğiniBakanlığa görüyoruz ancak burada enteresan bir hesap var; bu yılın Bakanlık bütçesi 550 milyon lira geçen yılınkinden daha düşük yani bu da yaklaşık olarak yüzde 30’a varan bir azalmaya gidildiğini gösteriyor. O zaman aklımıza şu soru geliyor: Bu yüzde 30’luk yani 550 milyonluk indirimi acaba Bakanlık hangi çevre ve şehircilik hizmetinden veya tapu kadastro hizmetinden vazgeçerek karşılayacak? Ayrıca bu yıl içerisinde yine dağıtılan 389 adet temizlik aracının hangi partili belediyelere verildiğini de yine öğrenme hakkımız bu bütçe üzerinden olması gerekir diye düşünüyorum ancak gelin görün ki, biz bunları sorarken maalesef, Sayıştay raporlarının elimize geçmemesi sebebiyle ve oradaki detaylı bilgilerin bir şekilde örtülmesi sebebiyle bütçe hakkını bu Meclisin milletvekilleri kullanamıyor.
Değerli milletvekilleri, sadece kesilen ağacın yerine ağaç dikmekle çevreci olduğunu düşünen ve kendisini “en çevreci Hükûmet” diye ilan eden bir Hükûmetle karşı karşıyayız. Bunların ayırdığı çevre koruma hizmetleri ise sadece ve sadece 284 milyon lira. Bu ödenek toplam bütçe ödeneğinin ancak binde 1’ine tekabül ediyor. Şimdi bu durumda konuşulan bütün siyasi ve hamasi söylemlerin arkasında rakamsal bir desteğin olmadığı da çok açık ortada.
Değerli milletvekilleri, öte yandan 720 milyon lira civarında da bir ödenek tahsis edilmiş yine Bakanlığın bağlı kuruluşu olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne. Biz burada öncelikle daha önce de, geçtiğimiz yıl bütçelerinde de söylediğimiz bir eleştiri konusunu gene huzurunuzda bir kez daha ortaya koymak istiyoruz. O da şudur sayın milletvekilleri: Çevre hizmetlerini sık sık yeniden yapılandırılan ve böylece kurumsal hafızaları da bir yandan yok edilen birtakım bakanlıklara gördürülmeye devam edilmesinin ve bu isabetsiz olan yaklaşımın yine burada bir kez daha bu tutanaklara geçirilmesini vurgulamak istiyoruz. Bugün 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararname’ye şöyle bir göz attığımız zaman, burada bakan yardımcısının yeri yok sayın milletvekilleri ve bakanlık müsteşarı bakandan sonra gelen en üst düzey kamu görevlisi olarak gösteriliyor. Bu “yeniden yapılandırma” adı altında aynen diğer bakanlıklarda da olduğu gibi ortaya konulan karmaşa son yıllarda âdeta aşılması gereken bir engel olarak çevre olgusunun göz ardı edilmesi için önümüze getirilen bir paravan gibi karşımızda durmaktadır. Çevreci politikaların etkinliğinin azaltılmasının birçok sonucunu biz hep birlikte yaşıyoruz ve görüyoruz. Bunlardan çok önem verdiklerimi kısmen aşağıya alacağım.
Bir tanesi kentlerimizdeki plansız yapılaşmanın etkisiyle ortaya çıkan trafik karmaşası ve trafiğin getirdiği çevre kirliliği.
Bir diğeri belli merkezlerdeki rant artışlarının ortaya koyduğu yoğun arazi kullanımı kaynaklı çevre sorunları.
Bir başka konu başta su olmak üzere bütün doğal kaynaklarımızın hızla kirlenmesi ve tükenmesi ve nihayet bölgeler arası nüfus dağılımındaki aşırı dengesizliklerin meydana getirdiği günlük hayatta karşımıza çıkan çevresel sorunlar.
Bu ve bunun gibi birçok problemlerin artmasının en baş sebebi sayın milletvekilleri, çevreci yaklaşımların tamamıyla göz ardı edilmesidir. Biz 2014 bütçesine baktığımız zaman, biraz önce söylediğim, bu ana hatlarını çizmeye çalıştığım çevresel sorunlara yol açan ihmalkâr anlayışın maalesef bu bütçe içerisinde de devam ettiğini ve bundan sonra da bunun kolay kolay değişmeyeceğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu tespitlerimize paralellik arz eden ve çevre, şehircilik alanındaki başarısızlıkları bazı uluslararası raporlarda da görüyoruz. Burada enteresan olan şudur: Avrupa Birliğinin 16 Ekim 2013 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’na göz attığımız zaman, bu raporda, Sayın Bakanın belirttiğinin aksine, çok daha fazla olumsuz hükümler karşımızdadır ve önemli tespitler yapılmıştır.
