Türlük için yakılan her ateş, Türk dünyasının kalbi Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü için gösterilen her çaba kutsaldır. Gönlü ve ruhu Türklüğün selametinden yana olanların bu tür etkinliklere mutlaka katılmaları gerekir. Böyle büyük bir etkinliği başarıya gerçekleştirenleri, katkı sunanları saygıyla selamlıyorum!
13 Eylül Cuma günü saat 16.00’da Ankara’dan Afyon’a Türk Dünyası Bilim ve Kültür Şöleni’ne katılmak üzere ayrıldım. Saat 19.30’da Afyon’daydım. Doğruca Çakmak Otel’e gittim. Şölen’e çağrılılar Otel’in 8. katındaydı. Yemek salonuna girdiğimde birçok tanıdık çehre ile karşılaştım: Sadi Somuncuoğlu, Abdülhaluk Çay, Aykut Edibali, Abdülkadir Sezgin, Hasan Korkmazcan, Zekeriya Kitapçı ve başkaları oradaydılar. Yemekten sonra çayları otelin terasında içtik. Yıllar önce Somuncuoğlu ile Töre ve Bozkurt dergilerinde birlikte yazılar yazmıştık. Karşılıklı hatırlar soruldu. Geçmişi andık. Abdülhaluk Çay’la da aynı üniversitede ders vermiştik bir süre. Ortak anılarımızı paylaştık. Nevruz üzerine uzunca bir sohbete daldık. Bu arada sayın Çay’ın “Bozkurt” üzerine 1.600 sayfa tutan incelemesinin tamamlandığını öğrendik.Korkmazcan’ın anayasa ile ilgili değerlendirmelerini dinledik. İlerleyen saatlerde Hanım Halilova, Ayten Altaylı, Kerim Yılmaz ve Osman Kaçmaz da geldiler. Sohbet uzadıkça uzadı. Terasta Afyon’un serin gecesi sıcak sohbetimizle ve kesintisiz gelen çaylarla bizi etkilemiyordu. Saat 02.00’de odalarımıza çekilebildik.
Ortadoğu gazetesinde de yayımlanan “Çok Dillilik Bölücülüktür” başlıklı bildirimi sunacağım Kurultay, Afyon Kocatepe Üniversitesi Kongre Merkezi’ndeydi. Otelde yaptığımız kahvaltıdan sonra Kongre Merkezi’ne gidecektik. Kahvaltıda yanıma Malatya Akçadağ Öğretmen Okulu’nda okuttuğum eski öğrencilerimden Harun Özeren geldi. Beni görünce çok sevindi. Ayaküstü bir sohbetten sonra otelden ayrıldık. Arkadaşlarımızdan Yüksel Özsarı, beni Kongre Merkezi’ne getirdi. Kerim Yılmaz Bey de diğer arkadaşlarımızı arabasına almıştı. Merkez’in önüne geldiğimizde bizi Ufuk Özırmak karşıladı. Nerede konakladıklarını sordum. As Otel’de, dedi. Mustafa ve Sevgi Kafalı hocalarımızı İstanbul’dan o getirmişti. Salona yerleştik. Önce Rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun Türklerin Malazgirt Savaşı’ndan çok önceleri Anadolu’ya gelip yerleştiklerini kanıtlayan belgeselini izledik. Somuncuoğlu’nu daha yeni kaybetmiştik. Bütün katılımcıların gözleri dolmuştu. Sonra divan oluşturuldu. Divanda Sadi Somuncuoğlu, Abdulhaluk Çay, Aykut Edibali, A. Sezgin, Zekeriya Kitapçı vardı. Başkanlığa da Mustafa Kafalı seçilmişti. Saat 11. 30’da panel başladı. Önce Edip Başer, Erdoğan Karakuş, Işık Ahmed ve Kıbrıs temsilcisine erken ayrılacakları için söz verildi. Saat 13.00’te oturuma ara verildi.
