GÜZEL TÜRKÇEMİZ
Ali BADEMCİ
Tarihte bir milleti ayakta tutan en önemli kültür unsuru şüphesiz ki o milletin dilidir. Günümüz Amerikasının sanırım yegâne olmasa da en önemli Türkologu Peter Golden,Türkler’in asimilatör gücü kahramanlıklarından ziyâde dillerinden gelmektedir, şeklinde ifâde edilebilecek olan çok doğru bir etimilojik,etimolojik olduğu kadar sosyal ve kültürel tesbit yapmıştır.İyi bir Türk olmak, dolayısiyle iyi bir “Türkçü” yani Türk Milliyetçisi olmak Türk Dilini sevmek ve Türkçeyi muntazam konuşmak, hatta yazmak gibi evvelâ genetik sonra da maharetli olmak yolundan geçer.Demek oluyor ki iyi bir Türk olmanın vazgeçilmez şartı,hatta olmazsa olmazı kaidelere ve fonetiğe uygun Türkçe konuşmaktır.
19.yy.içerisinde bugün sermayenin emrinde olan “Irk ve Millet Tasarımcıları ”kâmilen bir Türk vatanı olan Asya Kıtası’nın her yanında yaptıkları arkeolojik kazılarda bugünkü Moğolistan toprakları içinde kalan Orhun Kıyıları’ndaki dikili taşlara,yani sonradan Orhun diye adlandırılan abidelere rastlamışlardır.Bu taş üzerinki yazıların okunması hemen hemen bir asır sürmüştür. Bu zaman içerisinde batıdan Ruslar, doğudan Çinliler, güneyden İngilizler Asya’yı paylaşmışlardır. Tabii olarak, müteâkıp asır soğuk savaşlarının en büyük silâhı olan “Büyük ve kadim milletlerden küçük uluslar yaratmak” doktrinini, sözkonusu egemen güçler hemen uygulamaya koymuşlardır. Bu sebeble Thomsen Orhun Âbideleri”ni çözene kadar bu kültür unsurlarının en azından “Moğol” olması için Çarlık hesabına çalışan Radloff ve İngiliz hesabına çalışan A.Vambrey fiilen yönlendirilmişlerdi. Fakat Danimarkalı Filolog Thomsen 1893 yılında yazıtları çözümlemiş ve dünyaya 8.asırda bir devlet dili ile yazılmış olan taşların, Türk Dili ile yazıldığını ilân etmiştir. Bu çalışmalarda Radloff’un da çok büyük katkıları olduğu bilinmektedir.
İşte “Güzel Türkçemiz”in birinci yazılı kaynakları bu Orhun Âbideleri ile daha sonra ortaya çıkarılan Yenisey yazıtlarıdır.Tabii olarak bu tarihten sonra bugünkü Kazakistan Cüzleri, Orta Asya, Doğu Türkistan’da Turfan, Türkmenistan’da Anav kültürü aramaları ve İdil Ural ve Deşt-i Kıpçak aramaları ilk merhaleyi izlemiş, Balkaş ve Issık göl civârındaki Kırgız mezar taşları da adı ne olursa olsun Moğollar dahil bütün Asya kavim ve kabilelerinin hatta Çinliler’in bile çoğunluık olarak “Türkçe” bildiğini ispatlanmıştır.
Türkçe’nin bir dünya dili olduğunun ikinci en önemli dayanağı kendisi bir Uygur Türkü olan Kaşgarlı Mahmud’un 1077 yılında zamanın Abbasi Halifesi’nin oğluna takdim ettiği DivânüLügati’t-Türk adlı muhteşem sözlüğüdür. Kendisi ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar’ın hanedan âilesine mensup olup esas gayesi o zamanın hilafet merkezi olan Bağdat’da Araplar’a ve Farslar’a Türkçe öğretmekdir. DivanüLügati’t-Türk, demek ki, zamanımızdan 1000 yılı aşkın bir süre evvel yazılmış, belki de dünyada eşine rastlanmayan bir dil, edebiyat, coğrafya, tarih ve gramer kitabıdır.Herhalde başka bir milletin dil tarihinde böyle muntazam ve muhteşem bir eser yoktur. Tabii bu arada aşağı yukarı aynı zamanda yine Karahanlı bir Uygur Türkü olan Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig, adlı Karahanlı Hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a ithaf edilen muazzam Türkçe eseri mutlaka hatırlamalıyız.