Bakın, bu rapor şöyle söylüyor bu tespitlerini: Türkiye’nin, Nisan 2013’te çevresel etki değerlendirmesine, yani kısa adı ÇED’e ilave birtakım muafiyetler getirmek suretiyle Avrupa Birliğinin ÇED direktifinin gereklilikleriyle tutarlı olmayacak şekilde değiştirildiği ve bunun sonucu olarak da Karadeniz ve Akdeniz Bölgesi’ndeki nükleer santraller başta olmak üzere mikro ölçekli hidroelektrik santraller, İstanbul’daki üçüncü köprü ve buna ilave yeni havaalanı dâhil olmak üzere birçok büyük çaplı altyapı projesinin ÇED kapsamı dışında tutulduğunu belirtiyor bu rapor.
Yine bu rapora göre, ÇED Yönetmeliği’nde yapılan değişikliklerle 1993 öncesi yatırım programına alınan bütün projeler ÇED’den muaf tutulmuş ve bu sağlanmış. Ayrıyeten bu projeler için, Sayın Başbakanın “uluslararası faiz lobisi” diye adlandırdığı birtakım uluslararası finans kuruluşlarından da kredi alabilmek için kendi iç hukuk sistemimiz bir kenara bırakılmış ve orada yer almayan uluslararası finans kuruluşlarının kriterlerine göre de ÇED raporları hazırlanmaya başlanmış. Sınır ötesi istişareler yapılmasına yönelik usuller uyumlu hâle getirilmediği için ve Türkiye, ÇED konusunda sınır ötesi iş birliğine yönelik gerekli ikili anlaşmaları zamanında da yapmadığı için Stratejik Çevresel Değerlendirme Direktifi’nin uyumlaştırılmasına da henüz başlanmadığı bu raporda belirtilmiş. Şimdi, biz çevre faslında birtakım görüşmeler yapıyoruz Avrupa Birliğiyle ilgili ama maalesef bu söylenilenleri de göz ardı ediyoruz.
Öbür taraftan, su kalitesi konusunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığından Orman ve Su İşleri Bakanlığına aktarılmasının ardından da sorumlulukların net bir şekilde paylaşılmaması sebebiyle bu iki kurum arasında koordinasyon sağlanamamış, birtakım sorunlar ortaya çıkmış ve neticede de su yönetimi maalesef etkin bir şekilde yapılamamış. Rapor bütün bunları doğru ve objektif bir şekilde tespit etmiş sayın milletvekilleri. Bakanlık tarafından bir yandan şehirlerimizi çevreye uyumlu bir biçimde modern hâle getirmenin ve insanımızın daha mutlu ve huzurlu yaşamasını temin etmenin ana yükümlülük olduğu belirtilirken öte yandan bu ana hedefle asla ve kata örtüşmediği anlaşılan ve insanlarımızın mutluluğunu sadece konut ve iş yeri yapmak olarak anlayan inşaatçı bir anlayış çevreci diye bize yutturulmaya çalışılmaktadır.
Avrupa’ya baktığımız zaman, İspanya veya Portekiz gibi bize göre ekonomik ve sosyal şartları daha yakın olan birtakım ülkelerde aşırı betonlaşmaya yol açan bu tür yaklaşımların çevresel ve doğal kaynakları ağır tahribatla tüketmesinden dolayı orta ve uzun vadede hem ekonomik hayatı hem de sosyal hayatı tehdit edebileceği ve birtakım risklerin de ortaya çıkacağı tespit edilmektedir.Konut stokunda ortaya çıkan arz fazlasının ülkeleri hem sosyal anlamda hem de ekonomik açıdan hırpalayacağı çok açıktır. Bu meyanda baktığımız zaman borçlanma yoluyla bu konutları alan vatandaşlara önemli bir risk ve yük binmektedir. Öte yandan, bu konutları hesapsızca yapan inşaat sektörü ve müteahhitlik sektörü sıkıntıya girmektedir ve nihayet, bu sistemi finanse eden bankacılık kesimi de mali yönden problemlerle ve sıkıntılarla karşılaşmaktadır. İşte, bu noktada Bakanlık konut yapma çılgınlığını bir kenara koyup bunu daha fazla körüklemeden konut ihtiyacını, konut arzına göre bakarak ve aynı zamanda inşaat sektörünün finansmanı, çevresel ve doğal kaynaklar arasındaki bilimsel temelli bir dengeli politikaya da oturtmak zorundadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında adında çevre olmasına rağmen çevresel sorunlara ve çevreyle ilgili yaşamsal meselelere bu kadar uzak mesafede duran bir bakanlığı da dünyada göremiyoruz. Enteresandır, diğer kısmı yani şehircilik kavramı da on bir yıldır şu şekilde bu bakanlık tarafından yürütülmektedir. Üzerinde yapılaşma olsun veya olmasın ama en başta kamu arazisi olursa çok ehven olabilir. O tür bir araziyi özellikle fahiş fiyatlarla satılan rezidans gibi, AVM gibi, otel gibi veya home ofis gibi birtakım inşaatlarla yükselterek onların rayiç değerini yoğunluklu olarak inşaat yapma yarışı hâlinde bir şehircilik anlayışı karşımızda durmaktadır. Anlaşılıyor ki, hazine arazilerini yüksek emsal alarak öncelikle bu arazilere sahip olma ve arkasından da buralarda lüks inşaatlar yapma olgusu ve bunları da tabii daha sonra yüksek fiyatlardan satma hırsı içinde olunması bir çevre ve şehircilik anlayışı olarak karşımızda duruyor.
