Ülkücü İçin Temel Ahlâk Yaklaşımları
Dr. Hayati BİCE
Ahlâk değerleri, evrensel ölçüde iyi olan, zamanla ile ve tekil olaylarda değişmeyerek kalıcı nitelik kazanmış, her durum ve zamanda geçerli kavramlardır. Hareketlerinde ölçülü olmak, sevgi, yardımseverlik, saygı, cesaret, doğruluk, adalet, yasaya itaat gibi değerler, varlığına inanılan, -en azından inanılması gereken- evrensel iyi değerlerin önde gelenleridir. Ahlâkî evrensel değerlerin, her insanda bir öz olarak doğuştan bulunduğu görüşü, bütün dünyada benimsenmiştir. Bu evrensel iyi değerlerden yola çıkılarak ‘Yararlılık’, ‘Zarar Vermeme’, ‘Adalet’ ve ‘Özerklik’ gibi bir dizi ilkesel ödevler geliştirilmiştir.
Bu çerçevede bütün profesyonel meslek sahiplerinden, mesleğini icra ederken ‘evrensel iyi’leri uygulaması beklenir. Ancak bu beklenti, kuralların ihlaline yönelik yaptırımlar gündeme getirilmediği sürece, etik ihlallerinin yol açtığı sorunların ortadan kalkmayacağı da bir gerçektir.
Ülkücü hareket mensuplarının ülkücülüğü, bir meslek olarak değerlendirilemeyeceği için bir “ülkücü ahlâkı”ndan söz etmek de yerinde görülmeyebilir. Ancak bir yaşama tarzı olarak ülkücülük ele alındığında, her ülkücünün dikkat etmesi gereken, ortak davranış kalıpları (=tavır) ortaya konabilir. Bu yazıda etik konusunda asırlar boyunca oluşmuş tıp etiğinin temel ilkelerinden hareketle bir ülkücü etik temellendirilmesi yapılmaya çalışılacaktır. Son olarak yazmayı ve tartışmaya açmayı düşündüğüm, “Ülkücü Ahlâk Sözleşmesi” bu ilkeler temelinde yükselecektir.
Yarar Sağlama (Yararlılık) İlkesi
Dünya hekimliğinin geleneklerinde, kadim zamanlardan günümüze kadar geçerliliğini kanıtlamış olan bir ilke arandığında şu kural akla gelir; “yararlı olmak ya da en azından zarar vermemek”.
“Yararlılık”, iyilik, merhametlilik, sevecenlik, yardımseverlik gibi içsel durumlardan kaynaklanan tutum ve davranışlara da işaret eder. “Yararlılık” kavramı; daha genel anlamda her konuda başkalarına yardım etme anlamına gelen bir yararlılık biçiminde kullanılmaktadır.(1)
Yararlılık ilkesi, önem verme ve sorumlu olma kavramları ile iç içedir. Pek çok ilahî metinde ifade edilen “kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapma, kimseye zarar verme, elinden geldiğince başkalarına yardım et” kuralları insanı hep bir sorumluluk altına sokmaktadır. Yararın ve zararın ne olduğu hakkında her zaman nesnel bir kanıtın bulunamaması nedeni ile neye ağırlık verilebileceğinde çoğu zaman kararsız kalınabilir.
Bir ülkücü, gündelik hayatında iyi bir ülkücü olmağa çalışırken yapacağı her bir hareketin, ülkücülük yönünden faydası olup olmadığını tartmalı; hiç değilse kişisel hatalarının ülkücü hareketin manevi şahsiyetine zarar verme ihtimali varsa ülkücülüğe halel getirmeme adına özenli davranmalıdır.
Yazı, şiir vb. ürünler verebilen ülkücü aydınların, ülkücü basın-yayın organlarını eserleri ile desteklemesi, ama her ülkücünün -hiç değilse abone olmak, çevresinde tanıtmak suretiyle- ülkücü fikriyatın kamuoyuna mal olmasında çaba sarfetmesi, yararlılık ilkesi açısından kolayca yerine getirilebilecek davranışlardır. Günümüzde büyük bir yaygınlık kazanan internette de ülkücülüğün yararı için yapılabilecek pek çok şey vardır. Ülkücü hareketin sesinin internetten duyurulabilmesi için, internet sitesi, blog, facebook organizasyonları yapmak; mevcut siteleri, blogları izlemek, çevresindeki insanlara tanıtmak; forum ve gruplarda yazacağı yorum ve mesajlarla internet sitelerinin nitelik kazanmasına destek olmak ilk akla gelen konulardandır.
