Ali BADEMCİ
Şu bizim sağda oldum olası sevmediğim deyimlerden birisi “mukaddesatçı” diğeri de “muhafazakâr”dır. Hele bunların önüne bir de “Milliyetçi” deyimini koydunuz mu işte size ne ne âlâ ne mükemmel bir siyâsî kimlik! Allahaşkına ne demek bunlar; neyi ifâde ederler! İkisinin de ilhâm aldığı mânâ inançlarla ilgilidir. Böyle olunca kişi artık kendi kafasına göre bunların izâhını yapar. Bizim milliyetçilere göre bu deyimler sıkı milliyetçiliği ifâde ederken, ayrılıkçı İslâmcılar’a göre tamâmen dinî değerleri ifâde etmektedir. Yâni böyle nereye çekersen oraya gidecek deyimleri kullanmak, hele hele bir takım insanları böyle ifâde etmek ne dereceye kadar aydıncadır bilmiyorum! Aslında her ikisi de siyâseten çok yıpranmış deyimler olup son elli yıllık ideolojik terminolojide bunları “solcu olmamak”dan başka mânâda kullanmak çok yanlıştır. Çünkü materyalist solda “mukaddesat” olmadığı için bunun muhafazası da söz konusu değildir.
Nevzat Kösoğlu’na tek kelime ile “Milliyetçi” demeyi bugünkü iktidarın politikalarına ters gören ve Vikipet’de kendini “Abaza Türk yazarı” diye ifâde edenlere MHP’li geçmişini düşünmeden, bir tedbir dahi koymayan, bugünkü konumu ile geçmiş yazı ve kitaplarındaki görüşlerini bir çırpıda silen eski refikimiz sayın Taha Akyol da maalesef, kuru ve sönük olan yazısında rahmetliden “muhafazakâr” diye söz ediyor. Acaba onu iyi tanıyanların ifade şekli bu mu olmalıydı veya gerçekten böyle bir deyim doğruyu ifâde ediyor mu?
Bir kere rahmetlinin cebinde takke, elinde tesbih câmi kapılarında ilâhiyat dilenen biri olduğunu kimse söyleyemez. Bugünkü “muhafazakârlık” bu mudur diyeceksiniz! Evet tek başına bundan başka birşey anlamak mümkün değildir. Milliyetçilik meselesine gelince bunun içinde dilden-dine kadar bütün mukaddes değerlerimiz zâten vardır. Rahmetlinin “Türk Milliyetçiliği ve Türk Kimliği” diye başlayan kitaplarına bir bakınız da ondan sonra konuşalım. Meselâ “Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı” (Ötüken, 2000) adlı eserindeki Mehmed İzzet’in tahlilleri ile “Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve Ziya Gökalp” (Ötüken, 2005) kitabındaki görüşlerin incelenmesi sonucu demirlenen noktada O’nu nasıl “muhafazakar” gibi muvazaalı bir deyimle anlatabiliriz? Hadi “Şehit Enver Paşa”yı geçelim. Çünkü tâlihsiz değerlendirmeye göre o Yunanistan’ın bağımsızlık ilânında İstanbul caddelerinde “Yunan bayrağı” ile dolaşmışmış.. Gerçi Kösoğlu Enver Paşa için “Emsâlsiz vatansever, Turancı” diyor ve bunu televizyonlarda bile tartışacak derece kendinden bulup savunuyor ama “olsun” diyeceksiniz! Peki Galip Erdem(2002), Yahya Kemal(2009), Dündar Taşer(2010), Peyami Bey(2011) gibi kitaplarında çizdiği portrelere ne buyrulacaktır? Onların devâmı olduğu kanaatlerini bir tarafa atamayacağımız Mümtaz Turhan ve Erol Güngör’de mi kuru kuruya mukaddesatçıydı?
