Başbakan Erdoğan son beş yıl boyunca cemaatin savcılarına ve polislerine övgüler dizdi; bazen de kendisini 330 adamıyla birlikte onların yerine koydu, bakanlar kurulunu tüm gövdesiyle siper etti.
Şu sözler başbakan Erdoğan’a ait binlerce cümleden sadece bazıları:
15 Temmuz 2008: (Ergenekon Davası) “Savcı millet adına vardır. İddia makamı millet adına oradadır. Baykal’ın dediği buysa evet ben de Ergenekon’un savcısıyım.”
17 Şubat 2011: (Balyoz Davası) “Bu yargı süreci, TSK’yı daha da güçlendirecektir. Tüm iddialara net şekilde son verecek, zihinlerdeki soru işaretlerini ortadan kaldıracak süreçtir. Hukuka, yargıya güvenmek, Türkiye cumhuriyetine güvenen herkes için tek çıkar yoldur.”
25 Aralık 2012: (ODTÜ Olayları) “Polis görevini yaptı, akademisyenler görevi bıraksın!..”
1 Haziran 2013: (Gezi Parkı Eylemleri) “Polis taksim’de dün de vardı, bugün de var yarın da olacak.”
24 Haziran 2013: (Polis Akademisi mezuniyet töreni) “Polis Taksim’de destan yazdı. Polisimiz demokrasi testinden başarıyla geçmiştir. Adeta bir kahramanlık destanı yazmıştır.”
Ve nihayet dün aynı emniyet teşkilatı, aralarında 3 AKP’li bakanın oğlu, bir AKP’li bakan, bir AKP’li Belediye Başkanı, çok sayıda bürokrat ve AKP’li iş adamlarına yönelik temizlik operasyonu başlatınca söylem birden değişti.
Başbakan Erdoğan dün 18 Aralık 2013 günü “Büyük Yolsuzluk Operasyonu” için “Kirli Operasyon!..” dedi ve emniyette görevden almalar başladı.
Önce “yolsuzluk dosyası“, soruşturmayı yürüten Hoca efendinin “altın savcısı” Zekeriya Öz’den alındı. İddia makamına iki tane “fren pedalı” mahiyetinde savcı monte edildi.
Sonra hemen, operasyonu yürüten Emniyet şube müdürleri görevden alındı. “AKP karşı hamlesi” Bununla da kalmadı Ankara’da 18 Emniyet Şube Müdürü görevden alındı. Bursa Trabzon ve Kocaeli’nde, toplam 43 polis müdürünün görev yerleri değiştirildi.
Gelelim işin mütalaa kısmına…
Dershane sadedinde çekilen kılıçlar, bir ahlak savaşına dönüşmüş bulunuyor ve bu savaşta tabii ki cemaat avantajlı durumda…
CHP’lilerin rüzgarına kapılarak Fethullah Gülen’i Tayyip Erdoğan’la, cemaati AKP’lilerle harman edip bombalamanın mahzurlarına zaman zaman değinmiştim. Bu konunun doğru anlaşılması için önce “polemika yazarlığı” ile “politika yazarlığı“nı birbirinden ayırmamız gerekiyor.
Bir ahlak savaşı patlak verdiğinde “cemaat” AKP’nin, ANAP’tan hatırladığımız “müteahhit mücahitleri” karşısında her bakımdan avantajlıdır; çünkü bir kere Fethullah Gülen, dünyevi beklentileri, mirasçıları, evlad-ı iyali ve dededen kalma “gemicik merakı” olan bir siyasetçi değildir.
Eğer, “hizmet” personeliniz, pek çok Türk vatandaşının adını bile bilmediği ülkelerde, asgari ücretin birbuçuk katı maaşla kolej öğretmenliği yapıyorsa; bünyenizdeki iş adamlarının ve patronların dahi ahlaken “sorgu-sualden uzak” bir hayat yaşaması gerekir.
Yani eğer halkımız, notunu “ahlak” üzerinden ve “helal-haram ölçüsü“ne göre verecekse, “eğitimli” bir ekiple “kitlesel yamyamlar” arasındaki mücadelede kazanan tabii ki “hizmet ekibi” olacaktır.
Ancak bu durum, Fethullah Gülen’in “Pensilvanya’da oturduğu” ve “ABD kamu kurumlarına akredite bir din adamı olduğu” gerçeğini gözden ırak tutmamızı gerektirmiyor. Yetkisini parlamento vasıtasıyla “millet“ten almayan güç odaklarını -velev ki iyi nitetli olsunlar- kahramanlaştırma hatasına da düşmemeliyiz.
Bu “Mâli Ergenekon” operasyonu, cemaatin “derin devlet“e karşı yürüttüğü “Askeri Ergenekon” ve Balyoz operasyonlarında kullanılan yöntemle birebir aynı usullerle sürdürülüyor.
Nasıl ki Ergenekon davası, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük gibi Sosyalist darbeciler üzerinden, “faili meçhul” katalizörleri kullanılarak, Engin Alan, İlker Başbuğ gibi terörle mücadele komutanlarına kadar ilerlediyse, “haram yiyen bakan çocukları” üzerinde sevecen kılınan operasyon, ABD’nin İran’a uyguladığı ticari ambargoya “hizmet” operasyonu niteliği kazanabilir.
Yani bu Amerikan borsasına endeksli “altın nesil“le Alman borsasından tahvilli “döviz nesil” arasındaki savaşta…
Bizim “Türk lirası” taraf değil, olsa olsa hakemdir!..