Saat 14.00’te ikinci oturum Mustafa Kafalı’nın gür sesiyle açıldı. ”Türk Dünyası’nın Dünü, Bugünü” konulu panele pek çok değerli bilim adamı srayla çağrıldı. Bildirilerini sunanların bazıları şunlardı: Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Prof. Dr. Sevgi Kafalı, Prof. Dr. Mustafa Erkal, İbrahim Metin, Prof. Dr. Abdülhaluk Çay, E. Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu, E.TBMM Başkan Vekili Hasan Korkmazcan, Özcan Pehlivanoğlu, E. Org. Edib Başer, E. Korgeneral Erdoğan Karakuş, Prof. Dr. Hanım Halilova, Dr. Hüseyin Yeniçeri, Işık Ahmet, Mehsa Mehdili Berzin, Sadun Köprülü, Dr. Abdülkadir Sezgin, Arif Bütüç, Mahmut Kasapoğlu, Aykut Edibali, Türkmen Yörük Federasyon Başkanı Durhasan Hoca.. Bildiri sunmak için beklerken bir ara dışarı çıktım. Sevgi Kafalı Hocam da dışarı çıkmıştı. Çok beklediğimizi ifade etmek ve bir espiri yaratmak için Sevgi Hanım’a: “Davos’a bir daha gelmem!” dedim. Orada bulunanlar kahkahayı bastılar. Saat yediye doğru konuşmalar tamamlandı. Oturum Aykut Edibali’nin katılanlara teşekkür etmesiyle sonuçlandı.
Kurultay sonunda yayımlanan bildiriden birkaç bölüm vermek istiyorum. Kurultaya sunulan bildiriler hakkında bir fikir edinmek için bunu gerekli görüyorum:
Türk Dünyası geçen yüzyılda insanlık dramları arasında iki mutluluğu da yaşamıştır. Birincisi, 1920’lerde bütün mazlum dünyaya bağımsızlık ateşi yakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkomutanlığındaki Büyük Zafer’dir. İkincisi, 1990’larda Batı Türkistan Türklerinin bağımsızlıklarına kavuşarak yeniden tarih sahnesine çıkmasıdır. Böylece Türkler, binlerce yıldır anıtlar, yazıtlar ve şaheserlerle üç okyanus arasında yazdıkları destanlara ve yüksek medeniyete yenilerini eklemek sorumluluğunu tekrar yüklenmiştir. Türk Dünyası değerler dünyasıdır. Yaşadıklarını ve yaptıklarını değerlere dayalı olarak yaşayan ve yapanların adıdır Türk Milleti. Günümüzde sömürgeci açgözlülüğünün çıkarcı cephesi ile değerlere dayalı insanlığın mücadelesi, dünyanın ve insanlığın geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Bu mücadelede Türk Dünyası’nın safı bellidir. Yalnız gurur duyulacak işler yapmaya adanmış ve tarih boyunca yaptıklarıyla insanlık onurunu yükseltmiş bir milletin mensupları, bağlandıkları değerleri ve fazilet kurallarını kurumlaştırarak gelecek yolculuğuna devam edecektir. Bu küresel yolculuğun son haritası iki büyük Türk tarafından çizilmiştir: Gaspıralı İsmail ve Atatürk: “Dilde, fikirde, işte birlik” ve “Yurtta sulh, cihanda sulh’’.
…….
Türkiye Cumhuriyeti ikinci dünya savaşından sonra dünya Türklüğüne yapılan saldırıların hedefi olmuştur. Önce EOKA ile Kıbrıs Türklüğü, ASALA ile Türk temsilcilikleri, son olarak PKK ile ülke ve millet bütünlüğümüz saldırıya uğramıştır. Sömürgeciliğin kirli emellerine maşa olan bu insanlık dışı terör çeteleri günümüzde de Türk Milleti’nin insanlığa sunduğu değerlere saldırılarını sürdürmektedir. Sömürgeciler ve uzantıları zaman zaman yılgınlığa düşmüş, ihanet bağımlısı yapılmış, aidiyet krizine tutulmuş kişi ve kurumların işbirliğinden yararlanmaktadır. Bunların oluşturduğu koalisyonlar Türk Dünyası’na ve Türkiye Cumhuriyeti’ne de kayıplar verdirmektedir. Kurultayımız açıkça ilan etmektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını, Türkiye Cumhuriyeti anayasasını ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milli-üniter yapısını bozacak her türlü uygulama yok hükmündedir. Türk Milleti hukuk dışı yollarla yürütülen süreçlerin hesabını sormaya, kayıpları tazmin ettirmeye ve sorumluların ihanetini ödetmeye her zaman muktedir olmuştur ve gelecekte de olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş kaybetmiş bir devlet, Türk Milleti’ne kayıtsız şartsız teslim olmuş bir millet muamelesi yapılamaz. Bu zihniyette olanlara ihanetlerinin bedeli mutlaka ödettirilecektir.
