ALİ BADEMCİ
Dünyanın neresine giderseniz gidin millî hareketler hemen ve âniden ortaya çıkarken, ısmarlama ideolojiler veyâ dayatmalar “yavaş yavaş” ve ayak sesi çıkarmadan gelirler. Küresel bir dünyada yaşadığımız gerçeğini bir kenara atarak politika üretmemiz nasıl mümkün değilse, tamâmen o güçlerin hâkimiyetine girmek de o kadar yanlıştır. Hattâ Hristiyan değilseniz ve üstelik geçmişinizde İslâmiyetin önderliğini yapmışsanız, o küresel güçler sizi ne ”stratejik ortak” ne de bilmem ne projesinin” eş başkanı” yaparlar! Peki o zaman derdiniz nedir ki ülkedeki rejimle oynuyorsunuz?
Osmanlı İmparatorluğu esâsında güçle, topla, tüfenkle devrilecek kadar güçsüz bir yapı değildi. O günlerde yaşananlara en doğru teşhisi koyan gazi Mustafa Kemal’in “Bizi evvelâ Müslümanlar arkadan vurdu,” görüşü ile Hüseyin Câhid Bey’in “Bizi önce müslîm, sonra gayrîmüslim unsurlar terk etti,” ifâdeleri arasında hiçbir fark yoktur. Peki bütün bunları gördükten sonra yakın târihimizde 2.Meşrûtiyet öncesi veya Balkan Savaşı ortamındaki gibi bir devlette revize sürecine girmenin anlamını şahsen kafama sığdıramıyorum! Üstelik o zaman devleti elinde bulunduranlar ne kadar acemî olurlarsa olsunlar, her imparatorlukta görülen etnik ayrılıklara şiddetle sırt çevirdiler ve savaş sonuna kadar “Osmanlı” olarak girdkleri “Cihân” hesaplaşmaasını yine şan ve şerefleri ile “Osmanlı” diye bitirdiler.
Kurtuluş savaşımızın dinî veyâ muasır ideolojik bir hareket olmadığını bugüne kadar iddiâ eden olmamıştır. Din adamlarının önde yürüyüşü, harekete mânevî destek sağlamaları zâten kuvâî millinin icaplarından olup başka bir anlam taşımamaktadır. İşte cumhuriyet böyle bir mânevi taban üzerine milli bir emrivâki şeklinde birden bire oturmuştur. Milli mücâdelemiz bu yönü ile o zamanda var olan ve 100 yıldan beri de geliştirilerek olgunlaştırılan ”yavaş yavaş alıştırma” şeklindeki sosyolojik kanuna belki de ilk başkaldırlardan biridir. Dolâyısiyle içteki işbirlikçilerle, bir avuç İstanbul hükümeti dünyanın yardımlarına rağmen ayakta kalmayı başarmıştır. Esasında Osmanlı’yı bu menfûr güçlerden ziyâde, hakikisi ortaya çıkınca sahtenin kendiliğinden sahneden çekilmesi nihâyetlendirmiştir.
Bu sebeble Cumhuriyet’in tâze bir ağaç misâli ortaya çıkardığı yeni Türk Devleti’nin oluşumunu iyi tâhlil etmek lâzımdır. Öyle “And”ı kaldırak “Tunceli”yi “Dersim” yaparak Cumhuriyet’te revizyona dayanlı bir reform yapmak mümkün mü? Bir kere şu “and”ın kime zararı var? Kişinin ne olursa olsun “Türküm” demekle nasıl Türk olunamadığı söyleniyorsa, demekle de kendini inkâr etmiş olduğunu kabul edebilir miyiz?
Allah aşkına neresinden bakarsanız bakın şu “Dersim” adı bugünkü “Tunceli”yi ifâde ediyor mu? Bir kere “Dersim”adı sırf “Kürtçe” diye öne sürülüyorsa da bu bile kesin değildir. Kaynaklarda “Zazaca” olduğu ifâde ediliyor ki o zaman bunların Kürtlüğünü ispata ihtiyaç olduğu bir yana, Zazalar Kürtlüğü kabul etmemektedir. Kürtçe’de “Altınkapı” anlamına gelmesi ise tamamen faraziyedir, çünkü Tuceli’nin coğrafi konumu öyle kapı diye nitelendirilecek bir konuma sahip değildir. Osmanlı devrinde zaman zaman sırf ulaşım zorluklarından, doğunun sade Tunceli’sine değil tamamına “Dersim” denildiği daha doğrudur. Kaldı ki Dersim adına bugün yüklenmek istenen anlam her ne kadar “Kürt ve Kürtçülük” olsa da ismi ilk ifâde edenler Kürtler’in veyâ Zazalar’ın kendileri değil Türk sosyal hayatının ta kendisidir. Aynı şey Kürdistan adı için de geçerli olup bu isim dahi siyasi bir deyim olmayıp tarih boyunca anlaşıldığı şekilde coğrafi bir deyimdir. Nerede ve hangi zamanda “Osmanlı” fedaratif bir devlet imiş de bu bölgenin adı da etnik anlamda “Kürdistan”mış. Var mı böyle yağma!
Peki gerçekten Tunceli Kürt müdür? Buna BDP’nin buradan kaç milletvekili çıkardığı sonucu ile sağlam cevap alabiliriz. İstediği kadar isteyenler kıçını yırtsın Tunceli halkı Türkmen Alevidir, bu gerçeği ilim de insanlar da de böyle bilmektedir? Bu insanlar bugüne kadar ne Kürt ne de Zaza adını kullanmamışlardır. Lisanları Türkçe, mezhepleri Alevi kendiler ise kendilerine “Deylemli” derler. Peki “Deylem” ne demek ? “Deylemliler” sünnî “Abbasiler” devrinde Bağdat’da Şiî Büveyhoğulları hanedanını kuranlardır ki büyük ihtimâlle tıpkı Ebumüslim Horasanî gibi birçoğu Türkmen asıllı olmalıdır.
Hülâsa olarak bu eften püften şeylerle insanların kafalarını karıştırmanın ne kadar anlamsız olduğunu hâin olmayanlar yakında görecektir! Ama gerçekten tasarlanan şey “Cumhuriyeti” revize etmek ve sonra da milleti tasfiye etmekse bu iş yeni bir Kuvai Milliye işâretidir ve sâdece ABD’ye değil tekmil dünyaya çok pahalıya mal olur.. Sağlıcakla kalın.