Eğitimci yazar Gazi Karabulut İnegöl Ülkü Ocakları tarafından tertiplenen konferansta Küreselleşme ve küreselleşme karşısında takınılması gereken milli duruşları ihtiva eden bir konferans verdi.
‘Küresel Meselelere Ülkücü Bakış’ konulu konferansın konuşmacısı Eğitimci-Yazar Gazi Karabulut selamlamanın ardından şu ifadeleri kullandı, “Daha önce de İnegöl’de bu salonda konferans vermiştim. Yine böyle işin cefasını çekmiş, Allah rızası için bu salonu dolduran insanlarla karşılaşmıştım. İnegöl’ün vefasını da daha sonra Anadolu ve Avrupa’da gittiğimiz yerlerde paylaşmıştık. Çünkü, ben İnegöl’de şunu görmüştüm; İnegöl aslında doğu ve Güneydoğu’dan göç etmiş kardeşlerimizle, Karadeniz’den, Balkanlardan ve Türkiye’nin dört bir yanından rızık kazanmak için buraya göç edenlerle, ‘biz bir Türkiye’yiz’ diyor. Aslında İnegöl büyük Türkiye demek. İnegöl aslında Türkiye’nin özeti demek. Burada söylenecek olanlar da, Türkiye’ye bir mesaj niteliği taşıdığını düşünüyorum” dedi.
KÜRESELLEŞME, 2.DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA ÇIKAN KAVRAMDIR
Ülkücü Hareketin, yerelden genele bir medeniyet tasavvuruna talip ise, dünya’da yaşanan olaylara kayıtsız kalmasının beklenemeyeceğini ifade eden Gazi Karabulut, “Dün bugün çizgisinde, kendi değerleri doğrultusunda, bölgemizi ve dünya’yı etkileyen meselelere çözüm yolları sunmak ve uygulanılmasına gayret etmek Ülkücü Fikriyatın misyonu açısından, vazgeçilemez öncelikler arasındadır. Son 20-30 yıldır daha sık duyduğumuz küreselleşme kavramı da bölgemizi ve dünyayı etkileyen en etkili tanımlamalar arasında yer almaktadır. Bu kavram ne ifade etmektedir? Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılardan küresel bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak bu yaklaşım hakkaniyetli bir dünya dengesinden ziyade kuvvetli olanın haklı olduğu bir sürece devşirilmiştir. 1456’da ilk kitabın Gutenberg’in matbaasında basılması, 1896’da ilk modern olimpik oyunların yapılması ve 1965’te ilk geniş alanlı bilgisayar şebekesinin ABD’de kurulması, internetin habercisi, dünyanın küreselleşmesini hızlandıran olaylar olarak gösterilmektedir. Bana göre son yarım asırda yaşananlar iyi etüt edildiğinde, küreselleşme, dünyaya hakim olmak isteyen sanayileşmiş devletlerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını, kendi çıkarlarına mal edebilmek için, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya attıkları bir kavramdır. Bu giriş doğrultusunda küreselleşmenin ekonomik, kültürel ve siyasal üç temel tarzı ifade ettiğini söyleyebiliriz.” diye konuştu.
EKONOMİK, SİYASİ VE KÜLTÜREL POLİTİKALAR GELİŞTİRDİLER
Küreselleşmenin siyasi ayağının, 1991 yılında SSCB’nin çökmesi ile ABD’nin hakim olduğu bir dünya düzeninin altyapısını da oluşturduğunu belirten Karabulut, “Dünyada olan her şeyden etkilendiğini savunan ABD, dünyayı denetleme arzusuna kapılarak, zarar görmeme isteği ile dünyaya yön vermeye başladı. Küreselleşmenin ekonomik dayanağını ise, sermayenin uluslararası bir niteliğe dönüşmesi oluşturdu. Uluslararası sermaye demek, bir ülkenin başka ülkelerdeki yatırımları ve arkasındaki şirketler olarak karşılık bulan bir anlayıştır. Küreselleşmenin ana unsuru ABD, az gelişmiş ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeleri kontrol altında tutmayı yeğleyen yaklaşımlarına, kültürel emperyalizmi de ekledi. Kısaca küreselleşme, dünya’daki hakim erkin hakimiyetini devam ettirmek için, her yolu meşru görmesinden başka bir anlam ihtiva etmemektedir.
Huntington’un Medeniyet Çatışması teziyle ortaya koymaya çalıştığı, West-Rest yani Batı ve Diğerleri bakışı yeni yaklaşımları da beraberinde getirmiştir. Nihayet uluslararası sosyal stratejiler, şu başlıklar çerçevesinde temellendirilmeye başlandı; tasvir, anlama ve anlamlandırma, yönlendirme.
Bu sistematik yaklaşıma, uluslararası stratejik derinlik kazandırmak isteyen küresel güçler, ekonomik, siyasi ve kültürel politikalar geliştirmişlerdir. Bütün değerlendirmelerinde çok boyutlu süreç analizi odaklı tezler geliştirmişlerdir. Bunu yaparken de tarihi akışı ve süreci ihmal etmeyecek nitelikte stratejik yaklaşımlar sergilenmiştir.
Mesela derinlemesine analiz ve sistematik bütünlük içerindeki en büyük küresel proje Ortadoğu üzerinde gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmektedir. Petrol merkezli ekonomik politikalar ortaya koyan kıtalar arası strateji, aslında içinde tarihsel derinliği de ihtiva etmektedir. Onun için Ortadoğu toplumlarını etkileyen küresel devinim, ekonomik, sosyolojik ve siyasal yapıları da derinden etkilemektedir. İşte, burada yaşananların anlamlandırılması, tarihi derinlik ve mekân idrakine dayalı bir stratejinin tahlili ile mümkün olacaktır” dedi.
RASYONEL STRATEJİLER KURGULAYAN BİR YAPILANMAYA İHTİYAÇ VAR
‘Bütün bu değerlendirmeler ışığında Türkiye hangi konumda yer almaktadır?’ sorusunu sorup, cevabını veren Karabulut, “Üzülerek ifade etmeliyim ki, Türkiye, mesellere zaman ve mekân derinliğinde stratejiler geliştirememektedir. Çünkü, stratejik derinlik geliştirebilmek, kültürel, politik ve ekonomik tezleriniz ve tezlerinizin uygulama sahası bulması ile mümkündür. Halbuki, Türkiye’de siyasilerin ve aydınların yaşadığı zihin karmaşası ve bu karmaşanın getirdiği kaotik görünüm, tarihi ve coğrafi derinlikleri barındırmamaktadır. Dünyayı etkileyen küresel hareketlere Türkiye’nin yaklaşımı iki şekilde olmaktadır. Bir, küresel gelişmelerin anaforuna kendini kaptırıp hızlı bir dönüşüm algısı yanlısı olanlar. İki, küreselleşmeye kapılarını kapatıp içe dönük direnenler. Peki, bu iki tutumun haricinde bir başka yaklaşım mümkün değil midir? İşte orada küresel gelişmeleri iyi okuyup, milli tezler geliştirecek yaklaşımlara olan ihtiyaç gündeme gelmektedir. Kendi kimlik değerleri ile bütünleşen, tarihi ve coğrafi derinliklerinin farkında olan, rasyonel stratejiler kurgulayabilen bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Bu yapılanma da tarihi ile barışık, gününü iyi okuyan, geleceğe ait bir medeniyet tasavvuru olan aydınların ve akademisyenlerin sahip çıkıp, yaşanan küresel düzene kendi yaklaşımlarını aktarmaları temel temennimdir” şeklinde konuştu.