Türkler İslâmiyetten önce de sonrasında da dillerine ve kültürlerine çok önem vermişlerdir. Türk ırkı devlet olarak hep İmparatorluk halinde yaşamayı sevdikleri için bazen devlet dili bu İmparatorluğun bütün unsurlarının anlayabileceği bir dil olması gerektiğinden özellikle İslâmiyetten sonra İran, Anadolu ve Orta Doğu Türk coğrafyasında Farsça ağırlıklı bir lisan, Osmanlılar devrinde ise bu İmparatorluk coğrafyasında Arapça ağırlıklı, ”Osmanlıca” diye tesmiye edilen bir kısmî lisan kullanılmıştır. Gerçekte gerek Selcuklu, Harezmşah, Gaznevî ve Karahanlılar, gerekse Anadolu Selçukluları, Mısır Memlukluları millet ve halk bazında hep saf ve temiz Türkçe’yi kullanmışlardır. Dikkat edersek Peyganberimiz Hz.Muhammed bile İslâm toplumu İmparatorluğa doğru giderken sanırım Bizanslılar’la “Fars” dilinde yazışma yapmıştır. Bu sebeble İmparatorluk lisanlarının yabancı, kötü, kozmopolit olduğunu iddia etmek cihangirlik düşüncesine uygun değildir. Çağımız Türkçe âlimlerindem N.Sâmi Banarlı, bir milletin dilinde ne kadar yabancı kelime varsa o millet o kadar coğrafyaya hâkim olmuş ve cihan devletleri kurmuş büyük bir millet olduğu sonucuna varırız görüşündedir. Bu sebeble dilimizdeki yabancı görülen aslında kültür akrabalarımız olan Farsça ve Arapça kelimelere yabancı gözü ile bakamayız. Kaldı ki bu deyimler Farsça “Gol”un dilimize ”Gül” diye geçmesi örneğinde olduğu gibi aslını hatırlatmayacak bir şekilde değişikliğe uğramıştır.
Anadolu Selçuklu vezirlerinden ve Hz.Mevlâna’nın da çağdaşı olması lazım gelen Karamanlı Mehmet Bey vezirliğinde “Türkçe”nin millet dili olduğunu “Divan”da karar altına aldırmıştır. Mevlâna gibi dünyaca ünlü Türklüğün yüzakı şahsiyetlerin “Farsça” yazmasını şöyle bir kenara atıverin. Kültürün sâhibi olduğu halk arasında hangi lisanla ifâde edildiği çok önemli ise de, uluslar arası ilişkilerde aynı günümüzde de olduğu gibi bu çok önemli değildir. Bu sebeble Anadolu Selçuklu Başkenti Konya’da Farsça’nin hâkim lisan olduğu görüşünü taşıyanların Karamanlı Mehmet Bey’in kararına kaç şahsiyetin karşı çıktığı hususunu açıklamaları gerekmektedir.
Karamanlı ve İran’da eriyen Akmanlılar’ın Hoca Ahmet Yesevi’ye akraba olduklarını biliyor musunuz? Gerçekten akrabadır ve anayurtta iken Hoca ile nahoş komşuluk yaşadıkları malumumuzdur. Yesevi’nin mürşidi Hemedani’nin bildiğimiz kadarı ana lisanı Türkçe değildi. Ama Ahmet Yesevi’nin başta “Hikmetler”i olmak üzere onun veya ona izafe edilen manzum veya nasirlerin tamamında saf ve tertemiz bir Türkçe vardır. Yunus Emre’nin önce güya mezhebini söyleyip, sonra “Türkçe”ye tutkunluğu görüşünü de geçelim. O tıpkı kendinden sonra gelen Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Nesimi kadar Türkçe’ye ve Türklüğe aşık bir güneştir.
Peki daha yakın zamanda, 15.yy.’da yaşamış Ali Şir Nevâi’ye ne diyeceksiniz? Timuroğullar’nın imparatorluk lisanın aksine kendisi bir Türk dilcisi, edebiyatçısı ve şairidir. Hüseyin Baykara’nın veziridir, devlet dili Farsça olmasına karşılık o Türkçe hayranıdır ve tıpkı hükümdarı Timuroğlu gibi Türk Milliyetçisi’dir. Nevai bugün tıpkı Yesevi gibi dünyada bütün Türk kavim, kabile ve ulusları tarafındam eserleri ile benimsenmiştir.
Allah aşkına biraz da şu Farsça ve Osmanlıca’ya temas edelim mi? Bizim 20.yy. İtihad-ı Terakki aydınları sırf Abdülhamid’e karşı olmak için kendi kendilerine bırakın bir lisan olmayı lehçe bile sayılamıyacak olan şu “Osmanlıca”yı Arapça ve Farsça sanmak gibi bir yanılgıya düşmüşlerdir. Ne garip tecellidir ki Cemal Paşa ve Halide Edip, hatta Refik Halit veya Filozof Rıza, yahud da Falih Rıfkı’nın da ancak 1.Dünya Savaşı Suriye cephesinde farkına vardıkları gibi bizim Türkçe olmadığını sandığımız “Osmanlıca”yı hiçbir Arap anlayamamıştır. İnanın ki Selçuklu-Timurlu-Safevi devri ” Farsça”sı için de aynı şeyleri iddia etmek yanlış değildir. Bugünkü Lisan-ı Farisi’nin ne bileyim Sasani, Pers veya Pehlevi Farsçası olmadığı, hatta çok iyi Farsça bilenlerin bile mezkûr eski metinlerin lisanını anlamadığı ispatlanmıştır. Dolayısiyle bugünkü Farsça’ya Türk Farsçası diyen dilci çok olduğu gibi “Osmanlıca”ya da Arapça diyen budala ve câhil insan hamdolsun kalmamıştır.
Bütün bunları neye yazdık? Allah aşkına haydin “Konya Türkçe Mitingi”ne.. Gözünü sevdiğim büyüklerimiz sakın sloganlardan; hitâbete kadar, hatta grameri de ihmâl etmeyen güzel bir “Türkçe” sergileyin ki benim gibi yerinde oturup ahkam kesenler konuşmasın ve millet de sizi biraz daha kuçaklasın. Hadi kolay gelsin Devlet Bey!