KÜRESELLEŞME NE DEMEKTİR?
Ülkücü Hareket yerelden genele bir Medeniyet tasavvuruna talip ise Dünya’da yaşanan olaylara kayıtsız kalması beklenemez. Dün bugün çizgisinde, kendi değerleri doğrultusunda, bölgemizi ve Dünya’yı etkileyen meselelere çözüm yolları sunmak ve uygulanılmasına gayret etmek Ülkücü Fikriyatın misyonu açısından, vazgeçilemez öncelikler arasındadır.
Son 20-30 yıldır daha sık duyduğumuz “Küreselleşme” kavramı da bölgemizi ve Dünya’yı etkileye en etkili tanımlamalar arasında yer almaktadır. Bu kavram ne ifade etmektedir?Küreselleşme, “ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge ve açılardan küresel bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Ancak bu yaklaşım hakkaniyetli bir Dünya dengesinden ziyade kuvvetli olanın Haklı olduğu bir sürece devşirilmiştir.
1456’da ilk kitabın Gutenberg’in matbaasında basılması, 1896’da ilk modern olimpik oyunların yapılması ve 1965’te ilk geniş alanlı bilgisayar şebekesinin ABD’de kurulması (internetin habercisi) dünyanın küreselleşmesini hızlandıran olaylar olarak gösterilmektedir.
Bana göre son yarım asırda yaşananlar iyi etüt edildiğinde; küreselleşme, dünyaya hakim olmak isteyen sanayileşmiş devletlerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını, kendi çıkarlarına mâl edebilmek için II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya attıkları bir kavramdır.
Bu giriş doğrultusunda küreselleşmenin ekonomik, kültürel ve siyasal üç temel tarzı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Ekonomik olarak küreselleşme teknolojik gelişmelerle başka bir boyut kazanırken iletişim ve bilişim olarak ifade edebileceğimiz teknolojik küreselleşme insanları tüketim çılgınlığına itmiştir. Kültürel olarak ise psikolojik transferleri ihtiva eden ve sosyal yapıları kontrol altında tutmayı ilke edinen bir yapılanmadan bahsedebiliriz.
Küreselleşmenin siyasi ayağı, 1991 yılında SSCB’nin çökmesi ile ABD’nin hakim olduğu bir dünya düzeninin alt yapısını da oluşturdu.
Dünyada olan her şeyden etkilendiğini savunan ABD dünyayı denetleme arzusuna kapılarak zarar görmeme isteği ile dünyaya yön vermeye başladı.
Küreselleşmenin ekonomik dayanağını ise sermayenin uluslar arası bir niteliğe dönüşmesi oluşturdu.
Uluslar arası sermaye demek bir ülkenin başka ülkelerdeki yatırımları ve arkasındaki şirketler olarak karşılık bulan bir anlayıştır.
Küreselleşmenin ana unsuru ABD, az gelişmiş ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeleri kontrol altında tutmayı yeğleyen yaklaşımlarına kültürel emperyalizmi de ekledi.
Kısaca küreselleşme, Dünya’da ki hakim erkin hakimiyetini devam ettirmek için her yolu meşru görmesinden başka bir anlam ihtiva etmemektedir.
Bu yaklaşımdan hareket ile küresel gücü elinde bulunduran yapılar; stratejik operasyonlarını, bilinçli bir şekilde kontrol etmek istediği ülkelerin toplumlarına ve yönetimlerine hakim olma yöntemlerine giriştiler.
Huntington’un “Medeniyet Çatışması” teziyle ortaya koymaya çalıştığı “West-Rest” yani “Batı ve Diğerleri” bakışı yeni yaklaşımları da beraberinde getirmiştir.
Nihayet uluslar arası sosyal stratejiler, şu başlıklar çerçevesinde temellendirilmeye başlandı:
- Tasvir (Betimleme)
- Anlama ve Anlamlandırma
- Yönlendirme
Bu sistematik yaklaşıma, uluslar arası stratejik derinlik kazandırmak isteyen küresel güçler; 1- ekonomik, 2- Siyasi, 3- kültürel politikalar geliştirmişlerdir.
Bütün değerlendirmelerinde çok boyutlu süreç analizi– çok yönlü devam edilebilir yaklaşımlar- odaklı tezler geliştirmişlerdir.
Bunu yaparken de tarihi akışı ve süreci ihmal etmeyecek nitelikte stratejik yaklaşımlar sergilenmiştir.
Mesela derinlemesine analiz ve sistematik bütünlük içerindeki en büyük küresel proje Ortadoğu üzerinde gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmektedir.
Petrol merkezli ekonomik politikalar ortaya koyan kıtalar arası strateji, aslında içinde tarihsel derinliği de ihtiva etmektedir. Onun için Ortadoğu toplumlarını etkileyen küresel devinim, ekonomik, sosyolojik ve siyasal yapıları da derinden etkilemektedir.
İşte, burada yaşananların anlamlandırılması, tarihi derinlik ve mekan idrakine dayalı bir stratejinin tahlili ile mümkün olacaktır.
Bütün bu değerlendirmeler ışığında Türkiye hangi konumda yer almaktadır?
Üzülerek ifade etmeliyim ki Türkiye, mesellere zaman ve mekân derinliğinde stratejiler geliştirememektedir. Çünkü stratejik derinlik geliştirebilmek; kültürel, politik ve ekonomik tezleriniz ve tezlerinizin uygulama sahası bulması ile mümkündür. Halbuki Türkiye’de siyasilerin ve aydınların yaşadığı zihin karmaşası ve bu karmaşanın getirdiği kaotik görünüm, tarihi ve coğrafi derinlikleri barındırmamaktadır.
Dünyayı etkileyen küresel hareketlere Türkiye’nin yaklaşımı iki şekilde olmaktadır.
1- Küresel gelişmelerin anaforuna kendini kaptırıp hızlı bir dönüşüm algısı yanlısı olanlar
2- Küreselleşmeye kapılarını kapatıp içe dönük direnenler.
Peki bu iki tutumun haricinde bir başka yaklaşım mümkün değil midir?
İşte orada küresel gelişmeleri iyi okuyup milli tezler geliştirecek yaklaşımlara olan ihtiyaç gündeme gelmektedir.
Kendi kimlik değerleri ile bütünleşen, tarihi ve coğrafi derinliklerinin farkında olan, rasyonel stratejiler kurgulayabilen bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.
Bu yapılanma da tarihi ile barışık, gününü iyi okuyan, geleceğe ait bir medeniyet tasavvuru olan Ülkücü Harekettir.
İşte bir dahaki yazımızda bu meseleye Ülkücü bakışın nasıl olduğunu aktarmayı düşünüyorum.
Hatta mevzua Ülkücü Aydınların ve akademisyenlerin sahip çıkıp, yaşanan küresel düzene kendi yaklaşımlarını aktarmaları temel temennimdir.