Zarar Vermeme İlkesi
Yararlılık ile paralel götürülmesi gereken diğer önemli bir ilke, zarar vermemedir. Bu ilke gereği, herşeyden önce ülkücü harekete zarar vermemek ve sonra da yarar sağlamak gerekir. Ülkücü hareket ile ilgili bir konuda sergilenecek tavrın riskleri fazla ise ve sonuçta yararlı olunabileceği şüpheli ise, o konuda bir girişimde bulunulmaması tercih edilmelidir. Zarar vermemek gerçekte tüm insanlık için geçerli bir değerdir.(2) Ülkücü harekete zarar vermek, bir eylemle olabileceği gibi bir ihmal ile de gerçekleşebilir.
Geçen yaz başında ‘Gezi Olayları’ olarak kaydedilen süreçte, ülkücüleri pasiflik ile suçlayanlar olmuştu. ‘Öncelikle zarar verme’me açısından konuya yaklaşıldığında, başta MHP lideri Dr. Devlet Bahçeli olmak üzere ülkücü hareketin karar makamındaki kadrosunun sergilediği tavrın ne kadar doğru olduğu kısa sürede anlaşılmıştır. Sonuçta bugün bahsedilen olaylar ile ilgili olarak 5 gencecik hayatın yitirilmesi, sayısı yüzleri bulan kişinin adlî takibata maruz kalması ve bütün bu maddî-manevî kayıplar tablosundan ülkücülerin yer almaması, uygulanan serinkanlı yaklaşımın sonucudur.
Adalet İlkesi
Adalet, insanların vicdanlarında yer etmiş, vicdandan kaynaklanan nesnel bir değerdir. Hukuk ise, insan hayatında adaleti sağlamaya yönelmiş bir kurallar bütünüdür. Adalet, hukukun amacı; hukuk, adaletin aracıdır. Hukuk insan haklarından türetilirse adalete en uygun bir şekilde gerçekleşir, çatışma olmaz. Adalet onurlu yaşama, başkasına zarar vermeme ve herkese kendine ait olanı vermek, hakka saygı, kusurlu kimsenin zararı ödemesi, başkasına ait olanın verilmesi, ahde vefa ilkesi kurallarını içerir.
Nurettin Topçu, “İstismarı Kaldıran Adalet” başlığı ile yayınlanan bir makalesinde adaleti, ‘herkese hakkını vermek’ olarak tarif eder. Hak ise, “her ferdin istekleriyle emeklerinin denkleşmesiyle hayat sahnesinde kendisine düşecek pay”dır. Bu tanımlara göre hak sahibi olan kimseye hakkın verilmesi adaletin esas temelidir.(3)
Adaletin dağıtılması işi temelde, kişi ile toplum, kişi ile devlet arasındaki ilişkileri düzenlemektir. Adalet eşitlik esasına dayandırılmalıdır. Denkleştirici adalet, hukuki ilişkide taraf olanların eşit muamele görmesini gerektirir.
Kaynakların sınırlı, talebin ise fazla olduğu durumlarda, en doğru davranış herkese eşit davranmak ve toplumda herkesin mevcut kaynaklardan eşit olarak faydalanma hakkının olduğunu topluma hissettirmektir. Toplum hayatında adaletin bozulması, toplum düzenini sarsar.
Adaletin insanlar için en büyük ideal oluşu, insanlığın herşeyden fazla adaletsizlikten şikâyetçi olduğu hakikatini ortaya koymaktadır. Adaleti yönlendiren temel değer her zaman hürriyet olmuştur. Adalet konusunu incelenirken “şerefli yaşa, kimseye zarar verme, herkese payına düşeni ver” şeklindeki üç ilke dikkat çeker.
Ülkücü, toplum hayatında adaleti gözetme noktasında hassas olmalıdır. Bu hassasiyet, bir aile ölçeğinden, yüzlerce çalışanı olan bir fabrika yönetimine kadar genişleyebilen bir alanda sergilenebilmelidir. Ülkücü kuruluşların sevk ve idaresinde, adaleti gözetmek kurumiçi ilişkilerin sorunsuz olarak sürdürülebilmesi yönünden de önem taşır. Adaleti ihlal eden uygulamaların, ülkücü hareketin taban-tavan ilişkisini zedeleyerek sosyal etkinliğinin azalmasına yol açacağı asla unutulmamalıdır.
Özerklik İlkesi
Özerklik, kişinin kendi başına düşünme, değerlendirme, özgür bir biçimde kendi hakkında karar verme ve eylemde bulunabilme yetkinliğidir. Tüm girişimler -kişinin özerk olarak karar veremeyebileceği durumlarda bile-, kişiye saygı kavramının varlığı dikkate alınarak gerçekleştirilebilmelidir.
Özerklik kendi içinde, ‘düşüncede özerklik’ ve ‘niyet ya da istekte özerklik’ olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Düşüncede özerklik, zihinsel aktiviteler açısından kişinin kendi geleceğini belirlemek için söz konusu konuyu anlamış olarak eylemde bulunması ile ilgilidir. Aynı kişinin kararı ile ilgili inançları, estetik ve ahlâkî dayanaklarını da içerir.
Niyet ya da istekte özerklik ise karar verme özgürlüğü ile yakından ilişkili olup bireyin kendi özgün görüşünü ifade edebilmesi ile ilişkilidir.
Etik yönden verilen bir kararın özerkliğini belirleyici olan ve noksan olduğu takdirde bireyin otonomisini açıkça azaltan ve ortadan kaldıran, “kusur” denebilecek dört faktör: bireyin isteklerini ya da eylemlerini yahut her ikisini denetim altına alabilme yeteneğindeki kusurlar; bireyin muhakemesindeki kusurlar; bireyin tercihini dayandıracağı ulaşılabilir bilgilerdeki kusurlar; bireyin, isteklilikte kararlı olma konusundaki tereddütü olarak sıralanır.(4)
Özerk birey, kendi eyleminin “özgür eylem” olup olmadığını ayırt edebilme yeterliliğine sahip olandır. Böyle bir birey, kendi değer, inanç ve hayat hedeflerini koruyarak, gerçek ve koşullara uygun, akılcı/özgür eylem ve seçimde bulunabilir. Ancak bu niteliklere sahip olan bir birey, kendi sağlığı hakkında seçimini yaparken; kararını biçimlendiren, yönlendiren, baskılayan bir başka gücün etkisinden uzak kalabilir ve gerektiğinde bunlara karşı koyabilir.
Toplum içerisinde hemen herkesin, kişi özerkliğine saygı duyulması genel olarak kabul gören bir yaklaşımdır. Ülkücünün özerkliği kavramsal olarak kişiye saygı ile yakından ilgili olup kişinin insan olmasına dayanır. Özerklik ilkesi, ülkücünün insan olarak onurunu ve manevî şahsiyetinin bütünlüğünü korumayı hedeflemektedir.
Ülkücü, ülkücü hareketin çıkarlarını neyin koruyup korumayacağı veya geliştireceği konusunda karar verebileceği bir dizi değer ve inanç geliştirmiş sayılır. Ülkücünün, hangi kararların ülkücü hareketin yararına olduğuna veya olmadığına karar verecek yetenekte olduğu, -hiç değilse teorik olarak- kabul edilmelidir. Ancak, toplumda yaşayan herkesin kendi geleceğini belirleme ve bir karar oluşturup uygulamaya koyma konusunda, her zaman aynı yetenek ve kapasitede olduğunu söylemek güçtür.
Ülkücü ahlâkının en temel ilkelerinden biri olarak özerklik, ülkücülerin ülkücü hareket için neyin en iyi olduğunu değerlendirebileceği kabulüne dayanır. Ülkücü hareketin temel kitabı olan Dokuz Işık’taki “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” kuralı doğrudan doğruya özerklik ile ilişkilidir.
Her ülkücü bir birey olarak kendini geliştirmesi, ülkücü hareketin temel bilgilenme aracı olan ülkücü literatürün eserlerini hazmetmesi özerkliğinin gelişimini sağlayacaktır. Başta Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” ve “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” kitapları olmak üzere ülkücünün tarih bilincini geliştirecek okumaların, planlı bir disiplinli bir şekilde uygulanması ülkücülüğün nesilden nesle aktarılan bir manevî miras olarak zenginleşmesini getirir. Bu konuda ‘kendisini ülkücü sayan’ akademisyen, öğretmen ve aydınlara, yeni nesillere ülkücü fikir mirasının tanıtılması noktasında büyük sorumluluk düşmektedir. Ülkücü literatürün geliştirilmesi, zenginleştirilmesi ise yine ülkücü yazar, sanatçı ve akademik personelin gayretine bağlıdır.
Sadece, mevcut halden şikâyetle yetinmek ‘ülkücü aydın’ tavrı olamaz.
__________________________________
İletişim: http://www.hayatibice.net
(1) Nermin Ersoy ve Erdem Aydın, Tıbbi Etik’te “Yararlılık İlkesi”, Türkiye Klinikleri Tıbbi Etik Dergisi, C:2, S.2, 1994, s.57-60.
(2) Ayşegül D. Erdemir ve Ömür Ş. Elçioğlu, Tıp Etiği Işığında Hasta ve Hekim Hakları, Türkiye Klinikleri Yay. , 2000, s. 25.
(3) Nurettin Topçu, Ahlâk Nizâmı, Dergah Yay., İstanbul, 2008, s.37.
(4) John Harris, Hayatın Değeri, (Çev. Süha Sertabiboğlu), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s.268.