Değerli milletvekilleri, konut yapımında bölgesel ihtiyaçlara bakmadan, bu ihtiyaçları göz ardı ederek ve ihtiyaçları bir adalet duygusu içerisinde veya bir denge içerisinde gözetmeden, özellikle de 2012 Van depreminde ortaya çıkan konut ihtiyacını gidermeden, biz, şehircilikle ilgili, şehirleşmeyle ilgili veyahut kentsel dönüşümle ilgili meselelerimizi burada görüşemeyiz ve çözemeyiz. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde aşırı emsal artışlarıyla ve yüksek borç ilişkisine dayanan âdeta sanal bir saadet zinciriyle övünmek ve bunu gelişmiş ve çevre şehircilik anlayışı olarak ortaya koymak mümkün değildir.
Sayın milletvekilleri, bizim önümüzde uluslararası bir anlaşma ve bir çerçeve vardır. İşte, önümüzdeki hafta da bu anlaşmanın uzatılmasıyla ilgili, ilgili komisyona bir anlaşma tasarısı da gelecektir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi’nden bahsediyorum ve bunun diğer uzantısı olan Kyoto Protokolükapsamında yapılması gereken o kadar çok yığınla iş varken bizim Bakanlığımız sadece ve sadece ilgili idarelerce iki aydır verilmeyen yapı ve yapı kullanım ruhsatlarının, izinlerinin Bakanlıkça verilmesiyle övünerek bir iş yaptığını ve icraat yaptığını söylemektedir. Enteresan olan, bir yandan ülkenin 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarını yapacaksınız ve bunu yüzde 97 gibi bir oranda başardığınız iddia edeceksiniz öte yandan, bu fiziki planların arazi kullanım kararları üzerinde herhangi bir olumlu etkisinin gösterilememesi nedeniyle planlama yaklaşımınızın ne kadar sakat olduğunu ortaya koyacaksınız. Ayrıca, bu üst ölçekli planlarınız daha alt ölçekli nazım planlarınızla veyahut da uygulama imar planlarınızla da uyumlu olmaması nedeniyle planla ilgili hiyerarşik yapınızda da ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaksınız.
Sayın milletvekilleri, Komisyonda Sayın Bakanlık, Türkiye’nin 60 milyar dolardan daha fazla enerjiye para veren bir ülke olduğundan bahsederek nükleer santral yapmadan bu işin altından kalkılamayacağını ve HES’lerle bu işin olmayacağını, ufak derelerin mahvedildiğini, artık 10 megavattan daha aşağı enerji üretecek HES’lere de kesinlikle izin verilmeyeceğini açıklamış ve bu açıklamasından sonra da 2014 tarihinden sonra yani bugünden itibaren bunun hesabının kendilerinden sorulmasını ifade etmiştir ve bunlar da tutanaklara girmiştir. Şimdi, âdeta bir ikrar ve günah çıkarma şeklindeki bu açıklamalarla on bir yıllık iktidar arasındaki dönemde kendi tanımlarıyla ufak derelere yapılan HES’ler sonucu yok olan endemik yapının, ekosistemin bozulmasının, fauna ve floral yapının hesabının kimlerden sorulacağı maalesef açıklanamamaktadır.