Kurultayımız çalışmalarını bir program dâhilinde bütün Türk Dünyası’nda, İslam âleminde ve insanlık değerlerine bağlı bütün halklar arasında kurumlaşarak sürdürecektir.
Türk Dünyası’nda mevcut olan tarihi eserlerden 35 bin kadarının yok edildiği dikkate alınarak kalanlarının korunmasına büyük bir hassasiyet gösterilmelidir. Yine soydaşlarımızın manevi kültürlerini güçlendirecek ve yaşatacak politikalara önem verilmelidir.
Türk Dünyası davasının sürdürülmesinin Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün güçlendirilmesine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple Türk milli varlığına yönelik ırkçı ve bölücü tehdit ve tehlikelere karşı kesin sonuç alıcı tedbirlere acilen başvurulmalıdır.
Bu hedefleri gerçekleştirebilmek için Türk Dünyası’nın birlik ve bütünlük içinde bulunmasına hayati derecede ihtiyaç olduğuna inanmaktayız. Bu inancı taşıyanların büyük bir sorumlulukla karşı karşıya oldukları açıktır. Gelecek kurultaya bu temel amaca göre belli bölgeler ve belli sektörler için önerilen ekli hususlarda teknik raporların hazırlanarak gelinmesi uygun bulunmuştur.
6 Türk Cumhuriyeti ve 41 kentten temsilcilerin katıldığı 3. Türk Dünyası Bilim ve Kültür Şölenine, 15 Eylül Pazar günü gerçekleştirilecek şölenle devam edilecekti. Hava kararırken şehre Ufuk Özırmak’ın minibüsüyle döndük. Yanımızda toplantıda edebi bir hiciv örneği sunan İbrahim Metin’le Mustafa Erkal Hoca da vardı. İbrahim Metin’le öğrencilik yıllarımdan tanışıyorduk. Çok espirili bir kişiliği vardı. Başbuğ’la da anıları olduğunu biliyordum. Önce konuşmasından ötürü kutladım. Sonra umduğum gibi iki anısını bizimle paylaştı. Biri Devlet dergisinin basıldığı matbaanın bombalanması olayı idi. Diğeri de Rahmetli Türkeş’in ilk seçimde milletvekili seçildiği Adana’ya teşekkür amacıyla yaptığı ziyaretin yolculuğu idi. İki olayın ayrıntısını da ilk kez duyuyordum. Ufuk Bey, akşam yemeğini birlikte yememizi teklif etti. Afyon’un kebapçılarından birine uğradık. Yemekte de Mustafa Erkal’la bildirim üzerine konuştuk. Hoca, benim yararlandığım kaynaklardan başkalarını da haber verdi bana. Konuşmamı beğendiği belliydi. Çaylardan sonra otele döndük.
15 Eylül Pazar günü şölen vardı. Ben Ankara’ya dönmek zorundaydım. Şölene katılamadım. Genel ağa düşen görüntülerden en ilginci tertip heyetinde bulunan Hasan Korkmazcan, Aykut Edibali ve Filiz Edibali’nin öteki katılanlarla birlikte bozkurt işareti yapmaları olmuştu. Şölende bütün katılımcıların Türk dünyasının her bucağından sergilenen halk oyunlarına eşlik ettikleri, büyük bir coşkuya yol açtıkları veAfyonkarahisar Oğuzboyu Yörükler, Türkmenler Derneği Başkanı Şakir Altıntaş’ın şenlikle ilgili konuşması can alıcı noktalar olmuş. Ayrıca yöresel sanatçıların sunduğu müzik şöleni de çok beğenilmiş.
Türlük için yakılan her ateş, Türk dünyasının kalbi Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü için gösterilen her çaba kutsaldır. Gönlü ve ruhu Türklüğün selametinden yana olanların bu tür etkinliklere mutlaka katılmaları gerekir. Böyle büyük bir etkinliği başarıya gerçekleştirenleri, katkı sunanları saygıyla selamlıyorum!
HÜSEYİN YENİÇERİ