Şu mâlum Mümtaz’er’e söyliyecek hiçbir şey bulamıyorum. Sanki kendilerinden başka Nevzat Kösoğlu’nu ne tanıyan ne de bilen var! Siyâseten insanın fikirlerine uymasa da, irticâlen söylemiş olduğu farzedilen bazı değerlendirmeleri olabilir. Yani, hatta açıkça söyleyelim; bugünkü hükümetin bazı müsbet icraatını ifâde etmek “Akislâmcı” olmak için yeterli midir? Devletin bütçesini harcamışlar; ekonomik olarak birşeyler yaptıklarını biz de inkâr etmiyoruz. Ama sosyal ve siyâsî alanlarda yaptıkları ortadadır ve en % 50 kitle devletin küçültülmeye doğru gittiği inancındadır. Ben şahsen “batsın iyi icraat” diyemem ama iyi gitmeyen husûsları da yerin dibine vurmaya çalışırım. Dış politika ortada “0 sorun” dediler “sorunsuz” komşumuz veyâ mütefikkimiz olduğunu söyleyebilir miyiz?? İç huzûra gelince sırf “şehit gelmiyor” edebiyatı ile durumu geçiştiremezsiniz? O zaman geçmiş yıllarda Kıbrıs için söylenen “Ver kurtul”, neye boşuna uğraşıyor devletin parasını harcıyorsun! Yugoslavya örneğinde olduğu gibi herkes kendi hududunu kendi çizsin, olmaz mı yâni?
Beyhûde yere kafalarınızdaki fitneyi daha fazla yaymayın.. Rahmetli Nevzat Kösoğlu’nu sizin hatırınız için; oluşmasını sağlayanlardan birisi olarak “MHP ve Ülkücülüğün” dışına çıkaramazsınız. Karşınızda cevap verme durumunda olanların, tröstlere ve karanlık odaklara dayalı medyaları olmayabilir. Hatta kafa karşıklığından cevap vermek istemeyen veya gücü yetmeyenler de bulunabilir. Bütün bunlara karşılık onun hayâtı ve eserlerindeki fikirleri o kadar açıktır ki, bir takım kuru, soğuk, isteksiz, yanlış değerlendirmelere de ihtiyaç yoktur.
Nevzat Kösoğlu MHP fikriyatının filozofu sıfâtiyle tezgâhın sâhiplerinden biridir. Okul hayâtından, Ankara’daki “Üniversiteliler Kültür Derneği” ne kadar, sayıları 100’lerle ifâde edilen fikirdaşlarının büyük çoğunluğu MHP hamurunu yoğuranlardandır. Bu sebeble politikayı bıraktığı MHP vekilliğinden itibâren değişik bir siyâsi partiyi veya görüşü tercih etmemesinin sebebi budur. Yoksa pekalâ diğer ülkücü menşeli arkadaşlarımız gibi “Akislâmcı”lığa meyledebilir belki vekil de olabilirdi. Ama bunları istememiş yurt konferanslarını tercih etmiştir. Herkesin zaman zaman mensup olduğu siyâsi camia veya parti ile ufak tefek meseleleri olabilir. Tamâmen şahsî ve basit olan bu davranışları genelleştirmek herşeyden evvel târihe yalan söylemektir. Kösoğlu gibi duruşunda özellik bulunan bir kişiliğin şu veya bu görüşü ülkücülük içinde gizlemesini farzetmek onun kemiklerini sızlatır. Hülâsa olarak doğruyu ifâde etmek bir yana, bıraktığı emânetlere dayanarak iddiâ ediyorum ki; Kösoğlu “Nurcu”, muallaktaki anlatımlarla “mukaddesatçı” veyâ “muhafazakar” da değildir. O tarihi kişiliğine uyan ve kendisini tam mânâsiyle ifâde eden “Ülkücülüğün” gerçek ve yılmaz temsilcisidir. Ülkücülüğün de adresi MHP’dir. Kalın sağlıcakla.