Şimdi, daha açıklanamayan bir başka konu daha vardır. On bir yıldır gerek HES yapılan yörelerdeki vatandaşlarımız ve gerekse duyarlı bilim adamlarının ortaya koyduğu çalışmalar ve onun yanı sıra biz siyasetçilerin bu platformlardan dile getirdiğimiz meseleler ve tespitlere kulak asmadan bırakın hukuken olmasa bile ahlaken veya siyaseten bunların sorumlusu da mı olmayacaktır, buraya çıkıp “Bunun sorumlusu şudur.” diye bir açıklamada mı gelmeyecektir sayın milletvekilleri? Özel çevre koruma bölgeleri, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları gibi korunan alanların Bakanlık merkezinde Tabiat Varlıkları Koruma Merkez Komisyonu ve bazı illerde tabiat varlıkları bölge komisyonlarında yeniden ele alınarak bu alanlarda nasıl daha çok inşaat yapılabileceği imkânlarının böyle hararetli bir şeklide araştırılıp konuşulması ne türlü bir korunan alan yaklaşımı içerisinde olduğumuzu da milletimize burada göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de toplam 2.095 tane yapı denetim kuruluş var ve bu kapsamda yine 24 bin 910 mimar ve mühendis de denetçi belgesine sahip olmuş. Bütün bunlara rağmen, bu kadar yapı denetim elemanı ve kuruluşa rağmen bu alandaki ciddi sorunlar hâlen devam ediyor ve bununla ilgili de çözüm getirilmesi maalesef yakın planda gözükmüyor.
Bu bağlamda, Bakanlığın asli görevinin dahi ne şekilde yapıldığı yolunda tartışmalar yaşanırken enteresan olan -sayın milletvekilimin de dediği gibi- yaklaşık on bir-on iki adet mimar ve mühendis odasının yapacağı denetimler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesine alınmasında acaba ne gibi bir kamusal fayda vardır bunu ben Sayın Bakandan açıkçası duymak istiyorum.
İşte bütün bu politikaların, ortaya konan bu strateji çerçevesinde maalesef çevreci bir anlayışın izine de rastlanmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin Çernobil’i denilen bir bölgeden şimdi bahsetmek istiyorum. İzmir Gaziemir’de, yaklaşık altmış yıldır bir kurşun fabrikası hizmet etmektedir. Bu fabrikanın çevreye verdiği kirlilik bizlerin de bölgede yaptığı yerinde incelemeler ve ikazlar sonucunda fabrika, geçici olarak faaliyet dışına konulmuştur ancak verdiğimiz soru önergelerine, değişik bakanlıklara sorduğumuz önergelerde ve sorularda her kurum ve bakanlık topu bir başkasına atmış, yeterli ve tatmin edici bir cevapla kamuoyu karşısına çıkılmamıştır.Burada radyoaktif bir kirliliğin olduğu tespiti vardır. Burada kimyasal atıklar vardır, burada tehlikeli atıklar vardır ve bunların ciddi bir şekilde bertaraf edilmesi meselesiyle karşı karşıyayız. Ancak Bakanlık ne yapmıştır? Maddi bir para cezası uygulayarak burada işini yaptığını ve rahat ve huzur içerisinde de bir kenara çekildiğini düşünmektedir. Ama ağır metal ve radyoaktif maddelerden meydana gelen bu kirlilik hâlen bölgede sıkıntı vermektedir hatta daha enteresanı bu fabrika ve işletme civarda bir başka bölgeye taşınmıştır ve orada da faaliyetlerine devam etmektedir.
Sayın milletvekilleri, tapu ve kadastroyla ilgili çok ciddi sıkıntılar vardır ama daha enteresanını söyleyeyim. Geçtiğimiz hafta TAKBİS sisteminde üç günü aşan bir arızayla karşı karşıya kalınmıştır.Yaklaşık bu üç günlük döner sermaye kaybı 45 milyon lira olmuştur. Burada 55 milyon parsel bilgisinin bulunduğu bilgiler de maalesef güvenlik anlamında sıkıntıya gelmiştir.
Şimdi, toprak satışıyla ilgili çok ciddi problemler var. 2003-2012 arasında 164 bin 834 yabancıya 240 milyon metrekare arazi satılmış sayın milletvekilleri; bu, ciddi bir rakam. Anayasa Mahkemesi diyor ki: “Toprak, devletin vazgeçilmesi, imkânsız temel unsuru, egemenlik ve bağımsızlık simgesi.”
Ben bu sözlerle bu bütçenin yetersiz ve kifayetsiz olmasına rağmen 2014 yılı için hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum