Ali BADEMCİ
İnanın ki ben yazmayacaktım! 12 Eylül günü “Ülkücü Kadro”, 13 Eylül günü de“Adana Zirve Gazetesi “ndeki köşemde “12 Eylül’le Hesaplaşma Veyâ Önemli Meseleler” başlıklı dolu dolu bir yazı yazdım. Mümkün mertebe kişilik yapıyor intibaını uyandırmamak için de olanca gayreti sarfettim ve yazının sonuna doğru yazının başlığı ile mütenâsip düşmeyen asli yerine tali konulara kayarak, nefret ve sıkıntılarımı hatırlamak istemedim. Geçmiş senelerde de sırf bu sebeble Adana Olayları 1.numaralı gözaltı ve “MHP Dâvâsı” 171 numaralı sanığı olmama rağmen şöyle veya böyle güyâ yenilenen dâvâların hukûki seyrine ne müdâhil ne de müşteki olarak katılmayı düşünmedim. Çünkü yargılamaların hiçbir işe yaramıyacağını ve göstermelik işler olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde referandum işinde de bazı arkadaşlarımızı kandırarak 12 Eylül mağdurlarına sahip çıkılacağı gibi ham hayaller peşine düşmedim ve adam gibi partimin istediği “Hayır” oyunu kullandım.
Dün televizyon ve gazetelerde gördüklerime de şaştım doğrusu. Bana inat herkes olmayanları yazıyor da; ben veya biz neden olanları anlatmaktan imtina ediyoruz? Efendim, mutlaka haklıdır; imam efendinin karısı çıkmış televizyona kocasının gözaltına alınışını, onu kaç gün göremediğini ballandırarak anlatıyor. Yayın sahibi TV de sırf iktidara yaranmak için “ İmam Efendi”ye yapılanları güya tarihe geçiriyor!.. Bir başka yayında eskiden beri gazeteci hastalığımız depreşiyor ve bir ülkücü ile bir devrimci arkadaş karşı karşıya 1980 öncesini konuşuyor. Devrimci zâtı muhterem hâlâ pili tükenmiş marksizm ve tarihi materyalizm gibi mefhumlarla yüksek perdeden atmaya devâm ediyor. Başka ve en entresanı “12 Eylül âlimleri” Aydınlıkçılar”, bugünkü adı ile “Ulusalcılar”.. Ülkücüleri hedef gösterip öldürülmelerine sebeb olan 1980 öncesinin kışkırtıcılarından bir eski tüfek; şimdi, ”Çin taraftarlığının dozunu çok kaçırıp, Rusya’ya fazla düşmanlık yaparak hatâ ettiklerini, MİT ve Ordu’dan kovulanların oyuna geldiklerini,” çiçeği burnunda popüler bir gazeteci gibi olarak anlatabiliyor. Üstelik bu adamın 12 Eylül’den çok sonra gözaltına alındığını ve tutuklu olarak bir zaman yattığını kendi ifâdesinden anlıyoruz.
Heyhat demek bir avuç Rus ve Çin kuklası solcu ile birkaç imam ve müezzin gözaltına alınmış kendilerine “Psikolojik İşkence” uygulanmış. Sevsinler sizin aklınızı da, zekânızı da, demokratlığınızı da.. Şurası bir gerçektir ki eğer 12 Eylül sorgulamaları için 100 kişi elden geçirilmişse, doğrudur ki %90’ı sol %10 ülkücüdür. Ama hemen veya kısa zamanda bırakılanların %99’u solcu ancak %1’i ülkücüdür. İşkence için de aynı yoldan gitmemiz lâzım. Yani 12 Eylül gözaltı ve tutuklamalarında işkence görenlerin %100’ü Ülkücü çok az kısım da solcu veya DDKO diye bilinen Kürdayrılıkçılarıdır. İşte bütün bu çarpıklıklar dolayısiyle sırf yazmış ve tarihe tevdii etmiş olmak için kendi başımdan geçenleri sizleri sıkmayacak şekilde birkaç gün içinde yazacağım. Sıkılırsanız lütfen ikâz edin. Ben aklımdan geçmesinden nefret edecek kadar doluyum. Yalan yazan ve bundan idelolojik avantaj bekleyen, yahud da “Kişilik” yapmak isteyenlerden olmadığımı beni yakından tanıyanlar bilir. Hakikatten vitrinden hoşlanmayan, sokaklarda geçen okul yıllarını anasız-babasız tamamlayıp hizmet etmeğe çalışan “Öksüz Bir Ülkücü”yüm. Evet işte, iktibası ve kullanılması serbest olan hikâyem:
Efendim 01.03.1949 Hatay Şenköy doğumluyum. Bir ana ve babadan 11’İ hayatta, 17 çocuk sahibi bir Türkmen âilesinin en büyüğüyüm. Ortaokul ve liseyi Antakya’da bitirerek İstanbul-Ankara derken Adana’da yüksek öğrenimimi ancak 7 yılda tamamlayabildim. 1960 sonrası ailenin DP’liliği ve kader rüzgârı beni “İhtilalin Kudretli Albayı Alparslan Türkeş” in engin himâyesi ve şefkatine sürükledi. Önce CKMP sonra MHP’de Hatay İl Gençlik Kolları Başkanı ve aynı zamanda Genç Ülkücüler Teşkilâtı’nın da il şube başkanı olarak görev yaptım. Gazeteciliğe burada “Vatandaş” da başladım. Yıllarca İstanbul Bizim Anadolu ve sık olmamakla beraber ”ÖtükenDergisi”nde yazdım. 1974’de evvelce B.Anadolu’da tefrika edilmiş bulunan “Korbaşılar”adlı kitabım, genellikle Başbuğun kitaplarını yayınlayan Erol Kılınç ağabetyimizin Kutluğ yayınları arasında çıktı. O günden beri Erol Abi’nin açıtığı yolda elimizden geldiği kadar kültürümüze hizmet etmekteyim. İşte tam bu sırada Yaşar Okuyan ve Necdet Sevinç ile birlikte İstanbul Hergün Gazetesi’ne intisab ettim. 1980 günü evimden alınıp meçhûl bir istikamete doğru götürülürken bu gazetenin Adana Temsilcisi ve ve sarı basın karı hamili bir gazeteciydim. Konumuz olmamakla beraber bu gazete yıllarımdan çok bahsetmiyeceğim, ama, Rahmetli Necdet Sevinç ve Abdurrahman Pala ile o meşhur “Diyanetin Başında Bir Ermeni Dönmesi Var” manşetinin imza sahibi olarak, hem Başbuğ’un mânevi cezalısı hem de hukukun 7 aya hükümlü mahkûmu olduğumuzu belirtmeden geçemeyeceğim.
(Devam Edecek)